Salı, Temmuz 27, 2010

Düzgün kız gerçeği!

   

  Eşeğin aklına karpuz, lise tuvaletlerine çoçuk düşürmenin trend olduğu bir dönem. Okula giden kızlar bir bir namusunu kaybediyor, namusu karşılığında aldığı cenini illaki okul kanalizasyonuna düşürüyordu. Her hafta düz-gün lisenin çıkış zilinin çalmasıyla yarışma başlıyor eve ilk koşan ailenin ortalık karıştırmaya bayılan mazarat sıpası "gene okulun tuvaletine bebek düşürmüşleeer " haberini müjdeliyordu. Bir cümbüştü ki sorma gitsin. İlkokulda çernobil fındıklarını hüpletmiş, lisede rezervuar gümletmiş "nükleer ablaların" öncülüğünde mahallede salyangoz satışları başlamıştı. Hayat, evde oturup işlenen zig zag desenli havlu kenarlarında değildi azizim. Hayat; yasemin'in lümpen kızlar partisine yan bahceden iltica eden zigli veletlerdeydi. Hayat; okula giderken arkandan herhangi yaştaki bir karşı cins "pişt" desin diye saatlerce ayna karşısında kıvırma çalıştırdığın, kıvırtan popondaydı. Hayat; belden yukarda toplaşmış "hayati" iç organlarını teyet geçmiş o kadarda "hayati" değeri olmayan belin altına konuşlanmıştı. Şurada hayatla ilgili tespitler attırıyom asıl ramiz dayı benim lağn diyen bende değildi, hayat. Yemişim hayatı!

   Hem evden hemde zıvana denilen meşhur cisimden dışarı çıkmıştık kısacası.Türk filmlerinin; alnının teri, bileğinin gücü ile kaportacılık yapan yiğit arabeskci delikanlısının "nevimin kadını nolacaksın" vaadlerini yoksul bulup sekreter olarak işe başlayan, sonrada yoldan çıkan aşüfte sevgilileri gibiydik. Bu filmler aileleri "azcık kabarsın hemen kocaya" mantığına hapsederken bana; tarifte teşvik vardır hesabı öğreti oluyordu. Bir an önce kafası kelebek tokalı sekreter olup, duvarda açtığı delikten kişifleyen patronun tacizine uğramak istiyordum. Konfeksiyonda işe başlayıp usta başıyla, esas deliğanlı arasında husumet nedeni olmak istiyordum. Okul tuvaletlerine bebek düşüren kızların çalkantılı maceralarını abimin, babamın yanında "hiç şaşırmadım o kızdan herşey beklenir" diye yorumlarken; yatağa uzandığımda olayın üstüne pretty woman senaryosu yazıyor, başrole de güzelcene kendimi yerleştiriyordum. Kürsülerde ikiyüzlülük derslerinde okutulsun bunlar.

    Karpuz kabuğu taarruzlarına çok direndim, fakat içim çoktaaan düşman kuvvetlere yenilmiş topraklarıma eşşek adası adı verilmişti. Görünüşte asla ablalarım gibi namıssız değildim, öyle düzgün kızdım öyle hanım hanımcıktım ki yedi düvel benim namımla çalkalanıyordu, komşu düvellerden misket mahallesinin tek düzgün kalan kızını görmeye akın akın ziyaretler oluyordu. Bu güzergaha doğru tabela bile koymuşlardı "DÜZGÜN KIZA GİDER ------>" diye. Hatta bak şimdi anımsadım (düzgün kızlar anımsadım der eğri kızlar amınsadım) bir gün bahcede edepimle oturmuş ipe bamya dizer idim duvarın üstünden bir emminin bana baktığını gördüm, dediki;
-kızım ben palanın evini arıyorum onun bir kızı varmış, düzgünmüş?
-ehe ehe buyrun benim
-vay anasını dedikleri kadar düzgünsün!!
-ne sandın babalııaak yani şey evit amcıcımcım, soğuk bişey?
  Halbuse ben hayatımda hiç bamya dizmedim, bamyanın mecazi anlamı da dahil hiç bir versiyonunu sevmem. Kızılay sokaklarında fingirderken sık sık abisine yakalanan meşhur fingirdek fikriye benim.  Oran'da bir alt geçitde mini eteğini çıkarıp maksi eteğini giymeye çalışırken tinercilerin "fırk" dediği şıngırdak şaziye'de benim. Şu aşağıda yerine kültür merkezi yapılan ayva bahcesinde ergün'e müstehcen fıkralar anlatıp hangırdayan hangırdak hayriye'de ben oluyorum. Alamancı yavuklusunun bacağını bıçakla deşip olaya kaza süsü veren...kazaydı ya yemin ederim.


