Ne ekmeğini yedik, ne parsasını topladık şu yalnızlığın. Yalnızlık olmasa şairler boku yer, bariton
sesli isyankar şarkıcılar üretkenliğini yitirir, entel sinema filmleri yarı yarıya
azalırdı. Yağmurda sırtı bize dönük yürüyen şemsiyeli adamlar ilgisizlikten yakınır, martıların ve beyaz çarşaflı
dağınık yatakların fotografları çekilmezdi bir süre. Belki de hiç.
Çünkü ancak yalnızım dediğimizde acıyorlar bize. Omuzlarını işaret edenler
oluyor. Havada hoş bir ortak yalnızlık kokusu. Yalnızlıkta yalnız olmadığını görmek harika. En
azından bir konuda yalnız değilsin bak.
Dostu çok olan insanı pek seven olmaz. Gürültücü, ukala ve alemci görünürler. Bu nedenle fazla kimse tercih etmez çok dostlu olmayı. Yalnızlığın
artizliği kolay kolay bırakılacak bir kariyer değildir. Ondan değil midir popçu
Can’ın bar çıkışı beraber yakalandığı kızı kaldırımda bırakıp kaçması. Sevgilisi
olanın söylediği “bir başımayım
yalnızlığın ıssız rıhtımlarında” şarkısına kim inanır? Kaç kadın şarkıyı dinledikçe anaç kollarına Can'ı almak ister ki bir daha? Hayranları Can’ı yalnız sever. Can hayran olunmayı sever.
Asıl kim yalnızdır biliyor musun? Şarjı bir haftadır bitmemiş telefonunun mesaj
kutusunda, geçen yıl semt polikliniğinden gelen "göz taraması" kampanya mesajını bile
silmemiş insan yalnızdır. Eski mesajları silmediği gibi ara sıra açıp hepsini yeniden okur, her okuyuşta başka detaylar
yakalar. Hımm bak o polikliniğin adı artık Şifa Klinik değil, geçen ay değiştirdiler.
Uzun zamandır cesaret edipte yapamadığı bir şeyi
yapar, rehberden birine mesaj atar. Adrenalini sever aslında. Attığı mesaja cevap gelecek diye elinde
telefon beklerken, tuşlara rastgele basıp ekran ışığını hep yanık tutar. Ara
sıra parmağıyla ekranı temizler. Dokundukça daha çok buharlanır meret. Sonra belki gelmiştir de görmemişimdir diye mesaj
kutusunu açıp bakar. Hala defalarca okuduğu aynı mesajlar orda. Cep telefonunu çıkaranların Allah cezasını
versin.
Kendi kendine yaptığı espriye “gülmedim” diye cevap veren insanda yalnızdır. Aynalara bakmayı sevmez, çünkü bakarsa
kendine “tipine bak” diyecek, bunu duyan aksi durur mu? Karşıdan cevap verecek “sen kendine bak asıl” sonra başlayacak bir ağız dalaşı. Böyle bir
kavgaya girmemek için aksini muhatap bile almayan insan yalnızdır işte. Yalnız, öyle resmedildiği gibi eline kahve alıp
battaniyenin altına girmez. Yalnız insan huzursuzdur. Aynı yalnızlıkta uzun süre kalamaz. Kendisine biçilen yağmur yağan pencere önü,
romantik filmli kanepe üstü gibi yalnız
kalma alanlarına sığmayacak kadar sıkıntılıdır. Daralır.
Evden kovuldum ben. Kasım ayıydı. Akşam yemeği için sofrayı hazırlarken babamın bacağımdaki
tayta kötü kötü baktığını fark ettim. Ne o kıçındaki götveren donu? dedi. Bu soruya sert bir cevap vermiş
olmalıyım. Kopan gürültünün büyüklüğünden anladım. Yalnız insan sert cevaplar verir diyemem. Çoğu
zaman konuşmaya bile üşenir. Hıhı veya ııh diye cevap verebileceği soruları sever. Demek ki ben daha tam yalnız olamamışım. Şuralarım da biraz kalabalıklık kalmış.
