Aha bu işte de tutunamadım buyur! Ömrümün yarısını "iş bakıyorum işte" diyerek, kalan yarısını işe girip işten ayrılarak geçirdim. Bu neye işaret? "yane şahsen olarak haksızlığa dayanmyrm :ss" diye sanki patronuna ve ağır iş şartlarına baş kaldırmış isyankarmış gibisince açıklamalar yapıp durumu süsleyebilirim ama yalan olur. İşin doğrusu GÖTÜM SIKIYA GELEMEDİ! Hizmet sektöründe göte sıkıntı yapmayan iş yoktur tahminimce. Yap, tut, al, ver gibi emir kiplerinin havada uçuştuğu bir atmosferde 10 saat bulunmak, üç kuruş için beş öğün azar işitmek, imalı laflarla taciz edilmek, tahrik edilmek ama sabretmek, susmak, hazmetmek öyle her kafanın kaldıracağı işler değil. Ama milyonlarcamız "ekmek parası kazanmak kolay mı kardeş" teskinleriyle sabrettik, eşi dostu kendimize güldürmedik ama kimimiz, bazı tembeller türlü bahanelerle efenim yok annem hasta benden başka bakacak kimsesi yoklarla, yok bacağımda damar damar üstüne binmiş ameliyat olmam lazımlarla 6 ayı doldurdu doldurmadı işi bıraktık.
Aslında ilk günlerdeki kendini kabul ettirme ve onları kabul edebilme sürecinin zorluğunu saymazsak işe alışmıştım. Her gün karşılaştığım farklı tipler zihnimin insan kaynaklarına güzel malzemeler veriyordu. İnsanlarla aramda her gün sıvalarını tazelediğim, yeni tuğlalar eklediğim güçlü bir duvar olmasına rağmen insan türleri biriktirmek pul biriktirmek gibi bir hobi bende. Pul da biriktirdim ama aynı tadı vermedi.
İlk günlerde işverenin işçiyi illa kendinden daha az bilen olarak görmesi hastalığından muzdarip patronum zamanla "homofobi" nin bile manasını bana soran (bknz minimalist diyen çalışana şaşıran patron ) 100 bin liralık banka hesabının kartını elime verecek kadar gereksiz bir güvene sardıran birine dönüştü. 50 küsur yaşına kadar hiç seveni olmamış mı bunun dedim bir kaç kere, yüksek sesle. Dükkanda beni her gördüğünde koşarak sarılıp, sırtıma dolu dolu pış pış pış oy pış pış yaparak "seni görünce müsterih oluyorum siminya" demesiydi bana böyle söylettiren. Hayatı boyunca darbe almış, kandırılmış insanlar güvensizlikten öyle berbat hale geliyorlar ki güven duymak için adeta dileniyor, küçük bir iyilik gördükleri yabancıyı en güvendiği insan olmakla ödüllendirebiliyorlar. Ben de öyleyim ben de...
İşten ayrılmadan bir süre önce attı beni 4x4 arazi jipine, vurduk İstanbul yollarına. Buna esnaf dilinde "mal çekmeye gitmek" deniyor. İstanbul'a eminönü'nde balık yemek, adalarda faytona binmek, sultanahmet'te bir tur atmak için gideceğimi tahmin ederdim de "MAL ÇEKMEK" için gideceğimi ömrü billah akıl edemezdim. Mal çekmekte keşke ot manasında mal çekmek olsa, değil! Pılı pırtı, bez belek almaktı içerik. Yol boyunca benimle ilgili olumlu düşüncelerini, bana olan önlenemez güvenini anlattıkça şu naçiz bedenimi arabanın camından tarlalara savurmak geçti. Kendimle ilgili sanki yeteneksizsiniz sahnesinde acun'un insafına sığınmış dikililer gibi olumlu yada olumsuz puanlamalar dinlemek hoşuma gitmez, en çok da 7 liralık yemek parasını "elektrik faturası çok geliyor" diye kesen bir işverenden duymak. Cıks inandırıcı değil. İçinde "ben seni beğendiğimi bildiriyorum ee sen de bana daha iyi çalışırsın artık" hesabı olan çıkarcı sohbetler. Mesela biri "sana güveniyorum" diyorsa içinde mutlaka "güvenimi boşa çıkarma haa" uyarısı barındırır. Piçliğine güvenlerini boşa çıkaracaksın bunların. Ya da belki de alt metin okuyucumu ara sıra kapatmalıyım.
