Salı, Ağustos 25, 2009

Gel gör şimdi ne haldeyim

Yine bir şehrin, bir internet kafesinde Dj bahtiyar, DJ hamido, Dj nazmi adında rep'imsi bişeyler geveleyen adamların akımına kapılmış emoların arasından yazıyorum. Bu sefer İstanbul Kağıthane'deyim.

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum belki iki ay belkide daha fazla zamandır tanımadığım insanlarla yaylalara çıkıp çadırlarda koyun koyuna yattım. Onlarca köy ve kasabayı turneye çıkmış sirk kafilesindeki beyaz popolu hint maymunu gibi dolaştım, türlü gösteriler sergiledim, halayda başı çektim, günün sayısız vakti kostak oynayıp bir baraj gölünde boğulmaktan kurtuldum. Nihayet macera bitti...sayılır.
Dayım Kayseri'de bir çiftlik evi satın aldı. Son bıraktığımda at, inek, eşek, köpek topluyordu. Akşamları balkonda oturup "ali dayının bir çiftliği var çiftliğinde horozlorı var" şarkısını söyledik, şarkıyı söyleye söyleye bulduk bir çiftliğe hangi hayvanlar istiflenirmiş. İnşallah kendini şarkıya fazla kaptırıp çiftliği domuzla doldurmaz, çünkü hala kendini Almanya'da sanıyor.

Geçen gece yine, kahretsin ki yine bir düğüne gittim, insanlar ne çok evleniyor uçkuru düğümlenesiceler! Günde 20 tane düğün-20 gerdek gecesi-20 bebek-20 evlenecek insan daha.. eyvah eyvah!!
Düğünde bir kadın vardı; çingeneler gibi dallı güllü giyinmişti, sanki seksi gibiydi ama itici bir seksapeli vardı, kaşıyla gözüyle yaylanın tüm erkeklerini koynuna davet ediyordu gözüm hiç tutmadı, tutmadığı içinde gecenin sonuna kadar onunla muhabbet ettim.
"İstanbul Mahmutpaşa'da 4 katlı bir dükkanım var, geldiğinde ara beni gelir seni terminalden alırım takıl ablana" dedi göz kırptı.
Telefonlarımızı aldık ama bu matild manukyan'ın çingene pembesi tonu kadını aramaya hiç niyetim yoktu, işte öylesine oldu silerim bir ara.

Bir kaç gün sonra dayıma artık beni azad etmesini söyledim Ankara'ya bilet alacaktı "birazda ablama gideyim biletimi İstanbul'a al dayıcım" diyerek ikna etttim.
Geçen hafta çıktım yola kafamda bin türlü plan; şöylemi yapsam, böylemi etsem, onu naapsam, bunu neetsem, yok yok etmeyim etmeyim. Sık sık otobüsten inmeyi düşündüm Sakarya'da indim, geri bindim, indi bindi yaptım.
Ablam beni Merter'den alacaktı ikide bir arayıp;
- nerdesin geldin mi, az mı kaldı, çok mu oldu?! telefonu kapattım. Birazda onun bu korumacı soruları cesaretimi artırdı. İstanbul Okmeydanı'na gelince "tamam" dedim burası son durak. Otobüs gitti kaldım ortada, kendimle kavga ediyorum:
"kız koş koş otobüsü takip et, ahada gitti gitti! allahın aptalı bak şimdi ne yaptın nereye gideceksin? çocuk oyuncağımı lan bu işler? az sonra çişin gelse işeyecek yer bile bulamassın sen! aklına işe bari aklınaaaa!!"
Ayağımda kenarı yırtık babetler, elimde yayla kokan elbiselerle dolu ama üzerinde denizbank yazan bir çanta. Ani bir korkuya kapıldım, kalbimi yıllardır ilk defa böylesine çarptıran bir duygu yaşıyordum, hoşuma gitmedi değil kah aşk böyle çarptırır, kah banki camping ama çarpıntı aynı çarpıntı böyle depreme benziyor. Sezercik pozisyonunu aldım bir yere çömdüm, etrafa tıpkı aynen onun gibi baktım "cesaret cesaret korkacak bişey yok heryer aynı, bak kuyuyazı caddesi gibi buralar" ne kadar salağım! korkulacak şey sayısında İstanbul'dan ötesi var mı!

Kimi arayacağımı düşündüm. Aklıma düğünde tanıştığım şu seksi çingene kadın geldi sonra geri gitti, kendiliğinden gitmedi ben zorla götürdüm. Sonra pazarcı arkadaşım, kardeşim, kadim dostum Hakan'ı hatırladım. Çocukluk arkadaşım Hakan bu yaz evlenip Ankara pazarlarından İstanbul pazarlarına terfi etti Kağıthane'de ev tuttum demişti. Telefonu açtım ablamın arama mesajları geldi, hiç ırgalamadı.
Sonra düşünüp, taşınıp birazda açık kapı aradığımdan ablamla konuştum. "Aklım şu aralar başımda değil kafama göre şeyler yapacağım, beni bir rahat, bir serbest bırakın allahınızı seviyorsanız bıkkınım abla ya bıkkın! sen beni anlarsın, cesaretin olsa sende bırakıp gidersin yalan mı?? Şimdilik bizimkilere sende olduğumu söylersin yada sen bilirsin, işine ne geliyorsa onu söyle arama bi müddet" dedim, evet dedim. Ablam şok oldu tabii, kafamda bana normal gelen şeyler söze dökülünce karşımdakilere anormal geliyor, niyeyse?!

