Pazartesi, Kasım 23, 2009

Ne bitmez bayramlarınız varmış be!

Anlamadım ki nedir bu 15 günde bi bayram 15 günde bi bayram! Hiç bitmezmiş ya lan bayramımız, seyranımız, göbek havamız. Bir yıllığına şunları öteki yıllara ötelesekte ayşe tüter'den en leziz kurban kavurması tarifleri veremese gazeteler.
bir yılda:"bayramlık alışverişinde esnafın yüzü gülmedi" "kurban kesmesek olmaz mı yaşar hocam?" "eti fazla kaçırıp tankeri bozmayın" "arto'da koyun kesti" lagalugasına katlanmak zorunda kalmasak.

Tek bu bayramı değil hepsini hepsini tüm el öpmeli, alkış tutmalı, sloganlı, tantanalı bütün bu tüketim bayramlarını tepeden aşağı kötelemek istiyorum. Üzerinde bayram kutlanmayan bir ülke lazım bana.

Burada ben onun bunun evinde bölünerek çoğalan, büzüşerek dağılan parazitler gibi yaşamaya mahkum olayım, bayram demesin seyran demesin eniştem beni kovsun, tek arkadaşım türkçe'yi R harfinden ibaret sanan rus kız swedna olsun ama sen beni görme, sesimi duyma, bayramlık ağzını hiç kapama hiç ama emi imi hiç!

Nerden geldim istanbul'a demiş miydim önceden? Demiş olabilirim, sabah içime ne giydiğimi hatırlamıyorum ki daha önce ne dediğimi bileyim (içine ne giydin sorusu ne sıcacık bi sorudur ya, isterim ki insanlar birbirine günaydın yerine "selam pelin içine ne giydin? selam muhtar amca içine ne giydin? sorusunu sorsun, herkes birbirinin içini peşin peşin bilsin, bayramlar ertelensin bu soru yerleşsin) Madem istanbul'a kadar gelmişin a bağırsağı kör düğüm olasıcada apandistlerden gidesice niye biraz daha ilerleyip habur'dan çıkmadın! (o habur diil kapıkule, sesi gelir yüksekce bir yerden) Geldin buralarda iyice küçük besleme oldun, kemalettin tuğcu bile yazamaz bu yürek burkan hüzünlü hikayeni, çünkü öldü.
Bari bi işe yarasam fare yakalayıp ciğeri haketsem gocunmayacağım ama öyle değil. Kendime belirlediğim bir kaç metrelik bir alanda kafasından ne geçtiği anlaşılamayan psikopat şerın sıtone şeklinde oturuyorum. Yok bee bacağını aralayıp arasındaki malzemeleri gösterdiği sandalye sahnesi gibi değil, bi sonraki sahneleri düşün öyle bi oturuş. Hoş hatun filmde pek de oturuyor sayılmaz, yatarken oturulamıyor ergonomik olarak. Yazımda ki ani gelişmeye bak! konu şerın stona gelince içine ne giydin sorusu otomatikman "içine ne giymedin" sorusuna evrildi. Bir de maymundan gelmedik derler.

