Cuma, Mart 18, 2011

Türk'ün yırtık donla imtihanı

"kapıya tırmanmak gibi aşortman sağlığına zararlı hareketlerden bir enstantene"
Annem söylene söylene  yeni aldığım günün gecesi ağını yırttığım pijamamı dikerken bir yandan da “soykanın dişleri mi var nedir anam babam?” gibi yaran benzetmeler yapıyor. Dolabımda yamuk yumuk katlı duran, birini çekince kalanların domino gibi devrildiği ne kadar don, göynek varsa hepsinin orta yerinde daha önce defalarca dikişleri atıp, kerelerce dikildiği belli olan izler var. İp aramaya üşenmekten mi? yoksa tam lazım olduğunda ortadan kaybolan gereçler yüzünden mi bilmiyorum gri eşortman ağı siyah iple dikilmiş, siyah eşortman beyazla,  kırmızı masura ile dikilmiş pembe pijama aradan sırıtıyor. Annem; ne yediğimiz, ne giydiğimizle ilgilenmediğimiz zamanlarda bunlara yama yapardı.  Hızını alamayıp okul çantamı (yeşil bir seyahat çantasıydı) bile yün yatakların kaplandığı kaput beziyle yamamıştı. Babamın ceket astarından senenin modasına göre çaladikiş yamadığı önlüğüm okulun en tarz konseptiydi. Bir bakan bir direğe çarpıp durana kadar bakmaya devam ediyordu. Galiba ikonların canıydım. Mutluydum.

Konumuz; “ne kadar normal, ne kadar içimizden biri” olduğunu kanıtlamada, çamaşırsuyulu giysilerden sonra en çok kullanılan “ağı yırtık aşortmen” olduğunda bir şeyi merak ediyorum. Dünya’nın öbür ülkelerinde de donların ağı yırtılıyor mu? Mesela castin bibır koltuğunda beybi beybi beybi diye pineklerken yüz bin dolara aldığı aşortmanının ortasındaki yarığın iplerini tutup sökerek dahada büyütüyor mudur? Lady gaga bir konserine "yırtık ağdan fırlayan takma taşaklar" tasarımı ile çıkmayı  düşünüyor mudur? Beyaz saray çamaşır makinelerinden obama’nın delikli donları geçiyor mudur? Yoksa türklerin soykası annemin dediği gibi dişleri olan bir canavar mı? Geceleri biz uyurken kafasını çıkarıp don ağlarını kemiren, kopardığı  pamuk parçalarıyla beslenen “soyka canavarı” 
Şimdi bana memleketin en kallavi, en fiyaka marka eşortmanı nı getir ve götüme çok değil 3 gün mühlet ver. Üçüncü günün sabahı gerçek cennet cehennem mağaraları mersin’de miymiş benim donumda mıymış görürüz. Hayır dışardan bir müdahele de yapmıyorum. Ufak yaşlarda bu yırtıkları kalemle dahada belirginleştirirken ablama yakalandığım ve mahalleye “siminya şeyine kalem batırıyorduuuuuu” diye anons edildiğim o lanetli günden beri yırtıkları kendi haline bıraktım. Dikmiyorum da, öylece salıyorum. Yırtıldığı yere kadar yolu var.

Şimdi düşündükçe don yırtıkları ile alakalı bir dolu şey hatırlıyorum. Tepeden tırnağa çıplak gördüğüm (istemeden röntgenledim)  ilk erkek olan kiracımızı.  5 yaşında “bakiim seninki benimkiyle aynı mı” diye birbirimize zımbırtılarımızı gösterdiğimiz muzırlıkları saymazsak; insanların bacaklarının arasında neler olduğu? Herkesinkinin aynı olup olmadığı? İçlerine ne giydikleri? Ne giymedikleri? ile alakalı bilgilerimin belki yarısını yırtık donlar sayesinde öğrendim. Acaba minnet duymalı mıyım? Tarihte bi tanede donlara minnet duyan biri olsun. 