İstanbul'a varınca bir otele yerleşip beyazıt'ın, sirkeci'nin, eminönü'nün akla hayale gelmedik dipsiz kuyularına indik. Parolayla açılan kapılar gördük, sex shop malzemelerini hıyar gibi, patates gibi kiloyla satan kırmızı suratlı adamların yanından geçip girdiği dükkanı "ya dükkanıl alemil el kompile büsbütün haşhaş?" diye satın almaya yeltenen araplara sürtündük. Japonudur, arjantinlisidir, eskimosudur hep beraber oturup ince belli bardaklarda çay hüplettik, hepimiz aynı sütyenlerin kopçasını sağlam mı bunlar diye çekip çekip bıraktık. İşte aranan viyadı vorld viyadı çildrın viyadı hepimiz kardeşiz ortamları buydu! Toptancı esnafının kendine has dünyası beni çok etkilemek üzereydi ki büyük bir el arabası çeken hamalın arabasının demiri böğrümü deşti de kurtuldum. Acısı geçti ama morluğu hala duruyor. O arabayı nasıl çekiyordu o herif? Hayretlik olaylar.
Saatler boyunca yokuş aşşaa verep yukarı dolan ha dolan girmediğimiz afedersin bir logar delikleri kaldı. İstanbul'un ortasında devasa ve yapayalnız bir buda heykeli olduğunu da bu aşırı keşif heyecanımız sayesinde öğrendik. Uzakdoğu'dan mistik parçalar getiren çok büyük bir işhanının merdiven boşluğunda boylu boyunca uzanmış, bir budistin gelip kendisine dua edeceği o güzel günü bekleyen garip heykel. Onu anladım. Yalnızlığını kutsadım. Bunu satıyor musunuz? diye sordum yakışıklı kürte. Alan olursa neden olmasın, amaç o zaten dedi. Ne güzel gülüyordu öyle.... Heykel değil kürt satıcı...
Yolculuğumuz sonunda işi bırakmaya karar vermiştim. Ama tam anlamıyla bırakmam biraz zaman aldı. Hayır İstanbul güzeldi, esnaf kibardı, balık muazzamdı, kürtler çok güzel gülüyordu...ama patron.... Sanırım onca zenginliğe, onca güzelliğe rağmen neden yapayalnız olduğunun sırrını diğer çözen binlercesi gibi ben de çözmüştüm. İşveren ve arkadaşlık arasındaki ince sınırda debelenip duruyordu. Dost olmak istiyordu ama para hatır gönül işini pek sevmiyordu. Paraya dokunduğu an canavara dönüştüğünü gören kaçmıştı. Bir tepikte ben vurmak istemezdim ama hastalandığım gün "nerden çıkardın hastalığı! iş nolocak!! getti cirooo" demesinin yarattığı öfke baskın geldi. Emeğimi satın alabilirsin ama ruhumu asla!! dedim çıktım gittim. Günlerce sonu ":(((" larla biten mesajlar attı, hiç bir erkekten görmediğim kadar çok geri dön tülaayy seranatı çekti bana. Acındırdı, damarım damarımın üstüne bindi nolur gel dedi. Dönmedim fakat küçük bir kapı araladım. Bundan sonra haftanın belli günlerinde, haftasonu olmamak kaydıyla, canımın da istemesi şartıyla çalışabileceğimi söyledim. Kabul etti. Sike sike edecekti. Şimdi kafam eserse gidip çalışıyorum. Bana karşı emir kipi kullanamıyor. Geçen de jipinin anahtarını verdi. Ha şöyleee.