Şerın sıton kadar olsam yine şikayet etmem, en azından kızın bir sürü geleni gideni vardı, yatağı yani evi dolup dolup boşalıyordu. Bense biraz daha yalnızlaşsam odaya bir küçük tüp atıp üzerinde çay fokurdatacak, elinde kehribar tesbih, dilinde "gurbet ellerine düştüm düşeli" türküsü volta atacak kıvamı bulmuş olacağım. Neyseki şimdilik elimde tesbih yerine bakkal burak var, günübirlik çekiyorum. O'nu bi 20 post önce yazmış olabilirim yada geçen gün yazmışımdır hatırlamıyorum, sabah içime ne giydiğimi bile....
Burak bana aşk-ı ilan yapan bakkal çocuk, hani beni ağzından alevler saçan market buzdolabı buzzilla'nın elinden kurtaran. O gün bugün büyükçekmece kazan, burak kepçe, ben kazanda kalan son köfte kaçışıp gidiyoruz. Bakkalına adımımı atmadığım gibi bahce duvarlarından, çatılardan, logarlardan güzergahlar keşfedip evin yolunu buluyorum.
Kaçan kovalanır deyimini önceden bilerek suistimal ederdim. Aslında kaçmak istemezde kaçıyormuş ayağı yapar, bir nevi kız evi naz evi gelenek ve göreneğimizi sürdürürdüm bilinçli bir anadolu kızı olarak. Biz böyle gördük; canın istesede istemiyomuş gibi yap, aşıksan değilmiş gibi yap, acıktıysan tokmuş gibi yap, uyanıksan uyur gibi yap. Bu sefer kendim için yapmadıysam namert olayım burak'tan kaça kaça conta eskitip, balata sıyırdım. Fekat arkadaş truva'yı ele geçirmekte kararlı, son gördüğümde tahta at imarındaydı burakisis teodorakis.

Arada aklım gidip geliyor, sevilmek iyi birşey olabilir diyorum kendime. Gelsin sevsin çocuk yazıktır değme gönlüne, sever sever gider belki arada serenat falan yapar, yapamaz ama yapar gibi yapar diyorum. Sonra aklım geliyor git git git diyorum, ne sevilmesi ne yakalanması diyorum, kaçmaya devam diyorum (ilham, repci vicdan )

Çarşamba, Kasım 18, 2009

Ayaklarımın imajını amcama borçluyum

koca-ayaklı-kızlar-cennete-gitsinOlacaksan amerika'da ünlü olacaksın, kurumuş camış tezeği olsan bile ünlü olma şansın var.
Mesela orada havada uçabilsen ve şahitlerin olsa bu sayede saatte 300 bin dolar kazanıp 300 bin hayran toplayabilirsin, o zaman sahiden havada uçmuş olursun işte.
Ünlülüğün cıvığını çıkarmakta, o cıvıktan bir kaç cıvık daha çıkarmakta, şanslı pisliğin ayak izini, saç telini, kıl dönmesini bile paketleyip satmakta üstlerine millet tanımam. Ünlü kişisinin vücut atıklarına gösterdikleri ilgi; 1400 yıldır peygamber ayağının izinin tozunu türbe türbe gezdiren, elim yüzüm sürdüren, döşüm bağrım yırttıran müslümanlardan kat kat fazla.

16 yaşında 5 tane malikanesi, 45 tane arabası olmuş ünlü bir amerikalı yıldıza soruyorlar
-kıyafetlerini nasıl seçersin?
-ıımm yieaa hiç bir giysimi kendim seçmem, giymem, ellemem donumu bile kostümcüm giydirir
-nasıl beslenirsin?
-yiyeceklerimi beslenme uzmanım seçer getirir, pişirir yedirir
-saçınız ne yumuşak
-güzellik danışmanım culi ile tanışın, hay culi
-pis bişey koktu
-hela danışmanım altımdan alıyor
İşte bu sebeplerden ama en çokta hela danışmanı nasıl bir meslek onu keşfetmek amacıyla holyvıd'dan teklif bekliyorum. Teklif gelmedikçe de şurdan şuraya ünlü olmam onu söyleyim.

İnkarcılardan olmamak lazım çarpılırım, evet ya benimde imaj danışmanlarım oldu, olmamı.

