Çarşamba, Ekim 10, 2012

Sebebim oldun sonbahar



 Bu mevsimde doğmama rağmen sonbaharı sevmiyorum. Seveni de sevmiyorum. Bütün gün gördüğün şey  apartman girişine düşmüş, çöpçülerin süpürüp götürmediği iki sıracalı yaprak. Nerede gördün doğayı adeta bir yorgan gibi örten sarının tüm göz alıcı tonlarını? Sanki bu şair ruhlu sonbahar çocuğunun ahşap kulübesinin verandası ormana açılıyor. İşe de atla gidiyor. Hasat mevsimini severim ama bak.  Hani tarladan mahsul kalkar da kuşlar toprağa dökülmüş yemlere üşüşür ya? Ayçiçeği ve mısırlar toplanınca gövdelerinden kısa süreli sap ormanları oluşur. İçine dalar unutulmuş mısır koçanı ararsın. Bağlarda son kalan eciş bücüş üzüm salkımları toplanmayıp kuşlara ve çocuklara bırakılır. Tepelerden, harmanlardan patos sesleri yankılanır. İşte hastasıyımdır o kısacık kuru ve saman kokulu günlerin. Yalnız bak aklıma geldi biz o kuşları gözer denilen büyük elekle avlardık be. Gözerden kurduğumuz tuzağın içine düşen zavallı kuşun kellesini sündüre sündüre koparır, tarla kenarına çömüp hemen ateş yakar, ala temizlenmiş şekilde sopaya takıp yarı pişti pişecek hooop cukkaa...  Çocukken; duyarlılıktır,  bunlar hep vahşettir, dostlarımızı yememeliyiz arkadaşlardır pek gelişmiyor. Çatur çutur karınca bile yediğimi biliyorum, nerede karıncayı bile incitmeyen bir insanımlık? Canlıydılar ve sayıca çoktular


