Pazartesi, Temmuz 23, 2012

Bianet'le yaptığımız söyleşi


Bir insanı tanımanın ismini, cismini bilmekten değil, duruşundan, düşüncelerinden geçtiğinden hareketle gündemdeki kadın sorunlarını konuşmak istedik Siminya'yla; kabul etti...

Bir süredir hükümetin çıkarmak istediği yasal düzenleme dolayısıyla kürtaj hakkı üzerinden bir tartışma yürüyor. Kürtaj üzerine sizin düşünceleriniz nedir?

Bir insanı karnında taşımanın ve onu tarifsiz acılar çekerek dünyaya getirmenin nasıl bir duygu olduğunu erkeklerin bilmesi imkansız, haliyle dünyaya getirmeme kararının nasıl verildiği ve ne travmatik bir duygu olduğunu bilmelerini de bekleyemeyiz.
Yüzyıllardır savaşlar, cinayetler, katliamlar yoluyla; yıllardır yaşayan, hayalleri ve birikimleri olan insanları gözlerini kırpmadan öldüren erkekler, kadınları, karınlarında yaşamaya başlamış bir canlıyı büyük bir zevkle yok eden caniler gibi göstermeye çalışarak kara vicdanlarını rahatlatıyorlar. Bunu yaparken ne kadar ironik göründüklerinin farkında bile değiller. Kürtaj bla bla bla dedikten sonra gidip onlarca insanın üzerine bomba yağdırıyor, şu veya bu ülkeye savaş açmalı mı açmamalı mı bunu tartışıyorlar. Gerçek zihniyetleri bu iken, önceden çalışılmış "yaşama değer veren merhametli insan" imajı, üzerlerinde fazlasıyla sakil duruyor.
Kürtaj kadının günlük bakımlarından biri veya kadınlar arası bir eğlence biçimi değil. Çoğunlukla ceninin sağlıklı oluşmadığı ya da sağlıklı bir yaşama doğmasının imkansız olduğu zamanlarda, vicdan azabı içinde yapılan bir eylem.
Tecavüze uğramış, yaşadığı acı yüzünden neredeyse kendini bu dünyadan kazımak isteyen bir kadına bile "eğer hamile kalmışsa doğursun devlet bakar" diye yaklaşan bir hükümetin kadınlara ne kadar acımasız bir noktadan baktığını, amacının ucuz işgücünde dünya devi olmak olduğunu anlamak zor değil. Ne söylesen boş bu adamlara. Sonuçta ne oldu? Yasa masa değişmedi, olan Uludere'ye oldu.


Gerek Kız Kısmı'nda gerek röportajlarınızda kullandığınız dil belirgin bir şekilde öne çıkıyor. Günlük hayatta kullandığımız dili kadın perspektifinden değerlendirir misiniz?

Maalesef günlük hayatta kadın, çoluk, çocuk hepimiz erkek egemen bir dil kullanıyoruz. Yarı erkeğe yarı da kadına ait olan "İnsan dili" denebilecek bir dil yok ortada. O kadar içimize işlemiş ki hangi kelimenin cinsiyet ayrımı içerdiğini anlamak için kullanmadan durup düşünmek gerekebiliyor. Aynı zamanda hem arzulanıp hem de küfür lazım olduğunda ilk başvurulan bir cinsel organa sahibiz. Erkeğin cinsel organı ise ucundaki et parçasının kesilmesi şerefine şenliklerle, dualarla kutsanıyor.  Mesela benim vajinamın fotoğrafı albümlerde yok. Ama kardeşlerimin çüklerinin her hali albümleri süslüyor.
Böyle söylemem bile kimbilir ne kadar abes bir his uyandırmıştır. İşte bunu diyorum. Kadınlara ait bütün öğeler dilimizde aşağılama ve küfretme amacıyla kullanılıyor, erkeğe ait olanlar ise yüceltme ve ödüllendirme. Bunları sadece erkekler değil farkındalığımız henüz tam oluşmadığından kadınlar da yapıyor. Bir kadına "erkek gibi kadın" dendiği zaman, kadın bunun temelindeki aşağılamayı göremeyecek kadar teslim olmuş, böyle denmesinden büyük bir gurur duyuyor. Hemcinslerine karşı bir erkek "bedenime dokunmaymış... değdirirken eyiydi" yazınca en çok kahkaha atan "ağzına sağlık valla" diyen yine kadınlar. Biri bizi buradan alsın! Bu hale nasıl geldik, erkeklerin hayatın her alanına bu kadar hakim olmaları ilk ne zaman başladı bilmek isterdim. Bilmek yetmez, zaman makinama binip gitmek isterdim. Sonra belki bu süreci durdururdum.

