Salı, Ocak 08, 2013

Ardımdan tüm suçu bana atacaklar diye intihar edemiyorum




son aylarda dilimden sık sık dökülen kelime “yorgunum”  hiç bir şey yapmak ve kimseyle konuşmak istemiyorum. ülkede olan bitenden bıktım. insanların şikayetlerinden bıktım. araba şamatasından, hava durumundan, asansör sesinden bıktım. dikkatimi çeken, ne yaptığını önemsediğim tek bir insan yok. ilgimi çekebilen tek bir durum yok. hastayım. bir hastane odasına yatmak ve yıllarca uyumak istiyorum. ara sıra gelip iğne vuran hemşireler dışında odaya kimse girmesin. refakatçim olmasın. yemek getirilmesin. kendi ağız şapırtıma bile tahammülüm yok. yazılar yazıyorum ve yazdıklarımı okuyorum. daha önce hiç bu kadar dağınık cümleler kurmamıştım. düşüncelerim gibi dağınıklar. üstüm ve saçlarım gibi dağınıklar. şiddetli baş ağrısı ve uykusuzluk çekmeye başladım. dudaklarımı yiyerek bitirdim. tırnaklara henüz gelmedim. önlem olarak uzatmıyorum. gecenin bir yarısı belki 4 belki 5 gibi bir film koyup izliyorum. konular bilindik,  insanlar hep beklenen cümleleri kuruyor. evler aynı, yollar aynı, sokak lambaları, yaralar ve yara bantları aynı. sonra sebepsiz yere susuyor, gerekmedikçe konuşmuyorum. ilgilenmediğim şeylerle ilgileniyorum. belki ilgimi çeken bir şey bulurum diye. bulamıyorum. yorgunum.


Henüz ruhumuzda kopan fırtınaları, bilinçaltımızda biriken irinli yaraları, habis düşünceleri en saf haliyle yazıya dökebilecek kelime yok. Belki var ama bir araya getirmek öyle zannedildiği gibi kolay iş değil. Ara sıra getirdiler, mesela marquis de sade.  Ama onu içgüdülerimizin cani dilini anlayabildiği için sapıklıkla suçladılar. Toplumsal ahlaka mugayir her ifadesinde hastalık buldular. Acıdılar. Ürktüler. Oysa kısaca diyordu ki “siz busunuz işte” Biz buyuz işte. İnsan büyük bir çıban. Her deliğinden  kokuşmuş akıntılar fışkıran devasa bir yara. Ters düz olmuş, içi dışına dışı içine karışmış dikili bir kumaş. Tüm doğrular içerde kalmış. Tüm yalanlar eline yüzüne sıvanmış.

İnsan diyelim ki bulsa o bulunamamış kelimeleri bu sefer de dürüst olmaya cesaret edebilecek mi? Etse dinlenecek mi? Dinlense sevilecek, sevilse çoğunluğun gazabından korkmadan hak verilecek mi? Öğrenilenlerin aksini zırvalayan bir delinin yanına izleyici çoğunluktan kaç kişi yanaşır? Çoğunluğun şüphe geçirmez sımsıcak duvarları nerde, azınlığın her yanından soğuk rüzgarlar alan bir başınalığı nerde.  Kaç kişi aklını yitirdiği düşünülen meczupa acımadan ve korkmadan bakabilir? Kaç kişinin aklından ona biraz demir para vermek, bir çorbacıya götürüp  kendi vicdanını okşamak dışında bir şeyler geçer. “İyi ki ben böyle değilim” diye boşluğa şükreden onlarcası müstesna.  En leşi de yaptığı iyilik seremonisine şahitler arayanlar değil midir? Ve biri kalkıp duyarlılığının kutsanması için çırpınan bu sefil yaratığı gördüğünde içinden öğürmek geldiğini söylerse fena mı olur.

  Şüphe götürmez ki insan; yapmak istediklerini, sana, ona ve şuna karşı hissettiklerini olanca katılığıyla içinden çıkarabilse lanetlenecek ve dışlanacak. Yapayalnız ve aptal durumuna düşecek. İfadesi sertleştikçe kalabalıklar bu hadsizin güzel olan bir şeyleri yıkmaya geldiğini zannedecek, korkacak ve reddedecektir. Yaşadığını fark ettiğinden beri durmaksızın kafasının duvarlarına çarpan doğal düşüncelerini tüm yalınlığıyla dümdüz söylediğinde bile çil yavrusu gibi dağılacaklardır. İcabında onu da dağıtarak. Bozguncu diye kodese,  deli diye akıl hastanesine tıkılacak, ilkel bir dürtüyle dumanlı silahlarla ürkütüp kaçırılacaktır.  Öyle olmadı mı hep? Doğruyu yalnızca doğruyu söylemek için yemin gerektiren tek yer mahkeme salonları olmadı mı? Kürsüde oturan bir hakimin huzuruna çıkana kadar ne yemine ne de gerçeğe uymak gerekmemişti. Hürriyet için güçle savaşmak yuhalanırken güce teslimiyet alkışlandı. Çıkar için yemin etmekte bir sakınca bulunmadı. Gerekirse kutsal bir kitaba basıldı. Boynumuzu eğelim ki alnımızdan öpülsün. Apandis gibiyiz. Körleşmiş boklu kalın bağırsak ucu.

Dünya içimi kaldırıyor. Kuşlar, maymunlar ve güneş olmasa onu havaya uçururdum. Üstüne işemek sadece cinsel bir fantezi olmasın. Ağza sıçmak sözde kalmasın. Bence şehirleri içindeki mağazalarla birlikte yakabiliriz. Arabaları da köprüden aşağı atmalı. Yüksek binaları koli bandıyla sarmak kaç yıl alır ki? Bu hesaba pencerelerden bağıran ve ağız şapırdatan insanları da ekleyelim. Faturayı bana yollayın.


Ölümümden beni sorumlu tutacaklar diye intihar edemiyorum

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...