Yılmaz erdoğan soruyor,bu sikeçin ana fikri nedir siminya?

   İyi sıfatlar kötü niyetlerini saklamak için sağlam kılıftır. Sen öte tarafta entrikanın, fırıldaklığın, civildekliğin, despotluğun binini bin paraya satarken millet seni üstad, duayen, mirim, şıhım, hocam, güvenilir seda sayanım, demokrat bedri baykamım diye çağırır. Adın kapıları açmaya yeter, ünvanın, etiketin yediğin bokları örter. Aman yediğin içtiğin senin olsun. Kendimde test ettim, şu sahtekarlığın parmakla gösterilmesi parmaklanmaktan farksız. Düzgün görünmeye çalışmak, eğri olmaktan daha şerefli değil. Hem alanında daralıyor; şunu demeyim, bunu yapmayım, onu etmeyim diye kendine sınırlar çiziyosun öte yandan düzgünseverler cemiyeti de boş durmuyor onlarda çiziyor, türkiye kadar gövdenden sana kala kala bayburt kalıyor, üzerinde ne tarım yapabilirsin nede hayvanlık. Oysa eğrilik öyle mi? Na tüm ovalar senin; ister at koştur, ister fabrika bacası diktir. Arkadaş!! aman farklı anlatacam, oy betimlemenin kralını yaparım, anam avradım olsunki kinayenin suyunu sıkar süt diye satarım diye diye blogu trt.2'nin "ülkemizde arıcılık ve yayla turizmi" şubesine çevirdim, ne ayak??? Akşam bakla sabah bakla allahım sen beni sakla, amin



Pazartesi, Temmuz 19, 2010

Sana bahaneler hazırladım domateslerden

          Şiştt naber koltuk altı salamura kokulum? Ne alemdesin 12 yaşından beri göbeği içine çekik yaşayanım?
Ne sandın haftalarca iki satır yazmayıp yazmayıp sonra "biliyorum seni uzun zamandır ihmal ettim blog" diye bloga gurbetteki sevgiliden hasretli mektuplar muamelesi yapmamı mı? Yada 15 gün ortadan kaybolduğunda kitlelerin telaşa kapılıp "ne oldu ki? öldümü ki? kaldımı ki? yazmıyo meraktayım :(" telaşına kapıldığına blogunu eskaza ziyaret edenleri satır arası sol kroşelerle inandırmaya çalışan; yazar-okur dağılımında "yazarrrr" mevkiinden "okur"larına seslenen "nolur hergün yaz" blogcusu gibi "yazmayalı uzun zaman oldu sevgili okur, maillerinize de cevap yazamadım çünkü..." diye başlayacağımı mı?
    He lan! sefam olsun maksadıyla öyle başlayacaktım hesapta, ama ortada yazmama nedenime kılıf olacak gerek yalan gerekse hakkat bir bahanem olmadığı için işi seyyar samimiyete vurdum. Pek tabi bahane bulurdum; netim kesik, dayım öldü (tek dayım var, acımasızım) çok yoğunum, acayip meşgulüm vs. gibi ama millet sosyal sitelerde layklaya layklaya sürttüğüme, RT RT gezdiğime şahit.
             Ne olsun teneke, hava sıcak işkembemizden ter fışkırıyor bırak uzun uzun yazmayı; uzun okumayı, uzun giyinmeyi, uzun geceleri, uzun insanı çekmenin klima takviyesi gerektirdiği kuyruk kurutan aydayız (anne lafı, açılımı uzun ve tiksinç) okusak okusak anca 140 okuyabiliyoruz artık. 141? abi naaptın!!

