Anneannem 35 yaşında öldüğünde teyzem 7 aylıkmış. 11 yaşında kayserili bir zengine eş diye verilirken arka planda uçkur yağlayan sayısız köhne herifin bekleştiğini gören olmamış. Kocası (!) teyzemi yıllar boyunca memleketin dört bir yanına pazarlamış. Annesi olmayan bir kız çocuğunun işi bitiktir zaten. Diri diri gömerler seni, her gelen bir avuç daha toprak atar üstüne. Bu masum vitrin: evlilik, içeride olan biten ticareti layıkıyla ört bas etmiş. Kendi satılışı neyse de birde müşterilerinden "hata" ile peydahladığı çocukları satılmış. Katmer kere katmer satış.
Bu çarktan kaçıp bize sığındığı günler oğlu Onur'un Antalyalı bir aileye satıldığı günlere denk gelir. Daha eve girdiği an içer ki odadan "nomossoz" diye bir homurtu yükseldi. Bu elbette ki babamdan geliyordu. Bir orospuya verecek ekmeğimiz yoktu. Değdiği her şeye orospu kokusu sinecek, evin beti bereketi gidecek, gitti mi gelmek bilmeyecekti. Taharetlenmeyi bile bilmezdi bunlar. Yaptıkları yenmezdi o sebepten. Kaç boy abdesti temizlerdi ki bu cenabeti? Hocaya sormak lazımdı. O'nu bunu bırak elalem bu işe ne diyecekti? Ah o elalem nelere ne demezdi ki. Annemin cılız yalvarmaları teyzemi bir müddet evde tutmaya yetebilirdi ama ya sonrası? Öncesi neyse o, ne iyilik ne de güzellik.
Teyzem bizde kaldığı kısa sürede bizi hiç sevmedi. Annemden başka kimseyle konuşmadı. Yalan olmasın bizimle de konuştu ama sadece küfretmek amacıyla. Oğlunun fotografına bakıp ağlarken görürdük. Hemen hemen her akşam üstü. Bilmem belki her saat başı. İşte o an ona karşı acımasız olurduk. Çocukları bilirsin.Yarasını bir güzel kanatırdık. Talihsiz kadın o can acısıyla eline ne geçerse kafamıza fırlatırdı. Bir defasında kafama dolma taşı ile sıkı bir iz bıraktı. Bak onu iyi yaptı. Balkona oturur, meyvelerini hemen oracıkta yiyelim diye balkona fırlatan dut ağacının yapraklarından koparır tıpkı kelebek olmak isteyen tırtıllar gibi minik minik parçalar bölerek önünde bir yığın oluştururdu. Deliydi bu kadın.
Bir gün babam ona seracılık yapan bir adamdan bahsetti. Evlende başımdan siktir olup git dedi aslında. Ben çarpıtıyorum. Çarpığı aslından daha şık duruyor. Adam serasını Antalya'da kurmamış olsaydı evlenmezdi teyzem. Belki Onur'unu kuzusunu ararda bulurdu. Kayseri'de ki pezevenk izini buldu bulacaktı, bu evlilik kaçmak için iyi fırsat olurdu. Bildiğimden, aklımın erdiğinden değil konuşurlarken duydum kapı aralığından. Gitti teyzem. Mutlu oldu mu olmadı mı pek anlatmadı. 3 kız yaptı.
Geçen haftalarda teyzem öldü. Kendini öldürene öldü deniyor mu? Nedense sanki başka bir adı olmalıymış gibi gelir intiharın. Asil bir ölümdür çünkü. "Öldü" kelimesi o asaleti karşılamıyor. İntihar neden asil? Çünkü bir yerlerde geri sayan o kronometreye karşı bir duruşu var. İsyanın varabileceği en uç nokta. Özünde büyük bir haksızlık barındıran yaşama karşı çekilen bir rest. Canım ne zaman isterse o zaman kapatırım vanamı. Doğma kararını ben almadım bu durumda ölmekle ilgili kararı vermek benim hakkım. Fifti fifti yani.
Annemle birlikte gittik. Keşke gitmeyeydim. Kendini kamelyaya asmış öksüz bir kadın ve onun öksüz kalmış kızlarının hikayeleri beni paçalarımdan yakaladı. 16-17 yaş aralığında geçirdiğim, aylarca yatalak kalıp 14 kilo verdiğim, doktorların astım-zatürre peşinde kırk bin tahlil tükettiği ama bir bok çıkaramadığı, annemin hacılara hocalara, yatırlara katırlara trilyonlar yedirdiği o tuhaf rahatsızlığım küllerinden doğdu.
Ankara'ya gelip yatağa düştüm. Hani derin bir nefes alırız ya? Hani gelir gelir gelir ve ağzımızdan hoaaahhohoha diye ortalara püskürür? İşte o nefesim nefes borumdan yukarı çıkamıyor. Çıkarmak için ısrar ettiğimde akciğerlerimde kasılmalar, boğazımda morarmalar başlıyor. Panikliyor pencerelere ve balkona saldırıyorum, sonuç illaki oksijen tüpüne varıyor. İşin garibi hala ne hacı hoca, ne doktor ne mühendis bu "nefesin geri geri gitmesi" hastalığının ne olduğunu biliyor değil. "Bunca yıl ne bok yedinizde bi nefese çare bulamadınız lan siteteskopunu bir taraflarına montelediğimin hekimleri" diye iki defa hastane koridoruna doğru bağırdım. Mavi galoşlu bir kafa eğilip baktı. Birde annem "abaaaa gudurdu gene" gibi bişeyler söyledi. O'na da üzülüyorum. Sakin kafayla kız kardeşinin yasını tutmasına engel oldum. Çok üzülüyorum. Kendimi yine çok lüzumsuz hissediyorum. Varlığımı o biçim sorguluyorum. Mesela ne katkım var insanlığa? Noktasına seksen kere geldim, gittim. Nefesimden önce beni bu "gereksiz çıkıntı" duygusundan kurtarsalar daha mı iyi olur ne?