Hasat mevsimi ne kadar kuru ve güzelse bu sonbahar melunu o kadar ıslak, çamurlu, ayak üşütücü, sistit yapıcı leş bir hayvandır. Gürültülüdür. Mevsimlerin tamtam dansıdır. Yazın mayışık sessizliğine tepki olarak doğmuş “hızar”ın anavatanıdır. O hızar sesi ki bana göre dünya üzerindeki gelmiş geçmiş en kötü ikinci ses. Birincisi elbette ki babamın “ağşam yatmak bilmiyoğuz,  zabah gakmak bilmiyoğuz” gibi kakışları da kapsayan kendine tenor sesi. Üçüncülüğü de yeni taşınan komşu matkabına veriyoruz. Yarışma bitmiştir.
Mamak’ın fukaralığının üstü; samsun köprüsünden geçenlerin “bu melih gökçek çok çalışıyor haa” diyebilsin diye henüz bu kadar yapaylıkla ört bas edilmemişti. İçi gibi dışı da mezbelelikti ama kimsenin görüntüyle uğraşacak zamanı da parası da yoktu. Öylemesine doğaçlıyorduk. Her ay birinin boğulduğu kanalın kıyıları alabildiğine meyve ağacıyla sıvalıydı. Rayların kenarında ise kavaklardan oluşmuş bir koruluk vardı. Artık koruluk muydu yoksa 5-6 ağaçtı da gözümde mi büyütüyorum bilmem. Ben oraları sahipsiz zannederdim, tıpkı dünyadaki tüm ağaçların sahipsiz olduğunu sandığım gibi. Yanılırmışım. Dünya üzerinde el konmamış ne bir karış toprak, ne bir damla su, ne de tek bir çıbık varmış. Kavakları tomar tomar para karşılığında bir adama satarlarken gördüm. Mahallede gelişen her olayı da görüyormuşum ha. Tarihteki ilk mobese kamerasıyım. Ağacın satılabilir olması çok tuhafıma gitmişti. Bir iki tane de ben satayım, parasıyla cıncık boncuk alırım diye geçti aklımdan. Elmas teyzenin bahçesine sinsi gözlerle baktım. Birkaç gün sonra ah kavakları zalım hızarlarla kesip kesip götürdüler. Bu köpoğlu köpeğin sesi kulağıma ilk çalındığı gün çocukluğum da rahmetli oluyordu.  Sesi sanki “dikkat dikkat sonbahara girdik” borusu gibi bir duygu uyandırıyordu.  Yada “Kış hazırlıkları başlamıştır çel çocuk görev yerlerine” çağrısı. Bir römork dolusu ağaç tomruğu evimizin 50 metre aşağısına dökülür ve bunları kırıp odunluğa yığma talimatı gelirdi, yukardan bir yerlerden.. İncecik kolların varmış, kız çocuğu böyle kaba saba işleri beceremezmiş, balta sapar zemine çarpar zeminden hoop döner gelir kelleni alırmış kimin umurunda.  İşinize gelince hemen de sığınırsınız kızız biz bahanesine! Eşitlikse al sana eşitlik. İş olunca herkes bizim güçlü olmamızı, bitirim olmamızı istiyordu. İşlere asılıp oğlan çocuğu gibi ayakta işemeye başladığımızdaysa fikir değiştirip bir kız gibi utangaç, mızmız olmamızı beklediler. Bizimle ne yapacaklarına bir türlü karar veremedi hıyarlar.
 Oramız buramız kıymıklarla çizik çizik, çam kokusu çekmekten kafalar güzel olmuşken bu seferde o kara, o kör olası madenin fısıltıları yayılırdı  “kömür aldın mı?  kaç ton aldın? yolda mı? geliyor mu? geldi mi?” aha da geldii. Nasıl bir mahalle dayanışması ise başka zamanlarda birbirinin gözünü oyan çıkarcı büyükler kış hazırlıklarında el ele tutuşuyor, bize her gün başka bir evin kömürünü taşıtıyorlardı. Çocukların kış hazırlıklarını aradan çıkarmak için keşfedildiği gün gibi ortada. Adı üstünde Ev-Lat. Ev için üretilmiş işçi. Lat malum eski Türkçe de işçi demek. (Güzel uydurdum bunu yalnız)
Günlerce kömürlük kömürlük dolanmaktan Türkçe olimpiyatlarına gelmiş afrikalı çocuklara dönüşürdük. Neyse ki “bir angara bebesi ağlıyor/ gözleri yaşlı / hani yalnızca bir kamyondu / tonları aştı” diye şiir okutan olmadı. Çok şükür yazan bile olmadı.  Ağzımın içine dolup dişlerimin arasında çıtır çıtır eden kömür tozunun tadını hiç unutmadım. Renk  olarak karıncayı andırmasına rağmen lezzet açısından farklılıklar var. Kömür damakta çok hafif bir Zonguldak aroması bırakıyor.
Odun ve kömür işi bitse bile çile bitebilen bir şey olmadığından annelere paylaştırılırdık. Elimize süpürge tutuşturan dişi öncümüzle birlikte, o aşağıda yakında ebeleri bellenecek olan kavakların dökülen yapraklarını (gazel) toplamaya geçerdik. Bu yaprakları bazen soba tutuşturmak, bazen ekmek yapmak bazen de rutubete karşı kullanıyorduk.  Aslında gazel toplamak çok zevklidir. Havaya savurdukça daha da mis gibi kokan kuru yapraklar sonbaharla ilgili sevdiğim az sayıdaki diğer şeylere eklenebilir. Çünkü kuru. Çünkü o da bir nevi hasat. Ben kendim şahsen hasat seviyorum. Yorulunca kavakların altına, yığılmış yaprakların üstüne uzanır son göçmen kuşların seslerini dinlerdim. Eğer bir mevsimden başka mevsimlere göç edemiyorsam insan olmanın ne güzelliği vardı ki? Kuşların göç ederken çıkardığı o tiz sesler bizim yerimizde çakılmışlığımıza götleriyle gülmeleri değilse ben de neyim.
Şimdi bu kavak korusunun bulunduğu yeri Nimet et şarküteri, GelAl Market, Yusuf Kocamanoğulları sitesi gibi sikindirik beton yığınları aldı. Ağaçlardan arındı, kalkındı pek bir şahane oldu. O kadar şahane ki  betonun cazibesine dayanamıyor gidip şarküterinin önündeki kaldırıma boylu boyunca uzanıp göçmen kuşların… Uydurması bile olmuyor bak. Kuşlar bize gülmesinde kim gülsün.

Gazel toplamayla bitti mi sandın? Önce odunları sonra kömürleri yığdığımız depoya gazelleri koyup “oh bitti hadi gidekte  tepeden yuvarlanmaca oynayak” diye düşünürken "hah oraya indir oğlum oraya oraya" diye bir ses daha gelirdi.. yine o 50 metre aşşadan,  o kötü yüklerin habercisi aşşadan! Yılaaaan! Sonbahar boyunca oraya indir, buraya bindir, üstüne çöğdürlerin ardı arkası kesilmek bilmezdi ki. Pikapla gelen salçalık domatesler, kamyonetle gelen turşuluk hıyarlar, otobüsle gelen yatmalık akrabalar... Gel de sev bu ciğerleri ağzından gelesi mevsimi! Sinirlendim bak gene bak. Zaten sistitim


Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...