Salı, Kasım 30, 2010

İnternete iğrenmek için giriyorum

           Bende herkes gibi internete eğlenmek için giriyorum demeyi bi severim ki çünkü bu cümlenin üzerinde fazla düşünmüyorsun kolayca akıveriyor dudaklarından, yormadan sormadan sormadan yormadan. Zaten sürü psikolojisini yaşamayı severim, ekip ruhuna inanırım, gel denilen yere gider kimse git demedikçe de gitmem. Dün ütü yaparken ütü yapmayı ne kadar sevmediğimi düşünürken düşündüm bunu. Aklım başıma klozette sıçarken gelmez, bu da başka bir sahici olup olmadığı test edilmeden  kullanılan kalıp. Kalktım test ettim: klozette insanın aklına öyle aman aman fikirler gelmiyor, tuvalet kağıdı geliyor, son damlayı düşürdüm mü geliyor, donumda delik var mı acaba diye yoklamak, eğilip koklamak ve koku hafızasını "asayiş berkemal herşey hala bildiğin gibi kokuyor" diye tatmin etmek geliyor vs. Yani "hacet" başlığı altında değerlendirilebilecek bütün abık sıbık fikirler geliyor ama ütü yapmaya son verecek bir cihazın prototipi falan gelmiyor, bu bir şehir tuvaleti efsanesi. Tıpkı "internete eğlenmek için giriyorum" tekerlemesi gibi.

Tam olarak nerede eğleniyorsun, nerelerde kopuyorsun arkadaş bi söyleyiver hele? Faceboook'da, Youtube'da komik videolar altına yazılan "yarıldım lan puhahahahhahayhahahahahhahqahabdv jklfgjkghklşghpklhjkl" yorumunun sibersonik abartısı kadar gülmediğini ikimizde biliyoruz. Gülümsetiyor, belki şaşırtıyor çok az bir ehhe ıhııı ığğagş sesini anca alabiliyor gırtlağımızdan, ya sonra? sonrası boşluk beleşlik.
Forumlar desen internetin sörvayvırı, daha üye olurken başlıyor çilen. Güya cıstak cıstak eğleneceğin yerde etrafını "kalk bakkaldan ekmek al" desen kırk tomar laf işiteceğin, görev aşkıyla gözü dönmüş birileri sarıyor: verdiğin link kırık! koyduğun foto açılmıyor! eklediğin müzik inmiyor! yazdığın yorum alakasız! diye diye meseleyi ada konseyine götürüyorlar.
İlk aşamalardan telef olmadan geçen biri bir kaç aya forum tarikatının muridlerinden oluyor "koş emrah ananı zikiyolar" dense forumda yaşadıkları kadar psikolojisini bozmuyor
"Hani repim!!? Bakıyomdaa NazliCan'a komik fıkralarda açtığı hiçte komik olmayan konu için 1000 rep verenler, benim torrentle indirip açtığım, yağlayıp geri ziplediğim, upload edip eklediğim Adobe Reader 35CC 788090 proğramıma bir rep bile vermiyor!!!"  yazıp kayıplara karışıyor üç gün ekmekten aştan kesilip telefonlara bakmıyor.
Konusu altına atılan teşekür sayısını az bulup veya beklediği kişinin (yüksek ihtimalle hoşlandığı forum admininin) teşekürünü bulamayıp küsen, avatarını siyah.jpg yapıp bir müddet şiir konusu bile açmayarak kırıldığının farkedilmesini umuyor.
Çünkü forum eğlenmek için hiçde iyi bir yer değil.

Oyun oynarken eğleniyoruz desem.. Online oyunların reele dökülen kanlı hasımlıklarından başlayıp 3. katta oturan komşumuz erdoğan abinin çiftçilik oyununda koyunlarının yerini değiştirdiği için kızına bastığı paparaya varırız. Adam öldürüyorlar sandık.
Msn de eğleniyor muyuz? Belki çok samimi arkadaşla bazen vuku buluyor, oda bazen. Valla ben orda da sinirleniyorum. Nasılsın? sorusuna verilecek cevabın "iiiiii" olması ihtimali bile beni delediyor. Bu cevaptan sonra daha bişey yazasım gelmediği gibi ağzının ortasına depik indirmeyi dünya'daki herşeyden çok arzuluyorum. (dünya'daki herşeyden? bak gör nasıl içim geçmiş buralarda) İnternet insanlarının yüzde/89 unun msn'deki aşkı/meşki uğruna nete girdiğini, bir "Pelin oturum açtı" pencereciği için 24 saat yol gözlediğini, beklerken ihtiyarladığını nasıl görmezden geliriz? O pelin orospusu kendini ağırdan satmak için günlerce çevrimdışı takılıyor bilesin.
Friendfeed, twitter, formspring, sözlükler ve belkide bloglar bile "acayip eğleniyoruz varyaa"lık değil, şimdi yemeyelim birbirimizi. Mahşer yeri gibi biriktiğimiz bu muğagodum egosantrik dingillikler sabrımızı, neşemizi, tadımızı tuzumuzu eğer çok bağlanırsak işimizi, gücümüzü, sağlığımızı kötü etkileyebilecek binlerce sebeple çaka çaka dolu.Yeryüzüne sığdıramadığımız egomuzu html'lere sığdırmaya çalışıyoruz. Belliki burası daha dar, ego izdihamından anlaşılıyor.


