Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." falan filan. İşin açığı ÖZLEMEDİM. Çünkü çok işim var anlıyor musun? Meşgul bir insanım ben. Bir bakmışın hacettepe hastanesi koridorlarında psikolojisi iyiden iyiye bozulmuş annemi nöroloji servisine doğru sürüklüyorum, bir bakmışın bir köyde hasta bir teyzenin altını bezliyorum, bir bakmışın dükkana mal indiriyor, bir bakmışın aşırı şekilde "BİR" kullandığım bir blog yazısı yazıyorum. Benim için en son sırada her hangi bir yere yazı yazmak var artık. Keşke böyle olmasaydı ama hayatta hiçbir şey biz istediğimiz için olmuyor. Git ve mücadele et, git ve onu al, bir şeyi çok istiyorsan olur gibi yaşam koçumsu aforizmalara siktir çekeli yıllar yıllar oldu. Bu kalıpları artık sadece aşkım kapışmak kullanıyor, bir de sabah programlarındaki evlilik danışmanları. Artık biliyorum ki hayat bizim dışımızda ilerlerken bizi de yanında sürükleyen bir hoyrat yel. "Şansa inanmıyorum başarımın sırrı çok çalışmak" diyenlerin de yüzüne ossurayım afedersin. Şans, nüfuz, kankacılık ve bol para, bol baba parası olmadan başarıyı götüme çalışarak kazanırsın afedersin. Gel buna da çalış gel.
Lafımızı koyduktan sonra gelelim sadede. Bloga artık yazmayı sevmiyorum, çünkü blogumun google tarafından kapatılmış olması gururuma dokunuyor. Gururlu bir insanım ben. Boş zamanlarımda gözlerimi kısarak göğe bakarım. Bir blogu iki götü boklu şerefsiz dallama "porno içerikli" şikayetinden bulundu diye, gerçekliğine bakmaksızın banlamak ve açılması için hiç bir yol göstermemek haksızlık ve ben bu haksızlığı hazmedemiyorum. Google benim gözümde faşist bir oluşum artık. Ben yıllarca sömürüp sömürüp sonra beni kendi blogum hakkında söz söyleme hakkından mahrum eden bir sisteme daha fazla emek vermek istemiyorum. Başka bir blog hizmetinde yepyeni bir blog açıp devam etmek daha iyi olacak. Bilmiyorum şimdilik böyle hissediyorum... (yinebengeldimpislikgoogle.blogspot.com diye blog açtı)
Bu arada ben, çoğunlukla kadın gündemini işleyen ama feminist denmeyecek Pulbiber Dergi de yazmaya başladım. Daha önce Lemanyak dergide yazdığımı söylemiştim, iki yazı sonra mizah dergilerinin bana göre olmadığını kanaat getirip yazmayı bıraktım. Kendim bıraktım. Ben mizah yazarı değilim, kendimce dertlerim var ve bu dertleri mütemadiyen hahaha hihihi diye anlatmanın da bir sınırı oluyormuş. Zaman aşımına uğratamadığım dertler böğrüme oturuyormuş da ivil ivil çürütüyormuş böğürcüklerimi. Geçmişi, artık bir mazi olunca gülümseyerek hatırlamak güzel de şimdi nasıl gülümsemeli? Öte yandan dergide yeterince ciddiye alınmadığımı düşündüm. Yıllar içinde kişiliğime gittikçe daha çok yerleştiğini fark ettiğim bir ciddiye alınma arzusu, saygınlık ve fikrimin sorulması beklentisi var. Sanırım yaşla alakalı olarak artık sorumsuzluğa, emrivakiye ve ciddiyetsizliğe tahammül azalıyor. Ergen yetişkinler görecek yerlerim ağrıyor.