Hakan geldi beni Kağıthane'de ki evine getirdi. Eşi beni görünce kocası kuma getirdi sandı, söylemedi ama yüz ifadesi öyleydi. Sonra ben ikisine durumu anlayabilecekleri nisbette anlattım, anladılar sanırım yada anlamış gibi yapıyorlar herneyse neyse ne. İşte bir haftadır onlarda kalıyorum çok kötü bir evde yaşıyorlar fakirler fukaralar birde ben geldim hah şimdi sefillleri çekebiliriz. Hakan pazara gidiyor, eşi kurdele nakışı işliyor, komşular gelip gidiyor benim kim olduğumu araştırıyor. Ben burada ne yapıyorum ki? iki yeni evli benim yüzümden artık sesli ve gürültülü sevişemiyorlar en çok buna üzülüyorum valla. Yukardan E5 karayolu geçiyor İstanbul'un meşhur "e beşe çıkmak" deyimi aklıma geliyor bazen.

Sürem doluyor bundan sonraki yazımı Bingöl'de ki bir kafeden "şemmamme" dinleyen kara yağız oğlanların arasından yazarım artık. Ailemden haber alıyorum, beni ablamda sanıyorlar. Ama olurda bir televizyon proğramında "yavrummm kimbilir nirelerde perperişan hallerdesin, vıy anam vıy ben nere gideyim" diye ağlayan bir kadın ve onun sol yanına oturmuş habire kadının gözüne yumruk indirip "mına goduumun garısı senden olan gızların hepisi anca böyle mudara olur" diyen pos bıyık kara bir herif görürsen bilki onlar benimkiler, sakın haber verme!



Pazartesi, Ağustos 10, 2009

istesem o dakka blog yazmayı bırakırım !



diye az dayılanmazdım ama işin aslı öyle değilmiş. Blog yazmadığım daha doğrusu yazamadığım günlerde gece gündüz sayfa sayfa blog yazmaya devam ettim, beynimin A4 lerine. Ama sabah kalktığımda elde ne yazı vardı ne bişey, kaldım öyle öğsüzler gibi. Bu işi bırakmak her dayının harcı değil güzelim, bırakılmıyor, bırakılamıyor. Kafelerde yasaklansa kapının önüne iskemle atar orada tüttürürüz bloğu valla.


Şu anda bırak kadınları dişi sandalyenin bile giremediği bir internet kafede, ensemde kantır oynayan erkeklerin arasındayım. Arada banada ateş ediyor "fire in the hole" diye bağırıyor bu ismail yk klanı osuruk ahalisi.(umarım bu yana bakmıyordur az önce yanımdaki osurdu haliyle tüm kafe cemaatini osuruklu olarak damgalamama o sebebtir. bir laf var "bir tırkı dana bir nahırı boklar" diye o hesap)

Nerede olduğuma gelince; şehir sembolü "turp" olan bir kasabadayım (deminki osuruk hadisesini yeterince açıklayan bir sebze) Burada senede bir kere turp festivali düzenleniyor "turup gibiyim turup" yarışmasında kasabanın güzeli falan seçiliyor. Yedikleri turpların gazını da boşa israf etmemişler bir takım tesisler kurmuşlar; kaplıca, değirmen, şeker fabrikası gibi tesislerin enerjisini bizzat turp yiyenlerden temin ediyorlar, geğirmek ve bilimum gaz salgısı hiç bu kadar ülke ekonomisine fayda sağlamamıştı.

Aman be ne anlatıyorum ben ? şimdi konu niye turp? bu mu yani bir aydır blog yazmama nedenim? turp mu??? Değil yav değil işte beni bilirsin bi çene bi çene, açıldımıydı parkta oturan neneler gibi; kuyruğuna kurt düşen koyunlar kurtlardan nasıl kurtarılıra kadar giderim.

(internet cafedeki son 20 dakikam)

Almanya'dan kesin dönüş yapan dayım ve "bu köy niçin köy gibi kokuyor şahin!??" diyerek bana kendinden eğlencelik malzemeler veren karısıyla medeniyet denen tek dişi kalmış canavarın hiç uğramadığı orta anadolu'da şamatalı bir gezi halindeyim. (sosyete neden tibet'e gider ki? işte türkiye'nin tibet'i buralar, çok vakte kalmaz buda'ya ulaşmazsanız biraz sonra aşağıdaki satırda adı geçecek armut ağacında yorum onaylamak nasip olmasın)
Yani evimizde değilim, internetim yok, cep telefonum sadece yosma teyzenin (adı yosma olan bir teyzeye şaşırma burada adı hafiye, eşe ve köşe olan başka teyzelerde var) armut ağacının 3. dalında çekiyor. Kaç insan armut ağacının tepesinde blog yorumu onaylarsa ben o kadar insanım, ben o kadar armutum ama bu sene armutlar hiç iyi değil. Hazır küçük emrah dramına düşmüşken aklıma geldi, sahi paramda yok benim! Köy köy dolaşıp eşek ölüsü arıyorum ki nalını mıhını sökerde pazarda satarım diye. Te o kadar eşeğim!

Daha anlatacak yazacak çok şey var, buraya anlatmasam bile sabaha kadar pireli itler gibi debelene debelene duvarlara anlatıyorum zaten. Şimdi gideyim kafedeki tek güzel şey olan hatta bir aydır gördüğüm en güzel şey olan kasadaki çocuk "bitti bitiyor" bakışı atıyor, ee hadi siminya' da gitti gidiyor zaten...

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...