bu herif star gazetesi yazarı...



Günlük hayatta hep duyarız, "Ah, bana yetki verecekler..." Biz bu soruda konuyu belirleyip yetkiyi size verdik: Çocuk gelinler! Buyurun yetki sizde, güç elinizde; bu sorun karşısında ne yaparsınız?

Bana yetki vermeseydiniz keşke. Çünkü benim projelerimden biri kökten sünnetçi olmak. Yetkilerimi kötüye kullanabilir, tarihin en kanlı kadın diktatörü olabilirim. Bu yıl 20 bin civarında çocuk gelinimiz olmuş. Hayırlı olsun. Baya baya resmi evraklarla pedofili yapıyor, kötü görünen yerlerini de düğün, aile, din makyajıyla süslüyoruz.  ( okusak bunu )
Eğer bir yetkim olsaydı, ilk önce aile içi denetimleri on kat artırır, mevcut durumu hızla düzeltmeye çalışırdım (örneğin; yaşı küçük kızı için evlilik izni almaya gelen aileyi ağır bir şekilde cezalandırmak, kızı bir süre ailesinden uzaklaştırmak gibi).
Sonra babaları eğitmek için kolları sıvardım. Hep annelerin eğitilmesinden dem vurulur. Fatura yine kadına kesilir. Hayır. Ataerkil bir toplumda anne ne kadar bilinçli olursa olsun son söz babanındır. Gerekirse şiddete başvurup dediğini yapar. O babaların çoğu; kahvede, camide, çarşıda çabucak gaza gelen, bir tomar paraya tav olan adamlar. Kızıyla alakalı en küçük bir namus şüphesine düşsün hemen başgöz edip namusu kurtarma derdine düşer.
Küçük yaşta evliliklerin çoğu; kızın onun bunun oğluyla adı çıkacak diye ve babanın paraya ihtiyacı olduğunda yapılır. Bizzat yaşadığım şeyler bunlar. Sonra kız çocukları için pozitif ayrımcılık paketi hazırlardım. Maddelerden biri "En az 20 yaşına kadar okuma zorunluluğu" olurdu. Okumam derlerse işe sokar sürüm sürüm süründürürüm onları. Onu da kabul etmezlerse hapse atarım. Tabii yasaları buna göre düzenleyeceğim. Galiba tam bir diktatörüm. Ama güzelinden.



Medyaya yakın bakışınızdan, yazılarınızın tarzından, popüler kültüre yaptığınız göndermelerden mizah dergilerine uzak durmadığınız belli. O halde sorumuz şu: Mizah dergilerinde kadının yansıtılışını nasıl buluyorsunuz?