 Mesela halime abla. Son derece didaktik bir kızdı. Ablalarımla oturup dedikodu kaynatırken bütün ayak işlerini bana yaptırırdı. Ayağını bile ovalattı, yani tam manasıyla ayak işi. Yapmak istemediğimde “söz dinlemediğin için büyüyünce seni alan olmiyceak” diye korkutuyordu. Bunun anlamını bilmediğimden "alınan olunmama"nın hayatım boyunca yaşayacağım en kötü tecrübe olacağını sanıp delleniyordum. Bende tüm öteki kızlar gibi alınanlardan olmalıydım. Alınmazsam mahallenin delisi can gibi ayak bileklerime teneke bağlayacaklardı. Deli olduğu için can’ı kimse almıyordu. Can büyüklerinin sözünü dinlemediği için deliydi.
Bir gün toplanmışlar brezilya dizisi izleyip alehandıro ve rozalinda için ağlaşıyorlardı. Bizimkisi bacaklarını ayırmış hem ağlıyor hem keçiboynuzu kemiriyordu. Tam önünden geçerken orada kaskara kapıskara birşey gördüm. Geri geri gittim. Evet orada birşeyler oluyordu. Neler oluyordu!??? Kızın donu felaket bi kompozisyonda yırtıktı ve deliklerden ferhat güzel'in bıyıkları sarkıyordu. Ne kadar bıyık takıntım olsada travmaya neden olacak kadar takılmadım. (olmadı bu, tedavinin ilk adımı problemini kabullenmektir siminya, unutma) Belki bir kaç aya halime ablanın bacak arasında ki ferhat güzel'in kaytan bıyıklarını unutabilirdim. Ama adamın burnu da oradaydı. Belki gözleri de. Şipil şipil bana bakan, konuşsan konuşabilecek, sıra gecesine götürsen koşa koşa gelecek bir bacak arası. Atlatılacak şok değil. Her baktığım kıl topağını bıyıkla eşleştirmem de kötü. Niye bir kirpi değil, bir nako yün değil de bıyık? Neden kimse çocukluğuma inmiyor anlamış değilim.
Her neyse.
İlk defa bu kadar kıllı ve kirlisini görüyordum. Annem her hafta sonu beni hamama götürürdü ama henüz köşelere çömüp etek tıraşı yapan kadınların varlığından habersizdim. Mermerlerde kaymaca oynayıp geliyordum. Tanrım, çok bıyıklıydı bu şey. Şimdi "alınmama" korkuma yeni bir korku daha eklendi. Büyüyünce benimki de bıyık bırakacak, o bıyıklar bir gün bir yerde ben alahandiro için ağlarken çevreye gülümseyecekti. Adı da burhan çaçan olacaktı.

“Al diktim bir daha delme dikmem” diye pijamamı önüme fırlattığında ben don yırtıkları ile dolu anılar tarihimde istanbul'a kadar gitmiş,  şortunun söküğünden dudak desenli slipi göründüğünü bilmeden şimdiki gençlerin oturmayı kalkmayı bilmediğini anlatan adama gelmiştim.

+yazıdan sonra nette her dilde “yırtık don-eşorfman-pijama-pırtık-yarık-delik” aradım ama tek bulduğum moda olan yırtık taytlar, çoraplar, pantollar oldu. yok abi onların ağı yırtılmıyor, yırtılsa duyardık.
 +şebnem ferah’ın “can kırıkları” şarkısını niyeyse “don yırtıkları”diyormuş gibi dinliyorum, daha hoşuma gidiyor.

Pazartesi, Mart 07, 2011

Düşündüğünü yazınca böyle görünüyor

Şu lanet yerin kapalı olmasına üzülüp üzülmediğimi kontrol ettim, bilemedim. Hissettiğim şeyi bilinen üzüntülere benzetemedim. Eğer bir insan bir şeye karşı duygularından emin değilse kendini zorlamamalı. Herkes üzülüyor diye üzülmemeli. Zaten öyle bir şey zorla olmuyor. Birilerinin seni bir şeye üzülmeye veya tepki vermeye zorlaması ters etki yapabiliyor. Yada belki sadece bana.

Aynur'un babası öldüğünde annem cenaze evinde üzgün durmamı tembihleyip durmuştu. Halbuki ben üzülmek bir yana içip içip aynur'u döven babasının öldüğüne çok seviniyordum. Öteki insanların yüzüne baktım, nasıl üzgün duracağımı öğrenmek için. Yüzünde fazla ifade olmayacak, kaşlarını ortadan yukarı kaldıracaksın, boynun yana doğru çok az eğimli olabilir. Arada sırada "ya ya öyle derdi rahmetli.." gibi etrafta yapılan konuşmaları onaylar sahtekar bir şeyler söyleyeceksin. Biraz denedim ama olmayınca bende oturup orada öylece duran iple tığyı alıp dantel örmeye çalıştım. Cenaze evinde dantel yapan çocukları kimse sevmez. Kovdular beni. Annem çok utandı.