Dergide ne üzerine yazdığıma gelince. Benim geçmişle ilgili takıntılarım blogu az çok gözden geçiren herkesin malumu. Geçmişi eleştirmekten kurtulmam ancak mezara girince mümkün olacak. Gerçi mezarlar için de çeşitli eleştirilerim var ama neyse. Bu nedenle yine geçmişim, ailem, çocukluğum, kadınlar, erkekler, evlilikler, gelenekler gibi konuları yazmak istiyorum (Kaplumbağalar, düdüklü tencereler ve atmosfer gazları hakkında yazmadığım için bazılarından özür dilerim. ANLAYANA...) köşemin adını da "Avratname" eyledim.. Umarım benim için uzun soluklu olur. En azından böyle ara sıra sakin sakin yazmaya devam etmek beni yazmaya küsmekten kurtarıyor. Onun dışında 3.kitabım için de araştırmalara başladım, haftaya finlandiya'ya gidip kitabımın geçeceği mekanları göreceğknfdkjfdjk Şaka şaka ne araştırması ne finlandiyası be oha! şu an yozgat'ın bir köyünde kahrol rusya al sana kerpiç! diyerek kepiç yakıyorum. Gününü göreceksin rusya! seni domatese limona muhtaç edeceğiz! Kitabımın mekanı yazık ki, bu şartlar altında en fazla tandırlık olabilir, ismi de yozgat ve güzel eşşekleri. Kader işte. Biz de böyle bi tezeneyiz
Bu da dergiye yazdığım ilk yazıdan
Ne şehirli ne de köylü olabilmiş, birine gönül verse ötekinin hatırı kalan bir yerde büyüdüğüm için insanların her iki tarafa da uyum sağlamak isterken düştükleri ucubeliklere, tutarsızlık ve şapşallıklara yakından şahit oldum. Tabi bana göre şapşallık olan kimine göre ahlaksızlıktı o ayrı. Özellikle kadınların, içlerinden gelenlerle etraftakilerin beklentileri arasında git gelden yoruldukları, şekilden şekle girdikleri, sürü sepet yalana bulaşıp bedeller ödedikleri nice sahneye rast geldim. Evdeki dede, baba ve öteki pok püsür erkek tayfası kızların başı örtülü olsun, önlerine dakkada aş ekmek koysun, evden çıkar çıkmaz ölsün falan isterdi. Anne, kızı iyi bir kocaya varsın yerini yurdunu bilsin diye dualar ederdi. Komşular ahlaksız olduğu ortaya çıksın da kendi kızları namusta bir adım öne geçsin diye pusuda bekleşirdi. İş yerindekiler “ıyyyh geldi yine şu varoş der” üstünün başının derme çatma o özenti hallerine tısır tısır gülerlerdi. Mahallenin bakkalı, manavı, overlokcusu hepsi çok elzem gibi bir pürüz arardı dişi bedende. Acaba kırıtarak mı yürüyordu? Eteği azıcık kısa mıydı? çorap mıydı ten miydi? Dudağı boyalı mıydı kendi rengi mi? Nasıl da kokuttu geçti karı hangi parfümdü kullandığı? İş mi attı lan o manavın çırağına? Çırak mı ona? Yoksa bahçıvan mı uşağa? Osman! mahallenin kızına yan bakma sıçarım babayın çanağına! Salıversen yırtıcı kerkenezlere dönüşecek kadın kısmını piksel piksel rötüşleyerek titrek güvercinlere çeviriyorlardı. Neyse ki hepsini değil.
Bazı kadınlar toplumun ikiyüzlü zeminini bulmuş üstünde arjantinli topçu kıvraklığında top çeviriyordu çok şükür. Onlara görmek istediklerini fazla fazla veriyor, görmek istemediklerinin zırnığını dahi göstermiyorlardı. Bu oldukça zor bir mesaiydi lakin insanca yaşamak için onların da pek sevdiği gibi ikiyüzlü olmaktan başka seçenek kalmamıştı. Ne görmek istiyorlardı? Ezikliğe verilen titrler, kadına kesim edepler, hanım hanımcık musturluklar, kırılgan duruşlar, şekilli mahcubiyetler, öteki kadınlarla hamaratlık tokuşturmacalar, içindeki zarı yalnızca nikahlı erkeğine deldiren yalandan kutsanmış bedenler. Ne görmek istemiyorlardı? Sokaklarda kahkaha atan, açık saçık giyinen, yüzüne boyalar çalan, erkeklerle konuşan, eve geç saatlerde dönen, okuyan ve çalışan oynaklar! Orospularrrr!! Görmek istemiyorlarsa biz de göstermeyiz dedi ve şelale gibi devinen arzularını yer altına indirdiler. O kendinden gardiyanlar neler kaçırdıklarını bilseler tüm yasakları yasaklarlardı. Bu sahtekar, taklacı güvercinler içinde ablalarım da vardı, komşu kızları da, yakın ve uzak akrabalar da. Üstünüze afiyet ben de.
