En son görüşürüz mucks diye kapatmıştın telefonu ayaş kaplıcam. O gün bugündür ne görüşen var ne öpüşen. Sana da kabak gibi görünüyor olmalı "görüşürüz" kelimesinde saklı baştan savmalar. O kadar tepesi iki noktalı harfin bir araya gelmesinden hayır gelmezdi zaten. Olmuyor değil mi o işler; noktalı u, çizmeli g, şapkalı a larla? Olsa aşk'ın a sı şapkalı olurdu kuzum. Ne kadar süslüyse o kadar güzel değil, manzara koydum. Hiç bir ilişki canııııııııııııııımmm da ki ı lar kadar uzun, m ler kadar dudak dudağa değil. Alfabeyi baştan saydırma şimdi bana. Belli yürümüyor işte kara tren; romantizmde ağır, sözde ucuz edebiyatla. Sana bir şey dediğim yok gevrek simidim, gidişat böyle. Durum bu iken bu.
Lafı dönüp dolaştırıp illede çaya getiresim var beypazarı kurum. Oradan ateşi tavana vuran sobaya da bi uğramalı. Kuzinesine patates atmadan şurdan şuraya gitmem. Ama iş kenarına kıvrılıp uyumaya gelince orada iki dakika duracaksın? Ne kadar ısıtırsa ısıtsın sobayı sana tercih edecek değilim. Ayıp ederim. Tam burada edebiyattan bir parça alıp üstüne "yanma korkumdan değil ha" yı ekledikten sonra "sobada yanmak senin ateşinde yanmanın yanında nedir ki?" deyip zirvede bırakmak vardı ama... Konuşmuyor soba benimle ayva kokulum. Çay içmiyor bir yudum "çayda çay olmuş ha tavşan kanı mübarek" diye diye. Mırıldandığı şarkıya lafım yok. Gümbür gümbür öttürüyor şerefsiz. Ama teneke işte. Hem teneke hem şerefsiz. Senin savsak bir "görüşürüz" lafın etmez. Ne kadar başından savarsan sav, bana bir defa daha "görüşürüz" demeni şu homurtulu tenekenin yaptığı çaya, çıkardığı sıcak mırıltılara değişmem harikalar diyarım.
Adın üç kere geçti saçma sapan bir filmde/ yalnız olsam çok ağlardım ama annem bakıyordu/ otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime/ anne dedim, hadi çay koy da içelim
Daha daha nasılsın diye soracak olursan şayet pek sormayanım. Boş ilaç şişelerine pirinç doldurup kapı süsü yaptığımızdan beri karizması kalmadı hastalıkların. Çoluk çocuğun ilkokul projesinde boyalı küçük evler oldu prozac kutularım. Perdelerini eski, gelinin yaşından da eski bir duvak tülünden ellerimle yaptım. Onlar bu dersten 5 aldı, ben ders aldım. Şunu bir yere yaz. Birisinin acısı bir gün dönüp dolaşıp senin başarın oluyor. Hayat özetle bu. Hamsi kamyonu peşinden gelip ankara halinde mahsur kalmış göçmen martım.
Bir gün benimle aşti'de, kumrular'da, kuğulu parkta karşılaşırsan. Olur ya. Sana içimden müslüm baba geçiyormuş gibi bakmama inanma. İyi öğrendim oynak bir taverna şarkısı olduğumu arabesk bakışlara saklamayı. Bazen de tam tersi. Kaçın kurasıyım kim bilir. Hepten inanmamazlık etme aman ha! İnan ara sırada olsa bana. Yoksa yapacak bir şey yok gider bende bir güzel martı olurum. En kötüsü de ankara martısı olmaktır keza. Deniz olmayan yerde martı olunmamalı. Lafı gelmişken söyleyim martıları hiç sevmem. Her buğulu sözün içinde kendine yer bulan, iki lokma ekmek için kırk takla atan yılışık bir kuştur kendisi. Bu konuyu sonra tartışalım.
Mesela inan, ana avrat saydırsam da "görüşürüz" lafına, arada içine dalıp umuda giden bir akıntı aradığıma.
Mesela inan, seni ankara'ya benzetmekte zerre edebiyat kaygım olmadığına. Belki gevrek simitte birazcık.
Mesela inan, sana söz verdiğim keki iki defa pişirip ikisinin de kabarmadığına, telefonu var sende aç sor vanilyaya
Mesela inan; alfabeyle o kadar haşır neşir olmadığıma, adını yazarken kullandığım 5 tanesi müstesna
Mesela inan; sana kızdığıma, sana çok kızdığıma, sana pek çok kızdığıma!