Ayakkabı seçimimi moda anlayışıyla göz dolduran emmim Lâmen yapardı (yazılışı numan okunuşu lâmen) Ünlü alışveriş merkezi ankara saman pazarı, paris'ce söylenişiyle " Lö Anqyra Sammhan Bazaar" en gözde mekanıydı. Ürettiği hot kötür, kap götür ayakkabılarla dünya çapında isim yapmış "ayaggabıcı münür" favori dükkanıydı.
Amcam ayakkabı ihtiyacımız olduğunu söylememizden çok değil 6 ay sonra münür nurettin selçuk abiye gider, inşaat küreği kullanarak doldurduğu bir çuval ayakkabıyı alır gelir "karabaşın gızları size ne fiyakalı papuçlar aldım giyinde bi bakiim" diye bizi başına toplardı.
O torbadan at nalı bile çıksa şaşırmayacak hatta belkide "nal çıktı oh çok şükür" diye sevinecek gerekirse ayağına çivileyecek bezgin birer kısrak gibi kişneye kişneye yanına varırdık. Karşılaşacağımız torba manzaralı ayakkabı tepeciklerine dejavunun dejavusu adını vermiştik. Torbadan istisnasız; emekli memur ayakkabısına benzeyen, sen ne güzel ayakkabısın samsun canik dedirten, üstü altın sarısı pirinç tokalı, cüneyt arkın'ın bir tepikte 70 bizans'lıyı uzay zaman boşluğuna yollayan ayakkabılarını anımsatan, üzerinden kum fırtınası geçmiş kilolarca 2. el ayakkabı çıkardı, saolsun.
Masus; seçiyormuş gibi, beğeniyormuş gibi, ayağımıza deniyormuş gibi, sevinip sırıtıyormuş gibi, gibi gibi gibi gibi yapıp ayakkabıları alır eve, diğer ötekilerinin yanına koyardık.

Beğenmedik bunları, bacağımızı ayırsan giymeyiz desek, orada üzerlerine benzin döker yakar (bu kısmı ben ve yandaşlarım ayak birliğiyle destekliyorduk) lakin benzinle yüreği ferahlamayacağı için gider babama bir ton laf sayar;
"aman işte senin gızların bulmuşta bunuyor, ben teeee gittim münür'ün dükkandan en galiteli en galifiyeli ayakkabıları aldım, bi teyliz gayme saydım yollarda belim sırtımdan ayrıldı, kan ter içinde getirdimde zıbıklıların beğenmedi! puuu senin babalığına, zaten senin gibi gavatın, puştun kızı nası olacakya, molacakya, şöylede, böylede" diye babamı üretilmiş en hasar verici nükleer bomba haline getirebilirdi.
Sevgili pek nükleer bıbıcığım; koordinatları ayarlanır ayarlanmaz rampasından fırlar üzerimize doğru hızla yol alır, tek kelime konuşmadan önce biyolojik ve organik küfürlerle hedeflerine dalar, yakıt olarak karbonhidratlı bişeyler yüklendiyse üzerinde taşıdığı metallerle kafa göz uçurur, imha gücü çok fazlaysa da tam ayakkabıların yakıldığı küllükte üzerimize kendini döker yakar, yakabilir, yapabilirdi.

Görüldüğü gibi ayakkabı konusunda hiç sıkıntı çekmedim, her zaman etrafımda ayaklarımın güzelliğini düşünen, onları daha çekici hale getirmek için çalışıp çabalayan bir çok vefalı, fedakar, zevkli, moda anlayışı corcio della piana ya denk düşen danışmanlarım oldu, şükranlarımı sunuyorum tanrı sizi korusun.

Pazartesi, Kasım 16, 2009

Kirpiklerimden düşürdüm seni




Aşkların sonunda hep bir adet giden olur ya sevgili? Zaten kalsaydı aşk demezlerdi ona, başka bir çok isim verilirdi de asla aşk denmezdi. Çünkü aşk hasrete aittir vuslata değil.
Giderken de arkadaş kalınıp gidilmez ama, hem kalınıp hem gidilemez. Giden; omuzlarının üstünden dahi bakmadan ağırlığınca azapla gitmeli ki bu bilindik ve hiç bitemeyişli hikayenin adı daimi aşk kalabilsin.
Hem dilsiz ve sağır, hem arş kadar uzak, bir ölüm griliğinde gitmeli ki o giden; ardından ne beddua ne yakarışlar varabilsin.