Şimdi koca memleket baştan ayağa berbat olur da dergisi olmaz mı? Kadına bakış açımız tek kelimeyle: seks. Mizahımız da bu doğrultuda. Gerçi eski dönemlerin, 70'lerin, 80'lerin karikatürleri daha kötüymüş. Homofobi,  köylü kadın aşağılama, tecavüzü normalleştirme, sarışın kadını aptal görme, mutfakta duran anne gibi komikliklerle geçmiş o yıllar. Şimdi iletişimin hızlı olması, gelen tepkilere göre hataların hemen anlaşılması sayesinde daha az. Hâlâ daha bazı eksikler var. Mesela meşhur olmuş karikatür kahramanlarından kaç tanesi kadın?
Herhangi bir karikatürde, diyelim ki bir işveren veya müdür çizilecek, kaç karikatürist bu figürü kadın olarak çiziyor? Bir kadını cinsiyetini alet etmeden eleştirebilen bir mizahçı babayiğit görmedim. Her şeyi bıraktım kadın karikatürist sayısı kaç?
Kadınlar mizah üretemiyor diye bir öngörü var, belki haklılık payı vardır. Bunun sebebi zeka eşitsizliği falan değil, özgüvensiz yetiştirilmemiz. Sadece güzel görünsün, hoş giyinsin, edepli konuşsun, düzgün yürüsün, istediğimizde seks versin ama seks istemesin, öyle yollu gibi olmasın diye adeta bir mumya gibi şekillendirilmiş, taşkınlığı hoş görülmemiş kadında; mizahın o darmadağınık, serseri, çirkin, sivri yapısının oluşması beklenmesin. İstisnalar müstesna tabii.



 2011'de tanıdıkları erkeklerden şiddet gördüğü için ölen kadın sayısı 250'den fazla. Kitabınızda "şimdilik memleketin testosteron familyası benden korkmasın. Ama amaaa 70 yaşına gelince, o tayfa ile cinsi ve insi münasebetim kalmayınca yapabilirim diye düşünüyorum..." diye yazıyorsunuz. Siz yetmişinize gelmeden bu konuya nasıl el atılmalı?

Röportajın başından beri konuştuğumuz her konu gelip gelip erkeğe, erkeğin eğitilmesine dayanıyor. Çünkü öyle. Ama nasıl eğitilirler bilmiyorum. Erkekler inatçı, erkekler sahiplenici, erkekler şiddete meyilli. Birkaç gün önce bir video seyretmiştim. Muhafazakar bir türkücü şiir okuyordu ve şiirinde kadın gibi kadının nasıl olması gerektiğinden dem vuruyordu. Bana hizmet ederken zarif olacak, kuru fasulye bile pişirse şık sunacak, şişman olsa bile (olsa bile?) hanım hanımcık yürüyecek, süzülecek, ecek, acak, öcök, diye gidiyordu. Paketleyeyim mi burada mı yersin dedim ama beni duymadı. Şiir zaten başlı başına ele veriyordu ama şiirin sonunda söylediği cümle egemen erkek kafasının nasıl çalıştığını özetledi. "Ben erkeğim, kadına sahip olurum ve kadın bana ait olur" dedi. İşte şiddetin sebebini ve çözümünü bu cümlede aramalıyız.
Öldürülen kadınlar, evlerde yaşanan şiddetin boyutu hakkında sadece bir ipucu. O kadınlar ve diğer milyonlarca kadın erkeğin malı olarak büyütülüyor ve erkeğe sunuluyor. Erkek annesinden gördüğü ilgiyle diğer kadınların da kendisine hizmet etmesi gerektiğine inanıyor. Ömrü boyunca kadının kendi eye kemiğinden yaratılmasının onurunu taşıyor. Bununla kendine haklar yaratıyor. Kadın ne zaman ki kendine ait haklar da olmasını istiyor, şiddet başlıyor. Erkeklerin bu sahiplenme duygusundan kurtarılması, kadınların hizmeti olmadan yaşayabileceğinin ve hiçbir insanın ona ait olmadığının öğretilmesi bir çözüm olabilir. Ama zor, çok zor. link