 .......
Bknz: "Takip Edilmemin En Belirgin Nedenleri: Kıvrak Bir Zeka, Hiciv Yeteneği Ve Gözlem Gücü"
Bu cümleyi kim söylemiş olabilir?
A) Hülya Avşar
B) Nihat Doğan
C)Atatürk
D) Siminya 

Malesef ben söyledim :/ Bi saniye hemen gitme, açıklamamı bir dinle! Valla çok utandım okurken. Çünkü ben iddialı konuşan insanlara çok pis bakarım, gözlerimle kemiririm. Popülerim popüler, şu kadar takipçim var, ay bu kadar birinciyim herkesi peşimden sürüklüyorum, şu benim lafım, bu benim fikrim, orjinalim, farklıyım, sıradışıyım ve buna benzer ne kadar iddialı cümle varsa bunları söyleyen insanın tesadüfen olmadığını, dersine çalışmış olduğuna kanaat getiririm. Belki benim önyargım, günah almam olabilir zaten istisnalar başım gözüm üstüne. Bu kadar nefret ettiğim bir tarzın en piç halini yapmış olmak koydu lan. Doğrusu böyle değildi tabiki konuşma ordan car car!
Aktüel dergisi bir kaç arkadaşla konuşmuş banada blogum hakkında soru sormak için mail atmış ama mail spama düşmüş. Geri döndüm ama çok geçti..yazı bitmişti. Nihan saolsun kırmadı ve twitter ile ilgili tüyolar sordu bende twitırda ki popüler kişilerin yazdıklarını düşündüm ona göre hızlı bir cevap yazdım. Ama dergiye nasıl basılmış? "Takip Edilmemin En Belirgin Nedenleri: Kıvrak Bir Zeka, Hiciv Yeteneği Ve Gözlem Gücü" hahah:fşfşfşşf.
 Aha cevabımın aslı (görmemişin röportajı olmuş çekmiş tekz-ipini koparmış)


Böyle işte. Konuyu buraya bağlamayacaktım ama konu egoya gelince aklıma kendim geldi, bağlayıverdim hemencecik. Eğer tekzip etmeseydim Amerikanın wikiliks belgelerinden sonra diplomasisinin kısıtlanması gibi olacaktım, övüngeçlere sövemeyecektim dilim bağlanacaktı lan!
İnternet populizmi ile ilgili başka bir yazı var aklımda orada daha küfürlü kelimelerde buluşmak üzere.

imza: kıvrak zekalı hiciv gücü 

Çarşamba, Kasım 24, 2010

Gel kaçma sadece hayat dersi vereceğim


"hayat bazen tarık mengüç'tür..."

          Su satan adamı tutup içeri çekiyor "bak siminya bu adam varya bu adam 60 yıldır su satarak evini geçindiriyor, yaa işte hayat böyle ne sandıydın" Bu şişirilmiş hayat dersine inanmamı bekliyor. Bir kere atmış yıl önce su yoktu! tamam be su vardı ama satılmıyordu, satılıyor muydu? Bence hayır. İşe girdiğimden beri tipi meczup ne kadar herif varsa kapıda yakaladığı gibi içeri atıyor ve bana "örnekte görüldüğü gibi" adlı dersi iteliyor. Şu semtte hayatın sillesini yemiş, ömrü yoksullukla, perişanlıkla, pürmelallıkla geçmiş ne kadar simitçi, kahveci, gazozcu varsa benim "ekmek aslanın ağzında" eğitimim için seferber edildi. Kim tarafından? 3 kilobaytlık anahtarla bile temizlenecek virüsleri bilgisayarlardan temizleyip 50 lira alan fırıldak patronum tarafından. Bir kilometre öteden "çinnn" sesi çıkaran göz yapısından anlıyorsun fırıldadığını.
 Beni daha anasının koyduğu adla duran, ağzı milupa kokulu şehir tavuğu sanıyor. Ona "abi bırak bunları da gel çay içek, olmadı iki satranç çevirek" demek istiyorum, diyemiyorum. Çünkü bu seferde en iyi çayın; rize ilinin çamlıhemşin ilçesinin 19 kilometre güneybatısından sabah çiğleriyle toplanan iyi kalite çay filizlerinin ağır ateşte 33,5 dakika pişirilerek yapıldığında ortaya çıktığı dersini verecek. Satranç oyuncularının ukala göz süzmelerini, çene altına dayadıkları yumrukla okudukları zeka düellolarını hiç düşünemiyorum bile. Her dediğine "çok ilginç ya, valla de aaa! tüylerim diken diken oldu" falan deyip vakit dolduruyorum.