Taşranın çöp kokan çamurlu sokakları gündüzleri şehir merkezine doğru gitmiş anne topuklu ayakkabı izleri ile dolarken, geceleri dönüşe geçmiş tek tük ince topuklu ayakkabı izlerine şahit olurdu. Bir noktada izler kesilir yerini yeniden makbul topuk izleri alırdı. Tren raylarının etrafındaki yıkıntılarda alelacele kıyafetler değişirdi. Basma etekler poşetlere girer, ucuz pespaye kumaşlardan dikilmiş rutubet kokan ahlaksız elbiseler giyilirdi. Bazen o taşların arasından unutulmuş anne penyeleri, tokalı terlikler bulunurdu da “bu dilencilere bir daha üst baş vermeyin bak gene tren yolunun oraya atmışlar” diye yorumlardı mahallenin dekoder emmileri.
Sevinç abla, bir mevlüt evinde hacı babasının dört dörtlük kızı olarak övüldüğünün akşamı bizim evde çantasındaki prezervatifi gösteriyordu. Hayatımda ilk gördüğüm kaputtu, şişirdik şişirdik güldük. 1 yıldır işe giderken başına bir eşarp bağlıyor Mamak sınırlarından çıkar çıkmaz röfleli güzel saçlarını bayrak gibi dalgalandırıyordu. Özgürlüğün sarı bayrağı. Kimse de demiyordu ki bu kız kendine bir yıldır niye yeni bir eşarp almıyor. Kocası hapiste olan Firdevs abla evine erkek olarak babamı alıyordu. Gerçi babam neredeyse gözüne kestirdiği her kocasız kadının evine girmenin bir yolunu bulurdu. Kadının biri onu bacağından vurunca ancak kendinin de bir evi olduğunu hatırlamıştı. Annem makbul kadındı, erkeğin elinin kiri dedi sustu oturdu. Neyse bu konulara ilerde bildiğim bütün küfürlerle beraber dönerim. Amcamın kızı kuran kursuna gidiyorum diye Cebeci’deki sevgilisiyle buluşmaya giderdi. Tren raylarında beraber soyunurduk. Mutluyduk. Ülkü, annesi Yasin toplantılarında, hayatında hiç deniz görmemiş Ankaralı kadınlara “denize girmeyin hemşireler, denizlerde erkek vücutlarının suları var haramdır haram” diye fetva verirken 3. kürtajını oluyordu. Ben, duvarında kabe manzaralı kilim asılı hacı yağı kokan odamızda masturbasyon yapıyor, çin’deki adamları bile işletecek kadar telefon sapıklığında kademe atlıyordum. Ergün’ün çükünü kendi vajinamdan çok görmüştüm. Uğur’la yatmayı düşündüğümde 8 yaşındaydım. Aldatmayı düşündüğümde 9
Bizim kokuşuk düzene kafa tutan küçük oynak dünyamız, karda açan öğsüz oğlanımız. Evet, herkes gırtlağına kadar yalana batmıştı, hepimiz hemen yarım metre aşağıda bacağımızın arasında duran cinsel zımbırtıların hazzına ancak gayrı meşru yollarla dolaylı yollardan ulaşabiliyorduk, herkes bi ötekinin götünün çanağındaki benden, etek boyunu bırak apış arasının kıl boyundan haberliydi ama bilmiyormuş gibi yapmakla sözleşmiştik. Dendiği gibi “gerçekler dayanılmaz olduğu zaman herkes yalana sarılır”dı. Bu iyi bir durum demek mümkün değil fakat kötü bir durum da sayılmazdı. Kendi içinde heyecanlı, ateşli ve maceralı. Ama dışarıdan bakınca sanırım baya çirkince bir şey. Bir yalan imparatorluğu, mide bulandıran devasa ahlak piyesi. Keşke olmasaydı lakin olan oldu.
Bir gün bir yerde belki de aynı yerde yine görüşeceğiz. Sevgii