Şimdi evdeyim. Yazmayı özledim. Kelimeler beynimi kemiriyor. Dün gece kudret narından, ata demirer'e kadar var olan tüm popülasyona dair metinler yazdım (havaya). Boşa akıyor malzeme. Hele bir iyi olayım bak sana artvin dağlarında otlayan yabani keçinin bokunun öğütülüp toros dağlarında zıplayan keçinin sütüyle karıştırılmasıyla elde edilen merhemin faydalarını anlatıcam (hastanedeki laz teyze anlattı) gideyimde nefes alamayım ben. Hadi.
Teyzem bizde kaldığı kısa sürede bizi hiç sevmedi. Annemden başka kimseyle konuşmadı. Yalan olmasın bizimle de konuştu ama sadece küfretmek amacıyla. Oğlunun fotografına bakıp ağlarken görürdük. Hemen hemen her akşam üstü. Bilmem belki her saat başı. İşte o an ona karşı acımasız olurduk. Çocukları bilirsin.Yarasını bir güzel kanatırdık. Talihsiz kadın o can acısıyla eline ne geçerse kafamıza fırlatırdı. Bir defasında kafama dolma taşı ile sıkı bir iz bıraktı. Bak onu iyi yaptı. Balkona oturur, meyvelerini hemen oracıkta yiyelim diye balkona fırlatan dut ağacının yapraklarından koparır tıpkı kelebek olmak isteyen tırtıllar gibi minik minik parçalar bölerek önünde bir yığın oluştururdu. Deliydi bu kadın.
Bir gün babam ona seracılık yapan bir adamdan bahsetti. Evlende başımdan siktir olup git dedi aslında. Ben çarpıtıyorum. Çarpığı aslından daha şık duruyor. Adam serasını Antalya'da kurmamış olsaydı evlenmezdi teyzem. Belki Onur'unu kuzusunu ararda bulurdu. Kayseri'de ki pezevenk izini buldu bulacaktı, bu evlilik kaçmak için iyi fırsat olurdu. Bildiğimden, aklımın erdiğinden değil konuşurlarken duydum kapı aralığından. Gitti teyzem. Mutlu oldu mu olmadı mı pek anlatmadı. 3 kız yaptı.
Geçen haftalarda teyzem öldü. Kendini öldürene öldü deniyor mu? Nedense sanki başka bir adı olmalıymış gibi gelir intiharın. Asil bir ölümdür çünkü. "Öldü" kelimesi o asaleti karşılamıyor. İntihar neden asil? Çünkü bir yerlerde geri sayan o kronometreye karşı bir duruşu var. İsyanın varabileceği en uç nokta. Özünde büyük bir haksızlık barındıran yaşama karşı çekilen bir rest. Canım ne zaman isterse o zaman kapatırım vanamı. Doğma kararını ben almadım bu durumda ölmekle ilgili kararı vermek benim hakkım. Fifti fifti yani.
Annemle birlikte gittik. Keşke gitmeyeydim. Kendini kamelyaya asmış öksüz bir kadın ve onun öksüz kalmış kızlarının hikayeleri beni paçalarımdan yakaladı. 16-17 yaş aralığında geçirdiğim, aylarca yatalak kalıp 14 kilo verdiğim, doktorların astım-zatürre peşinde kırk bin tahlil tükettiği ama bir bok çıkaramadığı, annemin hacılara hocalara, yatırlara katırlara trilyonlar yedirdiği o tuhaf rahatsızlığım küllerinden doğdu.
Ankara'ya gelip yatağa düştüm. Hani derin bir nefes alırız ya? Hani gelir gelir gelir ve ağzımızdan hoaaahhohoha diye ortalara püskürür? İşte o nefesim nefes borumdan yukarı çıkamıyor. Çıkarmak için ısrar ettiğimde akciğerlerimde kasılmalar, boğazımda morarmalar başlıyor. Panikliyor pencerelere ve balkona saldırıyorum, sonuç illaki oksijen tüpüne varıyor. İşin garibi hala ne hacı hoca, ne doktor ne mühendis bu "nefesin geri geri gitmesi" hastalığının ne olduğunu biliyor değil. "Bunca yıl ne bok yedinizde bi nefese çare bulamadınız lan siteteskopunu bir taraflarına montelediğimin hekimleri" diye iki defa hastane koridoruna doğru bağırdım. Mavi galoşlu bir kafa eğilip baktı. Birde annem "abaaaa gudurdu gene" gibi bişeyler söyledi. O'na da üzülüyorum. Sakin kafayla kız kardeşinin yasını tutmasına engel oldum. Çok üzülüyorum. Kendimi yine çok lüzumsuz hissediyorum. Varlığımı o biçim sorguluyorum. Mesela ne katkım var insanlığa? Noktasına seksen kere geldim, gittim. Nefesimden önce beni bu "gereksiz çıkıntı" duygusundan kurtarsalar daha mı iyi olur ne?
Şimdi evdeyim. Yazmayı özledim. Kelimeler beynimi kemiriyor. Dün gece kudret narından, ata demirer'e kadar var olan tüm popülasyona dair metinler yazdım (havaya). Boşa akıyor malzeme. Hele bir iyi olayım bak sana artvin dağlarında otlayan yabani keçinin bokunun öğütülüp toros dağlarında zıplayan keçinin sütüyle karıştırılmasıyla elde edilen merhemin faydalarını anlatıcam (hastanedeki laz teyze anlattı) gideyimde nefes alamayım ben. Hadi.