Yok yok gitmemiştir deme ha! illaki gitmiştir, şakasına değil gider bilirim..
Kah; kapıyı sertçe kavrayıp bu sana kapak olsun, benim gibisini zor bulursun diyen pop şarkıcıları gibi ucuz nakaratları yüzüne çarparak gitmiştir.
Kah; beşik cibinliğinden beri gelinlik düşleyen bir genç kızı almıştır kollarına, düğün davetiyesi yerine dudağının kenarından alaycı gülümseme yollar sana. “düğününe beklememektedir”
Kah; kendini ölümsüz sanan diğer herkes gibi büyük büyük yeminleri dilsiz ve kemiksiz bir bebek gibi kucağına atıp, ölüp gitmiştir. Şakasına değil ha! sahiden gitmiştir.


Siyanür; eskinin krallıklarında yüzükte saklanır son nefeste içilirmiş bir yudumcuk. Ben siyanüre hiç ihtiyaç hissetmedim, giderken kirpiğimde bıraktığın bir zerre sen zehirinden beri.

Buralarda sevgiliyle hayaller kurarlarmış; pembe panjurlu evlerden bahsediyor binlercesi...Çocukları olacakmış adına aşkımızın meyvesi diyecekleri, boy boy...Birde köpekleri olacakmış mümkünse beyaz, tüylü tüylü... Birlikte tatile gidecek, kollarını açıp havaya zıpladıkları fotoğrafları olacakmış, yüzlerce...Hey! aşk’ın mirac’ında sidretül münteha’ya varan sevgili! Biz ikimiz niye hep protez bacak hayali kurardık? Bir parça metal, bir tutam plastik, üç beşte vida aşkımızın meyvesi olacaktı. Delik deşik olmuş kolların için serum lastiği almayacaktık bir daha. Alırsak da lastikten kestiği halkalarla çiçekli oyalar ören annene verecektik. Korkmayacaktık ayak seslerinden, kendimize ses çıkaran ayakkabılar alıp uykulu bir apartmanın merdivenlerinden koşarak inecektik, bacağına pembe panjur takılır takılmaz…Gece koynuna çocuğu gibi yatırdığı, öpüp kokladığı silahını köprü altında topuğumuza sıkanlara gidecektik “bakın gerçek bacaklarımız yok ama sımsıkı kollarımız var” diye bağıracaktık. Fotografımız, bin yıldır mermi gibi sabit amaçlı kalan hafızalarında yer edecekti. Şakasına değil ha! sahiden yapacaktık.


Kirpiklerimi öpeceğin için katran sürmemi sevmezdin ya...Bana sormadan gittin diye bütün kirpiklerimi yolup attım. Ve o günden sonra sana sormadan hep ama hep katranlara battım.

Buralarda aşktan bahsetmeyene taştan bahsediliyor sevgili “kalbin taştan senin” demek moda şimdi. Kimbilir belkide taşdır, binbirgece oldu bakmadım ki. Hem taş olsa ne olur olmasa ne? Sağ kolumu sen diye sol kolumla sarıp sarmaladığımı bilseler, seni küp küp parçalara bölüp şurama senden bir tac mahal inşa ettiğimi bilseler ve tac mahal'in taştan yapıldığını bilseler, taşa kötü derler miydi?


Salı, Kasım 10, 2009

Kafama üşüşüyorlar

Blogspot gelenek ve göreneklerine göre bu yazıya şu aşağıdaki başlıklardan biri münasiptir. Yukardakini beğenmezsen al bunlardan. "ortaya karışık, kısa kısa, ordan burdan, şurdan şordan, her telden, yandan yandan"