Az sonra ayağımda ev terliği ile apartman
kapısının önünde buldum kendimi. Bir
kenara çömdüm. İnsanlar pişen şeylerini yemek için evlerine dönüyordu. Böyle hal içindeyken insan kendisi dışında kalan
herkesin mutlu olduğunu düşünür. Bende öyle düşündüm. Yan apartmanda oturan Osman amca bir poşet mandalina almış eve gidiyordu. Belki beni görüp ne yaptığımı sorar diye bir kaç cevap hazırladım. Ama bakmadı bile. İnşallah mandalinalarınız çekirdekli çıkmıştır.
İstanbul’a gitsem dedim. Bu İstanbul’un dürzüleri onlara
birşey verebilme ihtimalin yakınken “gel” diyorlar, galata kulesi manzaralı
evim, bir kişilik daha yatacak yerim var,
gel diyorlar. Gidip cee ben geldim desen altlarına sidiklerler korkudan. Eğlenmesi güzelde şimdi aynı evde böyle beleş
beleş… Gözlerinin önünden sayıyla lokmaların geçer. Yatmadan önce koyun değil
lokmalarını sayarlar. Bilirim, kaşık düşmanları hepinizin ciğerini bilir.
Dişlerim birbirine çarparken annem geldi. Elinde kabanım vardı ve baya ağlamıştı. Kaban değil annem. Sarılıp yüzümü öptü. Yüzüme bulaşan göz yaşlarıyla ne biçim ısındım. Dişlerimin çarpması durdu. Ağlayarak yavrum
abinlere gitsene burada ne duruyorsun dedi. Sadece tamam deyip kabanımı giydim, abimin birkaç
sokak ötedeki evine gittim.
Yengem beni görmekten pek hoşlanmadı. Hiç bir şey sormadan kapıyı dayalı bırakıp içeri döndü. Kabanımı
çıkarmadan bir saat öylece oturup, gidebileceğim başka yer düşündüm. Ama bulamadım. Asalakların hayatı göründüğü kadar kolay
değil. Ve kalabalık bir ailen olması yalnız olmadığını göstermiyor. Yalnızlık iman gibi, kimin yalnızlık içinde olduğunu asla bilemezsin. Telefon çaldı. Yengemin kız kardeşi erken doğum yapmış. Hemen hazırlandı ve hazırlanırken bana "iyi ki burdasın" dedi. Yanlış duymuş olmaktan korktuğum için cümleyi havada yakalayıp okudum, evet aynen duyduğum gibi söylemişti. Cebime attım, ara sıra çıkarıp okurum belki. Giderken biri 10 aylık
olan 3 çocuğuna göz kulak olmamı söyledi. Zaten onun için iyi ki buradaydım. Yoksa aynı evde böyle beleş beleş…
Döndüğünde hastanede refakatçi kalıp
kalamayacağımı sordu. İşte sevgili asalak kalacak yer
bulmuştu. Sadece tamam deyip kabanımı giydim gittim. Bir hafta koğuş gibi bir odada; doğum yapan, yapmak
üzere olan, daha yapmasına çok olan, yaptı yapacak olan 7 kadınla birlikte kaldım.
Sandalye üzerinde uyumak, batikon
çarpması ve götveren donumun aşırı dikkat çekmesi dışında bir şikayetim olmadı...
*( hastanedeyken tesadüfen arayıp moral olan kutup zencisi'ni ve bebeğe kıyafetle oyuncak yollayan ebru baranseli'ni unutmamalıyım. güzel şeylerdi bunlar. bi güzel şey daha oldu onu da başka bir yazıda anlatırım )
*( hastanedeyken tesadüfen arayıp moral olan kutup zencisi'ni ve bebeğe kıyafetle oyuncak yollayan ebru baranseli'ni unutmamalıyım. güzel şeylerdi bunlar. bi güzel şey daha oldu onu da başka bir yazıda anlatırım )