      Eve geliyorum babam alıyor sazı eline (saz benim bu arada) "Gel bakıyım gel fışkının dölü gel ele" Bu çağırış ya "boğön seni şeyde görmüşler" ya " biz küçüğükene böylemiydik" veya "sana koca ayarladım" adlı 3 tür hikayeciğin giriş paragrafı.  
+Birincisi evden kaçabilmek için kibrit almaya bile 3 vasıta uzaktaki semtlere gittiğim günlerden beri anlata geldiği bıyıklı bir devin pembe saçlı prensesi meşe odunuyla paraladığı korkutuluşlu hikaye.
+İkincisi yanında sakız çiğnediğimizde, bacağımızı uzattığımızda, misafirlikte çay içtiğimizde, sesli güldüğümüzde anlattığı mükemmel çocuk niyazi'nin akıllara durgunluk veren saygı dolu, tok gönüllü örnek yaşamı adlı kendi hikayesi
+Üçüncüsü ise götüm bezden, belekten kesildiği günden beri her hafta anlattığı zenginimsi adamların palanın eline düşüp zorla görücüye götürüldükleri, binbirgörücü masalları.
 İçime sıkıntı düşüyor, keşke patrondan iyi çay yapmanın inceliklerini dinleseydim. 
Yemek boyunca sofrada bulunan her malzeme, bir çatal, bir pul biber, yemekten çıkan bir tel kıl ders dolu hikayeleri için ilham oluyor. Salatada ki maydonoz yaprağından "anam bir maydonoz ekerdi... hey gidi bunlar maydonoz mu" Yalan! Bir kere bizim köyde su yok! Tamam be var ama çok yok. Oda içmeye. Biri ölünce üç günlük mesafeye götürüp yıkarlarmış, arkayı taşla silip, öne çaput bağlarlarmış. (Hayır, madagaskar'lı değiliz) Görsen tek bir ağaç, tek bir bahçe ilaç niyetine bir dal yeşil suvan bile bulamazsın. O kadar susuz. O kadar zibil. O kadar sıracalı siğsana. (aralara yöresel ağız atayım, okuyan o kısmı kopy yapıp gogıla yazsın bulamasın, mecburen bana sorsun bende kubara kubara anlatayım eheheee, nası plan?)  Büyük nenemin 3 kangal köpeğini ortadan büküp köpek buketi yaptığı yalanını yerim ama bunu yemem baba yemem, ısrar etme yemem.

   Hafta içini; sabah fırıldağın akşam palanın hayatın incelikleri, yaşamın kederleri, ömrün püf noktaları ünitelerini işleyerek geçirip hafta sonuna varıyorum. Aha al sana bir usta splinter daha! İngilizce hocam sırıtarak beni bekliyor. "Hay siminya havar yu? Layf veri diffikult dimi... o may gaaad ay layf very very diffikult"

Bismillahirrahmanirrahim....