*Beceremiyorlar: iç çamaşırlarının heleki ucuz çamaşırların kenar dantellerini iyi öremiyorlar, bi giymeyle söküle söküle gidiyor, kafama gözüme dolanıyor, bazen parmağıma dolayıp belimin altından evire çevire bende söküyorum, eğlenceli olabiliyor. Birgün olurda elimde bir tutam ip görürsen bil ki donumdan topladım.
Destekli sütyen kaldırgaçlarını adam akıllı mökkemliyemiyorlar, C şeklindeki iki metal bir kaç yıkamada ana gövdeden ayrılıp tek başına yoluna devam ediyor (mökkem nedir söylemeyeceğim) Her kadının "sütyen teli kolleksiyonumu göstereyim mi?" demesine yetecek kadar teli var.
Külotlu çorapların bacak boyu galiba sezen aksu düşünülerek yapılıyor, daha belime kadar çıkan çorap giyemedim, hep yarım hep yarımım. En büyük endişem sokakta kayıp düştüğümde altımda yukarı çekilmemiş gibi görünen külotlu çorap olması.

*Aşkımdiyemiyorlar: Cep telefonlarında sevgili genelde aşkım diye kaydedilir. Genelleme yapmayım istisnaya kurban, abim yengemi "ev 2" diye kaydetmiş, yengemde abimi "eczane" diye.

*Adamkandırıyorlar: Sizinle; anasının memesini arayan buzağa gibi böğüre böğüre, salyalar fışkırta fışkırta kavga eden biri o sırada çalan telefona sesini incelterek bakıyor "ifinim, bıyrın, binim" Karşıdaki düşünüyor ki " ne kibar insan, ne şahane bir ses" Yalannn gerçekleri bilmiyorlar. Burada kan gövdeyi götürüyor, o ince sesin sahibi bir hayvan, bir malak!

*Tuvaleteosuruyorlar: Yabancı olduğumuz bir evin tuvaletine girince, vücudumuzdan çıkardığımız şeylerin sesli oldukları gerçeği ile yüzleşiriz. Bu gerçeği içerdeki yabancılar asla duymamalı! İstenmeyen sesleri kamufle etmek için dede yadigarı hareketleri tekrarlarız: önce musluğu açıp ortama su efekti kat, sonra orada duran muhtemelen kırmızı tuvalet tasını doldurup doldurup boşalt, tası rastgele fayansa vur, öksür, hapşır, 3 dakikada bir sifonu çek. Sana ait sesler doğanın ezgilerine karışıp gitsin.

*Herşeyikonuşmuyorlar: Kendimle konuşurken kendime dedimki "ya konuşulmadık bişey kalmadı insanoğlu konuşma kaynaklarını tüketti, malesef bitti herşey, ölelim daa iyi" karamsarlık kapladı içimi gözlerimde hüzün perileri, kanatlarımda yağmur taneleri google açıp konuşulmamış bişey kaldı mı onu aramaya başladım, ve buldum! daha doğrusu bulamadığım için konuşulmamış olduğunu buldum. Konuşulmamış bişey buldum lan! Ama ne olduğunu söylemeyeceğim o konuşulmadan kalacak, ellettirmeyeceğim!

*Çekmecedesaklıyorlar: Çorapdan bahsedince burnum sızladı, psişik bir özelliğimi gün yüzüne çıkaracağım. Yeni aldığım pahalı bir çorap ilk giymede kaçarsa hemen atmaya kıyamıyorum "tatlı kaçıklar" adını vermediğim, her hangi bir adı olmasına gerek görmediğim (çekmeceye isim verene deli derler) bi çekmecem var oraya koyup bir hafta orada eskitiyorum, bir nevi turşusunu kuruyorum. Ara sıra içime ateş düşüyor duygu dolu ellerle sırlı çekmecemi açıyor "bi giymede kaçtı yaaıı" diyip kapatıyorum, yaslarını tutuyorum. Eskisi olmayanın yenisi olmaz.

*Benziyorlar: Ketçap ve mayonezin sıkarken çıkardıkları ses ishale benziyor. Kavunun tabakta bıraktığı mılcık şey sperme benziyor. Avucumun içi eski sevgilime benziyor.