              5 günlüğüne antalya'ya gittim. Nasıl oldu bende anlamadım normal şartlarda benim x noktasından y noktasına varmam için evden "bakkala ekmek almaya gidiyorum" bahanesiyle çıkmam sonra kendisinden bir daha haber alınamamam gerekiyor. Ama işte bak oldu, peki oldu da ne oldu? Bir antalya sabahının domates tarlası göbeğinde uyandım. Babamın yıllar evvel okeyde zebzeciye ütüldüğü bahtsız teyzem "şunu şöyle kıvırıp böyle çekeceksin" diye domates koparmanın inceliğini anlatıyordu! Ne şimdi bu? Tv aracılığıyla bakir(!) anadolu halkını her gece baştan çıkaran "etiler, nişantaşı, bebek, deniz, burası istanbul o yeaa" erotizmine kanıp istanbul'a gittiğimde "kağıthane deresi, E6 karayolu, yırtık ayakkabı, enişte tükmüğü, mahmutpaşa" egzotizmiyle halvet olmuştum. Yazla birlikte istanbul'dan aşağılara akan aynı erotizm ticaretinin antalya'sın da ise "cıbıldak insanlar, bronz gövdeler, röntgen ortamı, gevşek gönül yayı" yerine, tarlalar dolusu "domates, domates, domates, domates" gördüm. Züğürt ağayı daha iyi anladım... 
Peki ben kaçın kurasıyım? Kim bilecek ben kaç kurayım? Hem kura nedir? Geçelim bunları bakışları teyzeye yöneltelim
-annemin yarısı teyzem (kilo olarak dörtte biri) sence benim günlük domates ihtiyacım kaç adet? 2 bilemedin 3 ee ne demeye koca tarlayı benim için heba ediyorsunuz? alayım şu köşecikten iki adetcik, yiyivereyim doysun göbecik...fiyuvvvvv tabana kuvvet siminya!

         Bahanelerin ebesine rahmet, kısaca vaginilotik pegasus adı verilen o müzminnn o ölümcül o "düşmanımın başına verme allahım" hastalığı üstüne sürdüm. (iyileşsem bile ben bu hastalığın ekmeğini daha çok yerim (bknz: beşir) Yüzümde toplama kampındaki o çocuğun bakışı, bir elim kasığımı merhametli kıvrımlarla tutmakta öteki elim duygusal dokunuşlarla kalbimin üzerinde yatmakta (aynını anneniz üzerinde deneyiniz)
- herşeyden etkileniyor bu hastalık... nemden, tarla toprağından, yeşil bitkilere dokunmaktan, kırmızı renkten özellikle domates kırmızısı...sen domates ektin diye değil ha kivi olsa toplardım ama domates çok kırmızı çokkk :( denize sıfır iyi gelir dediler, son günlerinde adonis kası seyrettirin dediler...rabbime sormuşlar kum demiş..teyze bırak beni bırakki son günlerimi huzur içinde geçireyim...

    İnanmadığını biliyorum çünkü mimik, ses tonu ve vücut oyunlarında kaç yıllık sahte deneyimim var ünlü yalancılarla çalıştım ama ama gözler yalan söylemez..gözlerin seni ele veriyor..yinede saldı beni kızgın bakışlarından sıcak kumlara..canım teyzem ah annemin dörtte biri..
( 140 karakteri geçmedi dimi fazıl?)

Perşembe, Temmuz 01, 2010

Şimdiki saçım olsa yapmazdım

Okulun bahcesinde duvar dibine çömelip bir yandan dilimle dudağımın üstüne yeni bir sümük birikimi olmuş mu onu yokluyor, bir taraftanda saçımın içinde ekmek kavgası veren küçük hayvanları parmağımın adımlarıyla kovalıyordum.
Henüz bonus reklamlarının piyasaya düşmediği günlerde ülkenin nadide bonus kafalarından biriydim ama o zaman bit pazarına nur yağmamıştı, bitli kabarık saçlarım ne bankacıların bonus kafası, nede acun'un survivor metin'i olabilecek değerdeydi. Saçları elidorlu olduğu için düz, düz olduğu için memur, memur olduğu için elidorlu, çantaları ve önlükleri "balinleriz vik vik vik" diye öten memur çocukları; beslenme çantalarından sağlıklı beslenelim sağlıklı büyüyelimlerini çıkarırken, ben pasağım yetmezmiş gibi birde çemenci fadıl emmiden terleyince sidik kokusu üreten çemen ekmek almış "muallebi bebeleri mınıki" diye uzanamadığım camiaya küfrede ede zıkkımlanıyordum.

Okulun, iç yağının erimesi tabirinin anlamını bilmediğimiz halde içimizin yağlarını eriten müdür yardımıcısı bulut hoca yine her zamanki bariton sesi ve büyüyünce orhan gencebay olacak takım elbiseleri ile bahcede "aferin aferin işte böyle çocuklar" diye dolanıyorken beklemediğim anda rotasını bana çevirdi. Ondan hoşlanıyordum ve ilerde bebelerimin babası olmasını istiyordum ama yinede kendime çeki düzen vermedim. Çünkü kendine çeki düzen nasıl verilir bilmiyordum. Böyle iyiydim yaaa. Kabul, heyecanlanmadım değil. Hiç bir tenefüsde elim sende yapılmayan, ebelenmeyen, yakar toplarla yakılmayan bu naçiz bedenime doğru hızla bir jön yaklaşıyordu. Belki gelip beni bu nalet hayattan, şu zalım feleğin çemberinden kurtaracak atının terkisine atıp dağlara götürecekti.. (Umut bit şampuanı.. Umut.. Umut tüm eczanelerde) Elidor saçlı memur çocukları ise sağlığın beslenme çantasında değil dağlarda olduğunu böylelikle anlayacaklardı..Boşuna o kadar dağlı tepeli şarkı yapmadı adamlar. Var o dağlarda bi iş.