Adam boğaziçi mezunu, filoloji, etimonoloji, mitoloji ne varsa okumuş yetmemiş arap dili, japon dili, kril alfabesi öğrenmiş, çevirmen, tercüman, yazar vs. ama ola ola babam ve patronumun yıllardır aradıkları üçüz kardeşleri olmuş. Ders sırasında birimiz hatayla allah cezamızı versin "hocam anlamadım" diyelim. Hah! İşte oda tam hayattan bahsedecekti de bu cümleyi bekliyordu. Bazen birisinin suratı asık olur da senden "neden suratların asık kuzum, nen var kuzum?" sorusunu duymak ister ve sen sormadıkça dahada asar dahada boynu bükülür, sessizleşir iyice cengiz kurdoğlu'na bağlar ya? İşte böyle birşey olmuyor tamamen alakasız başka bir şey oluyor. Bizim profesör sırtı bize dönük tahtaya birşeyler karalarken "hocam anlamadım" cümlesiyle aniden dönüp sandalyeye oturuyor. Anlaşılmaz olan hayat aslında...diye alıyor cambridge sözlüğü eline. Hayatın zorluklarından girip tee 90 yılında japonya'da gördüğü tüp geçide varıyor. Bizi izbe bir ingilizce sınıfından ağzında ekmek olan aslana giden bir tüp geçide sokuyor. Gidiyoruz gidiyoruz gidiyoruz bir köşede bizim fırıldağı görüyorum "şu simitçiyi görüyon mu şu simitçiyi? ya işte öyle" derken gözden kaybediyorum. Babam az ilerde "anam bir ingilizce konuşurdu ki hey gidi...şimdikiler ingilizce mi" diyor. 4 saatlik dersin 2 saatini... Ne 2 saati lan! günlük 20 saatimi "hayatı ben çözdüm bir tek ben çözdüm"cü heriflerin tüp geçitlerinde dolaşarak zayi ediyorum.
 Arkadaş madem bu kadar hayatın ilmini çözdünüz neden biriniz rutubetli bir iş hanında korsan cd satıyor, ötekiniz 32 dişi katran karası akşama kadar okey çeviriyor, en profesörünüz ise üç kuruşa ingilizce kursu vererek hayatını kazanıyor? Ne demeye? hangi? o ne ho!

Sözlerimi cengiz kurtoğlu'ndan bir şarkı sözüyle noktalıyorum: usta olan splinter dı ama pizzaları hep tosbağalar yiyordu naberr?


Salı, Kasım 09, 2010

Dansöz

Binlerce dansöz şarkısı çıkmazdan, kılıçdaroğluna dansöz kostümü giydirilmezden milyonlarca yıl önce,dansöz yılbaşında izlenir adlı geleneğin toplumca pek bi benimsendiği cilalı taş devri. 

Evde tepeden inme bir "noel" hazırlığı yapılıyor. İşin doğrusu gurbetçinin bavulunda gelmiş bu alafranga bayram; kapakları oturanın ense köküne düşüp düştüğü yeri delen kanepelerin, krem rengi naylona bordo lale desenli yoksul perdelerin, aşortmenlerinin ağı kauçuk kumaşlarla yamanmış kirli çocukların üstünde kebap-şişhane ikilisini oluşturuyor.
Organizatörümüz almanya'ya gitmesinin 3. gününde asimile olan babam. Dünyanın en hızlı vatan haini. Ankara'nın taşına bak marşını bile "Almanya'nın taşına bak" olarak değiştirmiş, ata yadigarı fötr şapkasına alman tavuğunun teleğini iliştirmiş, ömründe eline aldığı ilk ve tek kitap hitler'in kitabı olan,  3-5 ay yaşadığı almanya'da doğup büyümüş gibi köln'de geçen "abelard'la 1. zayne yolunda bisiklet sürerken biz ona bisiklet değilde fahrrad diyoruz, tekeri gaptırdım mıcıra abovv nası bi düşüş düştüm nası lo" türü yarı türk, yarı alman ucube çocukluk anıları peydahlamış babam. Kapkara noel baba.
Bizlerden sadece bu gece için bir alman ailesi olmamızı bekliyor. Benim için problem değil, yılbaşı gecelerini babamın bu koy götüne rahvan (bir gün şu rahvan neyse onu bulup gerçekten koysak ya?) halinden dolayı iple çekiyorum. Belkide koca yıl boyunca babamı sevdiğim tek gün. Başka günlerde sokaktan dışarı çıktığımızda bile tüfeğe davranan adam, yılbaşı gecesi kendisiyle bira içmemizi, dansöz seyredip alman halk oyunlarından eserler sunmamızı bekliyor.

Mahallede belkide tek noel kutlayan ev olmanın haklı onurunu yaşıyoruz. Herkes bize bir şekilde kaynamaya çalışıyor, kapıyı çalıp "fazla hindiniz var mı" diye soran bile oluyor. Sofrada ki hindiden başka herşeyin renginin soluk olduğunu, kuruyemişlerin içine kondukları kırık melamin tabaklardan bile daha kırıklı olduğunu ebemin eski yorgan yüzünden yaptığımız sofra örtüsü dahada vurguluyor. Babam kendi için almanya'dan devasa bir bira kupası getirmiş, evin en değerli eşyası o. Kullanmadığı zamanlarda düdüklü tencerenin durduğu vitrine saklanıyor. Bazen onu ordan çalıp su içmek istiyorum ama kırmaktan ölesiye korktuğum için sadece vitrinin öte tarafından seyrediyorum. Kupasına doldurduğu birasını yudumlarken, münafık olduğumuz için öteki odalardan birinde oturarak bizi protesto eden anneme sesleniyor "gel kız gelde iki götat" Annem 5. vitese taktığı tesbihini dahada şıkırdatıp "eşhedü enlaaa min şeytann minezzaliminn puuu" diye bir mesaj gönderiyor. Sanki elindeki tesbihin taşlarıyla biz şeytanları taşlıyor.