*Poşetseviyorlar: Her ortahalli türk evinde bulunur; poşetinden çıkarılmadan iki koltuğun arasına konmuş yer yer bazı bölgelerimizde ise duvara yan şekilde monte edilmiş kırmızı kadife gül demeti, içine poşet tepildikçe şişmanlayan, poşet çekildikçe zayıflayan bezden bir bebek, balkondaki çiviye asılmış içi mandal yada kuru sebze dolu migros poşeti, mutfak kapısının arkasında asılı içi ekmek dolu ekmek poşeti.

*Güyageziyorlar. Her kanalda bir tane "karış karış anadolu" konseptli proğram var. Proğramın fon müziği kati surette"yürü yavrum yürü fistanını sürü, şimdide geçti burdaan konyalının biri" melodisi ve türevleri olmalı. Proğram sunucusu 30 yaşlarındaki abimiz 3 dakikada bir espiri sandığı şeyi patlatmak zorunda, sesçilerde gülme efekti, aksi şekilde "zevzek zevzek anadolu" olmuş olmaz. Sunucunun; eline tutuşturulan gözleme, bazlama gibi yiyecekleri, adı muhtemelen emrah olan kameramanın ağzına sokması beraberinde bi dünyada laf sokması ise konseptin bir diğer parçası.

*her kızın göz kalemiyle bıyık-kaş çizilip tespih salladığı bi fotosu var.
*büyüyünce ne olacaksın? sorusuna bi altı ay "iç mühendis" dedim.
*gelmiş geçmiş en sempatik hap ismi "ertesi gün hapı"
*dün gördüğüm filipinli kadına ilk sorum "siz kuluçkadaki ördek yumurtalarını mı yiyorsunuz?
*okuduğum kitap, yandaki komşu çocuğunun 8. sınıf fen kitabı.
*Malın gözü ile konuştuk
*bırt

Pazartesi, Kasım 02, 2009

Seni her yerde bulacaklar pis siminya

Başlık, şimdi uzunnn upuzunn bir askerlik yapmakta olan fenasi'nin yazısından arlanmazca araktır, çalıntıdır.

4 aydır sıcak evimden ve mutluluktan kert diye kenetlenmiş (ünlem) ailemden uzaktayım. İpsizin ölümü sapzızdan olsun diye ha gayret istanbul'a gelmiştim. Şehrin muhtelif sokaklarında sürtüp sürtüp pirelendim, kuduzda olmuş olabilirim tahlil yaptırmadım ama ısırdıklarım yaptırsın ( ahmet, gökhan, emre, eren, okan, o şeydeki oğlan, ve öbür oğlan, maydanoz satan teyze ve tüm hepiniz)
Nihayetinde tükürdüğümü itina ile toplayıp abla kapısına tosladım. Günlerin akşamında mısır satıcısına anlatacağım çılgınlıklar yapamadım, ailenin yüz karası olamadım, hala bana "melek gibi kız" diyenler var. Bu kara leke alnıma yapıştı.

dün baktım bişeyleri özlemişim.

Burnumu sızlatanlar "annemin tarhana çorbasını, mutfaktan yükselen kek kokularını özledim bühüü bühüü" türünden şeyler değil. Mesela meselaaaa; babamın tüfeğinin şefkatli dipçiği sırtımda tütüyor. Eve gelince gıcır gıcır öttürdüğü karamel kaplı dişleri elime her diş macunu aldığımda gözlerimi yaşartıyor. Çoraplarımı çıkarın, sırtıma yastık getirin, çay demleyin, hani benim kızarmış hindi budum, hani benim bıyığımın 37. teli şıltakları bebeğin ninni özlemiyle aynı (şıltak: kapris) Annemin; üşüyosun sen üşüyosun yok yok valla üşüyosun, üşüyosun dedim!! Bak ayakların beyaz beyaz oldu, benzin sarardı, dudağın morardı diye beni bir gökkuşağı zannedip, dolaptan kaptığı yelek, hırka, şal, battaniye ile üstümden geçmeye çalışması ..