video bu

Salı, Temmuz 10, 2012

Durum raporu


tıklıyon bunu

Hani lan? Kitapta çıkardık niye hayatım değişmedi benim? Güya paralar oluk oluk akacak, her taraftan alakalı alakasız zibilyon tane teklif yağacak idi. Kim kesti paralarımın önünü kardeşim!!1 Bana bir şeyler teklif etsenize lan!! İtiraf sitelerine senaryo yazarım, forumlara bot olurum, dandik ürünlerinizin altına “eltimden gördüm bende aldım çok memnun kaldım ;);) yazarım.  Şansıma tükürüyüm ya. Bari kapağımın çalıntı olduğu dedikodusu falan yayılsaydı da sansasyondur, navigasyondur yolumu bulsaydım. Hoş o kapağı kimse kimseden çalmaz ha. Gece uyanıp aniden görünce korkup pikeyi kafama çekiyorum. Kızın gözünün içinde tek gözlü yaratıklar, ejderhalar  falan var abi. Karanlıkta hareket ediyorlar. Ağzından hiç bahsetmiyorum bile. Sen yıllarca dudaklarım çok güzel diye dolan,  çıka çıka cehennem mağarası gibi ağızla çık. İnsan oğlu sahtekar, insan oğlu hep laf hep. 
Evde aynı kitaptan iki tane olması bazı şüpheleri de beraberinde getirdi (yan yana koymayacaktım onları) "bu gaffasına bir şeyler takmış gızlı kitaptan niye büssürü?" diye sordular. "çünkü onu şeyden şaparken, muhakkak ötekini şey etmek gerekirdi ki bir alana bir bedava şoolunca ne dese beğenirsin ehe ehe" dedim. Bunun dışında bir aksiyon yaşamadım. Ne aksiyon, ne para, ne teklif.  Ne demeye kitap çıkardık ya olum biz? 
En çok merak ettiğim şey kitabımı bir kitapçının rafında görünce neler hissedeceğimdi. Olayı yerinde hissetmek için vardım kitap satan yerlere. Dünya üzerinde bir kitabı rafta görmek için 3 araçlık yola giden "tamam gördüüüm, o zaman napim eve döneyim" diyen kaç kişi vardır? Çektiğim fotografta işe yaramadı. Çünkü telefonumun 1,5 piksellik kamerasının yarısı kırık. Öteki yarısı ile çektim eve geldim ki kendi kitabımı değil yılmaz özdil'inkini ortalamışım. Neyse ki internetten fotograf yollayanlar sayesinde eksikliğini hissetmedim. Bende doğuştan gelen öyle bir artiz tutum var ki her şeyi olağan peeh,  normal ki bunlar meeh diye yaşarım. Bir hafta sürmedi her yıl kitabı çıkan biri gibi hissetmeye başladım. İki gün sonra heyecanım bitmiş balkonda halı yıkıyordum. Turşu da kurdum. HIYAR!! Yinni?

Yayınevinin bildirdiğine göre kitaba olan ilgi güzelmiş. Emine s. beder ile at başı gidiyormuşuz. Bir ara kitapçıda kimse görmeden benim kitaplarımı alıp onunkilerin üstüne dizdim. Kameralar çekmiştir ha. Ama hakkı var üstad bu sene çok sağlam yemek tarifleri ile gündeme bomba gibi düşmüş. Rekabet çetin. Hele o iç yağında ıspanak yuvası dönengeci ne öyle! Hiç hesapta olmayan şeyler bunlar.
 Kitabım bir aydır deneme kategorisinde ilk 4 kitap içinde. Aynı alandaki diğer taşaklı yazarlara bakarak benim o paçalarından akan acemilik ve fukaralıkla orada olmam şaşılacak iş.Hergün açıp pel pel şaşırıyorum. Bak gene şaşırdım. Yılmaz Özdil olsam:

Pembe kitap kimin?
Siminya adında bir pespayenin
…..
Neymiş?
Ankaralıymış
Ankara Nedir?
….....
Başkent!!
AKP!!!
Peki.....
......
İzmir ne demektir?
Yılmaz Özdil!
ATATÜRK...
*****************
İşte görün dönen rezilliği!!
........

Diye düşünürdüm. Acaba bu herif düşünürken de enter yapıyor, noktalama işaretlerini böyle har vurup harman savuruyor mudur? Zor olmalı.