Ve "şimdi fındığı ağzınıza atabilirsiniz" startını veren dansöz sahneye çıkıyor, babam susuyor, ben pusuyorum, annem kusuyor

Bakamıyorum; dansözün kıvırdıkça havalanan parçalı eteğinin altında külot olmadığını söylemişlerdi, cesaret edip kafamı kaldıramıyorum. Yerdeki gül kurusu halının desenlerinde dolaşıyorum, şurda bir yerde ilmek hatası yapmışlar! Yok bu el dokuması değil makina halısı ee makina hata yapmış işte! Vay anasını bu hatayı daha önceden farketmemiş olmam ne büyük kayıp! Dansöz döndükçe ben ilmek ilmek oluyorum, böyle 2 saat dansöze maruz bırakılsam halılar konusunda uzmanlaşmaya kesin gözüyle bakıyorum.
Ablam "izlesene o da kadın bizde kadınız onda olan sende yok mu? hamamda ki teyzenin götüne burnun girmemiş olsaydı anlardım" diyor.
Babam "ula şerefsizin kızı nasıda güzel aynı helga'mın gerdanı, gutunabın ah şoyn" diyor.
Annem içerden "ya gaffarrrr ya cebbar el mütekebbirrr el puuuu" diye tükürüyor. 
Ben "aa bak şuraya da sarı ip karışmış yuh bu kadarına" diyorum.
Ama sarı ip umurumda değil, o dansözün içine külot giyip giymediğini derhal öğrenmem lazım! Şu anda bu benim için yaşam amacı, hayat pınarı. Bakmıyo gibi yapılıp gözü hafif bulanıklaştırıp bakılan bir bakma türü var, kirpik altı kaçamağı diyebiliriz. Ailesiyle film izlerken sevişme sahnesine yakalananlar bilir. Onu deniyorum ama piksel bozuluyor, görüntü mozaikleşiyor gözlerimi bütün çözünürlülüğü ile dansözün kıçına odaklamam gerekiyor. Daha önce bir defa çıplak gördüm. (hamam maceralarını saymıyorum orada tamamen profesyonel davranıyorsun, hem göbeği 32 kat olmuş teyzeler dikkatimi çekmiyor. erkek hamamına tur düzenlenebilir umuduyla gitmişimdir gittiysemde) Alt katımıza taşınan kiracımız memur kadir abiyi şeyini sallaya sallaya evin içinde turlarken röntgenlemiştim. Ödüm bokuma karışmış olsa bile çıplağın tadını almıştım. O günden sonra dişine kan bulaşmış it gibi oldum, çıplakkeş oldum "Bana çıplak getirinnnnnnnn" "Bana onları verinnnnnn" desem, derdim niye demiyim.
Malesef etrafım bu kadar kalabalıkken ağız tadıyla inceleyemediğim bir dansöz geçidi daha öteki yıla karışıyor. Yarından tezi yok ergün'ün donuna danaburnu atıp donunu sıyırmasını sağlamam veya yanlışlıkla erkekler hamamına dalıp "aaa burası tuhafiye değilmiymiş" demem gerekiyor, tabi "gel anam tuhafiye de bizde züccaciye de" diye bir karşılık alacağımı bildiğimden onu yapamadım, yapılsa yapılırdı niye yapılmasın.

 .........

 Porno sitelere giremediği için bilgisayarını kapıp nusret'in dükkana gelen iri kıyım adamlar karşılarında beni görünce ortalama şöyle bir cümle kuruyorlar:
-şey yani hani nası desem hani yani şeyi şey erotik hani sitelere yani girmiyor hani
Benim cevabım ise ortalama şöyle oluyor
-tamam yav ben hallederim sonra istediğin yere girersin, icabında çat çat çat ehehe.
Eskiden dansöze bile bakamayan ben şimdi elalemin heriflerine porno izleyebilmesi için yardım ediyor, geyiğini çeviriyor hatta "abi saşha varya hani şu japon aşifte hah onu izle inan olsun tek kıl dönmesi yok orospuda"  diyecek hale gelmişim...annemin lafıyla el hanyalelfela el gudubet bela el başımıza daş yağacak ha!

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...