Kahramanım; atımı okul çıkışına bağladım aşkım yüz ifadesiyle geldi geldi, o yakışıklı pambıksı elini bana doğru uzattı uzattıı.... ve fırkkk diye bitli, kabarık saçlarımın içine sokup kaşır gibi yapa yapa havalandırdı "ne alemdesin bakalım kız yapağılı" dedi. (orası bitli! elleme bak işte elin bit oldu diyecektim baktım gicişmeye iyi geliyo, vazgeçtim) Kafamdan yani saçlı olan değil düşünceli olan kafamdan geçenleri bilse bana yapağılı dermiydi? Yapağının anlamını amcamın yaptığı ticaretlerden hemen hemen biliyordum. Kamyonla van'dan, tatvan'dan, batman'dan koyun yapağısı getirirdi, yapağı bildiin topak topak bokların, ölü böceklerin ve çalının çırpının bol keseden kümelendiği koyun yünü. Bulut hocanın elinin dolandığı alanda bitler çıtır çıtır patladı mı hissetmedim ama oralarda birşey "tınnn" etti bunu tüm bedenimde hissettim. Bu durumu tınlamıştım, çok tınıma gitmişti. Okulun ikinci yakışıklısı (birincisi uğur, babası memur, çöpe 404 yapıştırıcısı sıkmayı ve kızların eteğini kaldırmayı seviyor, düz saçlı, şampuanının adı bilinmiyor) bana boklu kafa demişti! Hiç kimse atının arkasına yapağılı bir kafa atıp dağa kaldırmaz. Yapağı baya kötü bişey, yapağı bir kız çocuğunun hayallerini yıkan korkunç bir ham madde ve inşallah amcam bir daha yapağı gibi kızları üzen bir şeyi taşıyacak kamyoncu bulamaz, umarım dünyada yapağı kaynakları tükenirde insanoğlu son yapağıyı müzede sergiler ve o koyunlar varya o koyunlar ölsünler! ölmesinler de kel kalsınlar!

Okul dönüşü bazı kararlar aldım. Artık benimle de elim sende oynanacak, uğur benim de eteğimi kaldıracak, bulut hoca aşkımdan içkiye başlayacaktı. Önce saçlarımı tamamen kazıttım bit bunun için iyi bahane oldu, annem zaten saatler öncesinden makası alıp bahce kapısına oturmuştu sevinçle karşıladım (işin aslı annem beni terlikle kovalayarak yakaladı, döve döve saçımı kazıdı bende saçım kazınırken birazda annemin "temiz olacaksın, çemen ve sümük yemeyeceksin" baskısı sonucu o kararları aldım şimdi ise gurur yapıp "zaten kararlarım gereği kazıtacaktım" diyorum, çakallll) Alman malı "Schafwolle"kırpma makinesiyle şanıma, koyunluğuma yaraşır bir şekilde kırpıldım. Kırpılan yapağılarımı amcama götürdüm " bu iyi para eder kamyona yükleyim" dedi koşarak uzaklaştı. O kel fotom hala albümlerde var, az sonra pırasa saçlı insanların evini kundaklayacak bi alman dazlağı gibi görünüyorum. Saçlarım uzamaya başlayınca anneme elidor aldırdım. Geriye düz saçlı olmak kalmıştı bunun içinde hülya abla saçlarıma sık sık ütü yapmayı kabul etti. Kızın o senesi bir pantolon, bir gömlek, bir kafa ütülemekle geçti. Kafa ütülemenin gerçek anlamını bilen ender insanlardan biridir kendisi, hasretle kucaklıyorum.

Saçlarım: Artık bonus değil. Saç; uzadıkça tepemde daha fazla kıvrılmanın matematiksel olarak imkansızlığını farketti saldı kendini aşalara
Amcam: Saçımdan elde ettiği gelirle kendine malikane aldı, beni kapısından içeri sokmuyor şerefsiz
Bulut hocam: Sağ eline nereden bulaştığı bilinmeyen bir hastalıkla mücadele ediyor, acil şifalar
James Blunt: Bu yazıyla alakası yok bulut deyince blunt aklıma geldi ondan yazdım
Elidor: şampuan ama bit temizleyemiyor

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...