Cuma, Şubat 01, 2013

Yoksun ama varsın


    

 Bir çoğumuz Einstein’ın 9 yaşına kadar doğru dürüst konuşmamış olmasını (doğruluğu su götürür bile olsa) kendi yetersizliğimizin tesellisi olarak kullanırız. Bak bak dahi bile ömrünün bir yerinde teklemiş. Bal gibi de yapamamış işte.  Başkasında zaaflar ararız, açıklıklarımızı yamayacağımız zaaflar. Ancak budur yüreğimizi ferahlatıp, içimizde yanan eksiklik ateşini söndüren. Gördün mü çok büyük adammış ama babasını boğazlamış.  Ne anladık o işten peh!  Duydun mu bilmem kim bizim sandığımız kadar doğru değilmiş,  şöyleymiş meğer böyleymiş hatta. Hah iyi iyi tam da kendimden umudumu kesmişken hızır gibi yetiştirdi kabahatlerini. Zaafları olan başarılı insanlar olmasaydı oturduğu yerde ortadan yarılan insanlara rastlayacaktık.

    Çoğumuz asla tarih yazamayacağız bunu biliyoruz. Umutla kurulup beklediğimiz gibi bir kırılma dönemimiz,  yırtma yılımız olmayacak. Her dakika ölmeye doğan yüzlercemiz gibi, gri yaşayıp gri öleceğiz. Öldüğümüz gün arkamızdan binlercesini bırak belki onlarcası bile yürümeyecek.  Siyah giyinmiş önemli görünüşlü  insanlar buğulu gözlerle büyütülmüş fotoğrafımızı taşımayacak, bayraklar yarıya indirilmeyecek. Bunun hayali bile boyumuzu aşar. Çok film izliyoruz. Umudumuzu yitirmek gibi olmasın ama büyük ihtimalle yıkıcı bir depremde ölen binlerce insandan veya çok ölümlü bir trafik kazasında ölenlerden biri olacak ve ismimiz olayın oluş biçimi kadar bile dikkat çekmeyecek. 3. Sayfa haberlerine sadece adımızın baş harfleriyle çıkmamız dahi yavaş yavaş ve kimsesiz ölen kimilerimiz için mucize olacak. Cesedimizi bir barakada çürümüş olarak bulup bir poşete doldurup götürmeleri de olası. Arkamızdan ağlayan olacak mı? İyi bilirdik diyenlerin kaçı gerçekten tanıyarak bunu söyleyecek belirsiz. Hem niye iyi bilinmeliyiz ki? Niye ağlanmalı ki?


Belki hayatımın bir 20 yılını tamamen yetersiz ve görünmez geçirdim. İlk 16 yılını ortalama bir zeka nüvesi dahi taşımadığım halde konuşmadan bitirdim. Konuştu diyenler olursa da onlara inanmayın. Ben yalnızca soru soranları baştan savmaya çalışıyordum. İlk gönüllü fotoğrafımı ise galiba 14 gibi çektirdim. Elde plastik çiçek tutulanından. Fotoğrafçı çocuk Ablamın sevgilisi olmasaydı ve dükkanında yapacak daha iyi bir şey olsaydı onu da çektirmezdim ya. Bazı fotoğraflarımın açıklaması “şu arkadaki kadının eteğinin yanında görünen kurdele var ya? Hah o benim kafamın kurdelesi. Kafam çıkmamış ama kurdele epey güzeldi” oluyor. Bütünüyle siliktim.  Vardım ama yoktum. Çok belli etmesem de tercihli bir görünmezlikti bu. Yapamadıkça geri geri çekilme görünmezliği. Hem fena da değildi ortamım. Baktım diğerinden daha az kafam ağrıyor, daha az kişiyi ve olayı aklımda tutmam gerekiyor,  eli öpülecek  ve hatırı sayılacak akraba hiyerarşisini ezberlemek her yiğidin de harcı değil, bıraktım. Hozan Beşir'in bir sözü geldi aklıma "yazıldığında hayat hikayem çok uzun olmasın diye 13 yıl müziğin dışında hiç bi şey yapmadım" Görünür olmak, iki taktir üç alkış toplamak için bir şeyler yapmaya da yeltendim yeltenmedim değil. Ay dur şu dünyaya bir çızıkta ben atayım diye her koşturmanın sonunda duvarlara tosladıkça heves meves kalmadı.
   
    Bir gün anneme “senin bir karakız vardı ne oldu o hiç görünmüyor yoksa öldü mü?” diye sormuşlar.  Eve gelip bunu anlattığında normal olanın yani “vay anasını o kadar mı asosyalim” diye üzülmenin aksine içimi gurur kapladı, bunca zamandır bir gölge gibi yaşamaya çalışmanın mahsulünü almıştım. Pelerinimi savurarak kuleme çıktım, yendiğim kainatımı seyrettim. Oysa bir çokları için bu bir kaybetmişlik.  Kimsenin seni tanımıyor olması, ben geldim, buradaydım sonra da gittim diye izler bırakmamış olman kabul edilir gibi değil.  Senin de ötekiler gibi yeteneklerle donatılmış olduğunu kanıtlaman bekleniyor. (olmasa bile..içinden gelmese bile) Başarısız olunca da aşağılanmaya katlanman. Küçük hayatının küçük insanı olmayı tercih etmen yenilgi sanılıyor. Ortalarda olmalısın. Çığlıklar atmalısın. Beni görün beni görün buradayım hey bakın bana bakın bana hey! Dahi olup olmaman mühim değil. Varlığını gözlerine gözlerine soktukça onlar aşina oldukları bu gürültücünün önemli bir şeyler yapmış olduğuna kısa sürede inanıyor. Bu bir yanılsama, bir illüzyon.

   Zannettiğimin aksine bu görünmez yıllarım bana sık sık nükseden vahim bir saplantı dışında bir şey kazandırmadı. İçine kapanıp olan biteni hissizce izlemek gibi özellikleri olan bir saplantı. Bir olursaolsunculuk, olacağınavarırcılık duygu durumu. Kafamın içinde hiç durmadan konuştuğu halde dışarıya renk vermeyen suskunluğumu ve saplantımı kırmak için yazmaya başladığımı söyleyebilirim. Bunlar da neden yazıyorsuna yeni bahanelerim olsun. İşin güzel tarafı bu kadar çok şey anlattığın halde hala görünmez kalabiliyorsun. Kimseye görün beni diye bağırmana gerek yok,  yazdığın için onlar seni zaten görüyor. Bir diğer deyişle. Yoksun ama varsın.

not: bu ara manikdepresifliğin depresif kısmını yaşıyorum. neredeyse her kış bu haldeyim. ölümdür, intihardır,  kedi yemektir, at kovalamaktır bu gibi konularda bir ton şey karalamışım. yazmamam da imkansız. durduramıyoruz. 2. kitabımı bu kafayla yazmaya devam edersem kitabın adı "Ölümün Koynunda Kan Uykusu" falan olacak. Hayırlısı. "Pelerinli Vahşet" de olur aslında...
    

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...