 Birisi hali hazırda okuduğum kitaptan en az 100 sayfa okumamı söylediğinde günde belki 250 sayfa okuduğum kitaptan 3 sayfa bile okuyamayacak hale geliyorum, bütün enerjimi emiyor komut almak.
Duyduğum en ufak emir veren veya tenkit içeren bir cümle hayattaki amaçlarımı yitirmeye kadar götürüyor beni. Derdimin ne olduğunu bilmek isterdim. Bazen işte bütün bu şeyler anlamını kaybediyor. Yazmak, okumak, yürümek, giyinmek, su içmek. Belkide çok yasakçı bir ülkede yaşamanın bıkkınlığıdır. Bir şekil yenilgiyi kabullenmek olmalı. Bilmiyorum ki neyin nesi.

 Sabah 3,5 a kadar şakakların uyuşuncaya kadar böyle saçmalıkları düşününce, tuhaf bir biçimde katilleri anladığını fark ediyorsun. Suikastcileri, kundakçıları, gaspçıları, delileri, kaçıkları, kaçanları. Gerçekten anlıyorsun. Sanki daha başka olmak anormal gibi geliyor. Mesela dizilerde falan adamın biri işlediği bir suçtan dolayı ülkeden kaçmak istiyor. Çok seviniyorum. Kaçıp kurtulacak diye. Sonra orospu çocuğunun biri gelip artiz artiz laflar ediyor "adaletten kaçabilirsin ama kendinden kaçabilir misin?" "gitme kalıp bunlarla yüzleşmelisin" gibi. Çok sinirleniyorum. O bölümden hatta o sahneden sonra diziyi izlemeyi bırakıyorum. Kaçıp kurtulacakken lanet herifin biri onu bu şahane fikrinden caydırıyor. Bok varmış gibi dönüyorlar geriye. 

Mesela şuraya bakıyorum, yani bloguma. Ne demeye yazmışım bunları diyorum. Hadi yazdın neden yayınladın? Saçma bence. Güzel falanda değiller hepside kıçıma benziyorlar.  Hani 10 parmağında 10 marifet olan her işin üstesinden gelen bi takım mankafa tipler vardır. Kendilerini her alanda ispatlamak için götlerini yırtarlar. Ne için? "O her işi becerir, şahane conta değiştirir, muhteşem makarna yapar, acayip boyadan anlar, dehşet gitar çalar, olağanüstü çizim yapar" falan filan övgülerini almak, aldıkça şevke gelip işi dahada abartmak için. Bazen yazdıklarımı böyle gerizekalı bir çaba gibi görüp tiksiniyorum. Her konuda yazabileceğini göstermede; şu kadın blogcuları bir fotograftan, bir yazısından beş dakikada attention whore diye (ecnebi etiketlere asalak gibi yapışarak) damgalayan kesimlere "ah yanılmışız" dedirtmek ister gibi bir kaygı hissediyor ve kendi yazdıklarımın cibilliyetine sıçıyorum. Böyle virgüllü ve kendimin bile okurken anlamadığı cümlelerimden nefret ediyorum. Kendimden de. Kendini sevmelisin siminya! Off hep aynı terane. Sevmediğimi en baştan söyledim belki binlerce yıl önce. Bunu değiştirmek istediğimi sanmıyorum. Yada belki buda bir çeşit komut gibi geldiği için yapmıyorum. Bilemiyorum.

Yani buralarda bir şeyler anlattığın için saygı göreceğini sanmak, gayri ihtiyari edindiğin bi takım rakamlara bakarak fikirlerinin alkışlandığını düşünmek falan bütün bunlar halüsinasyon. Başarısız bir hikayesin. Gişesi düşük, afişi üçüncü sınıf bir filmsin. Sadece bıyıklı heriflerin gittiği ücra sinemalarda bile tutmamışsın. Okunması zor sıkıntılı bir kitapsın. Çoğunlukla ciddiye alınmıyorsun. İşte buna sevinmelisin. 
 Büyük bir kutuya girmek istiyorum. Ne ben dışarıyı görebileyim nede dışarıdan beni görebilsinler. Olur ya benimle gelmek isteyenler olur, daha büyük bir kutu yapmalıyım. Ses geçirmez olsun. Ciddi  anlattığımız şeylere bile üstümüzde fazladan bir delik olduğu için sırtlanlar gibi gülen heriflerin nalet seslerini duyamayacağımız kadar geçirmez. 
Bilmiyorum işte böyle tutarsız tutarsız şeyler

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...