Ya mahalle ya çöpüne sarılıp uyuyasım gelen sokağımı özlemedim mi? Markete giderken ayağım içine girmesin diye kavis yaptığım taşı sökük kaldırımı... Başına poşetler dolandığı için dilek lambası dediğimiz hemen tüp bayiinin dibindeki sokak lambasını... Elinde kürdan habire sağ yanağına sondaj atan terzi, tırıvırı basri'yi... Kendini hep hasta hissettiği için "ayhh vıııyy vışş oyyy amaninnn offf üffff" sesleri çıkararak gezinen, orda burda karnını doyurup eve giderkende çıkınını fulleyen kocaboğaz satı teyzeyi...
Başka türkü bilmediğinden midir, yoksa ağız alışkanlığı mı "tren gelir düddürü, düdüğünü öddürü, bu zamane gızları, bir sakıza öptürü" türküsünü fermuarını tuta tuta icra eden kaldırım mühendisimiz halil'i.
Büyük ablamın zampara komşularının uçkur hikayelerini bile özledim. İçi kırkayak dolu rutubetli gecekondularda sadece fareler değil, tv dizilerine avuç yalatıp parmak emdirecek fantazilerde cirit atıyor. Dursun ve döndü'lerin entrika, tutku, ihtiras ve cinayet dolu hikayeleri, bihter ve behlül'leri evcilik oynayan bebeler kıvamına indirir, düdüklerini öttürür.

İşte aynen o şekil bu şekil, odamda uzanmış, sokağımızın kaldırım taşına olan aşkımı büyütürken, babamın "ınısını ıvrıdınıı miktiğimin ırıspısı" adını verdiği ve sık sık bana yönelik kullandığı şirin, sempatik tekerlemesiyle sıçradım. Ablamın elindeki telefonun teee ankara mamak bucağından bana küfürler saydırıyor. Oraya gittiğimde beni önce tüfeğiyle, sonra kasaturasıyla, sonra rambo bıçağıyla, sonra çakar çakmaz çakan çakmağıyla nasılda güzel güzel öldüreceğini anlatıyor.
Öldürdükten sonra beni kırk kocaya vereceğini, sonra o kırk kocadan alıp bir kırk kocaya daha vereceğini, sonra yeniden öldüreceğini... Babalar böyle günler için var, içim huzurla dolu..
Binbirgece masalı gibi geliyor anlattıkları. Yapılamayacak şeyler belki ama dinlemesi güzel, babamın hayal gücüne hayranlığımı artırıyor, marjinal adam. Aslında bana kısaca demek istiyorki "gel artık" Fakat herifin gelenek ve görenekleri gel artık demeyi gurur meselesi yaptırıyor. Onun literatüründe "seni seviyorum" demek, anneme karşı mesela "sırtıma çıksana lan gadın" çocuklarına karşı "hepinizi parpılarım" "konuşmayın şerefsizin kızları" "sütü bozuğun dölleri".

Buraya abimi yollayacak abimde beni paketleyip kargoya verecek, yurtiçi kargo olması tercih edilir. Kendimi ordan oraya postalanan kayıp mektup gibi hissediyorum, bir gün asıl adresi bulana kadar karanlık depolarda sarara sarara gezip duracağım. Eniştemde geçen gün beni 60 yaşındaki bir adama... :((
yok yav sadece beşiktaş'a kadar bıraktırdı. Ama yaşlı teke beni bir bıraktı, iyiki bıraktı. Bi önceki yazımda "ayhh dayanamıyorum biri beni taciz etsin yanıyoruum komşular" dediğimi duymuş olacak ki, beşiktaş'a kadar elinden geleni bi sonraki kurbanına saklamadı. Yok bunu anlatmayacağım hayır hayır ısrar etme anlatmayacağım.

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...