Bana yansıyan yorumlar genellikle iyi. Olumsuz yorumlar da var tabi. Bunlar genelde iki yönden geliyor. Hemen anlaşılamayacak uzunluktaki cümlelerim yüzünden okuyana hafakanlar (erkek çocuğuna isim: hafakan) basması ve dehşet olayları sanki çok normalmiş gibi anlatmam. Üzerimden kamyon geçse bile “ehuehue kamyon kafamı pırtlattı” diye yazmam bazılarını irite etmiş. Bekliyordum bunu (normal ki bunlar peeh) Bu durum benim sert ve vahşi üslubumun her bünyeye hitap etmemesinin sonucu. O kadar sert gelmişim ki gazeteci birkaç zevat “erkek söylemi” diye eleştirdi beni. Nazenin, kırılgan ve ağlak yazıp alışılmış kadın söyleminin hakkını vermeliydim galiba. Bknz: Kadın gibi kadın
Bir gazeteci kadın ise benden fena halde nefret ettiğini hissettiren sorularla çıktı karşıma. Hemen bütün soruları;  aşağılayan, hor gören, tepeden tepeden sorulardı. Bende onun anladığı dilde, sıçarım çanağına türü cevaplar verdim. Ama tabii gazeteye basılacak gibi olmadığı için kendince kırpıp yumuşatarak yayınladı. Mesela yayınlamadığı sorulardan sadece biri: 

    -  Entelektüel bilgi seviyeniz de pek tarif ettiğiniz kızın yetişme tarzına uymayacak derecede zengin! Bunu nasıl sağladınız?
Bu bakış açısı yıkmak istediğim diğer köhne köy adetleri arasında elitist duruşuyla göz kamaştırmakta. Bir insanın entelektüel seviyeye ulaşmak için berjer koltuklarda oturup, pencereden şehrin göz kamaştıran ışıklarını seyretmesi gerekmez. Bilgi şehirlilerce bulunmuş yeni bir icat değil. Binlerce yıldır insanlar bir yolunu bulup öğreniyor. Bknz: mağara hiyeroglifleri. Piri Reis meşhur haritasını Google Earth’e bakarak çizmemiştir di mi? Bildiğim kadarıyla Aşık Veysel’de edebiyat fakültesini bitirmedi. Bilkent mezunu insanlar içinde Türkiye’nin başkentinin İstanbul olduğunu zannedenler var.  Bardağına konan sineğe “gider mısın lütfan gerızakalı şay” diyen üniversiteli gördüm ben (asfdadasdf)  Entelektüelliğin yaşam standardı ile değil merakla ilgisi var. Taşra insanının bir şey bilmediğini düşünmek modası geçmiş bir önyargı. Bu önyargıyı Hacettepe tıp fakültesini kazanan Hakkarili çoban bile değiştiremediyse ben hiç değiştiremem.

Durup dururken tek kitapla entelektüel de olduk iyi mi. Gazetecilerle anlaşamadığıma "laflarımı cımbızla seçmişler!" diye atar yaptığıma göre yakında bar çıkışında "çekmeyin kardeşiem" derken görüntülenebilirim demektir. Oldum ben oldum.

 Olumlu yorumlara gelirsek. İşte en sevdiğim bölüm. Taraf-kitap ekinde çıkan yukarıdaki yazı muhteşemdi. Vay beeh dedim kendi kendime. Niyeyse ani bir refleksle koştum aynaya baktım. Evet bana diyo dedim, aynada onayladım. Twitter'dan zaten fihuu, zamanında blokladığım İstiklal Akarsu bile destek oldu lan. Yerin dibine girmeyi geçtim, mağmaya tosladım. Biliyor musun kötü karakterler var :( 
Ardından Borges'in yazısı. Orhan Uluca'nın yazdıklarımı okuduğunu, kitabımı alacağını hiç düşünmezdim. Bu spor yazarı tayfası sadece spor haberi okur, tenisçi ve spor muhabiri kızlar dışında gözleri bir şey görmez diye düşünüyordum. Sonra bir çok blog yazarı arkadaşımın kitabım hakkında ki görüşleri. Bunları okurken ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Hepsine ayrı ayrı teşekkürlerimi ilettim ama bir de blogumdan teşekkür etmek istedim. İşte bunlar hep karşılıksız, beklentisiz,  rica minnet, para pul gibi rezilliklere başvurmadan iyi niyetle oluşan şeyler. Bu nedenle paha biçilemezler. ANLAYANA!! 

Unuttuklarım varsa affola.


 böyle

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...