Pazartesi, Aralık 20, 2010

Şunu yaz bunu yaz şunu şunu yap

Geçerken bloguma yolu düşen seyyahlardan bazıları ufak notlarla "seni okudum" mesajı bıraktılar. Kimi blogumu üyelik isteyen torrent sitesi sandı "sitenize nereden üye olabilirim?" dedi. Kimisi de yazıların uzunluğundan vatandaşa seminer verdiğimi düşünüp "sitenizde topluma faydalı, gençlerin eğitimine gelişimine katkı sağlayacak muazzam makaleler var! tebrik eder bundan sonraki çalışmalarınızda başarılar dilerim" dedi. Bu son notu okurken yan tarafa blogumu açıp birde toplum gözüyle baktım, gözden kaçırdığım şeyler olmalı diye parmağımla da habire f5, f5 yaptım. Yararlı bişey yoktu.Tam tersine çekirdek aileden aşiretlere kadar toplum düşmanıydım ben. Bakmak ve görmek arasındaki fark diyelim.
Son notlardan biri ağzımı şapırdatarak yüksekçe bir yerden romalılar'a seslenme iştahımı kabarttı. Yeni blog açan bir arkadaş yazı yazmak istiyordu ve ilk kelimeyi en çok cümle kuranınız atsın demiş, bana denk gelmiş. Hayhay! Elimde çeşitli paket yazı stilleri var bir kaç tane yazayım dilersen birini seçip sonuna kadar o standartta ilerlersin. Dilersen de hepsinden yazarak ortaya sadrazam menüsü çıkarırsın. Karar senin.

Aşk bir kamyondur konsepti: Saçma gelebilir ama bence sevgilini terketmelisin yada kendini terkettirmelisin. (mesela beklemediği anda gözüne sümsüğü indir veya ona eski sevgilinin adıyla seslen) Postlarından sıvı sümükler sızan bir aşk blogu için terkedilmişlik şart. Aşk yazıları gerçek olgunluğa harabe, derbeder, ayyaş, bir çöl kadar ıssız kalmış bahtsızların eliyle varabilir. Yazılarında doğal kaynakları sonuna kadar kullan; nebatat, hayvanat ve iklim olayları aşıklara hizmet için yaratılmıştır keza. Yağan yağmurlar ve dökülen yapraklar her zaman elinin altında dursun. Bir kaç kırlangıç, martı, bülbül ve emre aydın temin et.  Yazıya cümleleri devirerek başla. Devir gitsin. Devrik cümle "elime kalem aldım" gibi durum bildiren bir cümleyi bir aşığın tornasından çıkmış gibi gösterir (aldım elime kalem) Yazılarında fotograf kullanma. Unuttun mu sen derbedersin! Bir derbeder onca acının, kederin arasında görsellere alone, crying, rain man yazacak kadar detaycı görünmemeli. Ama çok istersen kadınlar için cenin pozisyonu içerikli bir foto, erkekler için sırtı bize dönük yağmurlu, karanlık bir sokakta yürüyen pardesülü adam fotosu adeta yazıyla bütünleşecek, vurguyu can damarlara indirecektir.
font: default veya times roman. özenilmiş gibi duracağından endişe etmezsen muhakkak italik

Cinsellikimle barışık olduğum kadar depresifim de konsepti: Bu tarz yazılara başlarken türkiye'nin henibıl lektırı olarak gördüğüm şiirlerinde sevişme sonrası sevgilisini pişirip yediğini düşündürten Küçük İskender şiirlerine bir göz atabilirsin. İlk etap için iyi olsa da, yazılarının randımanı arttıkça Büyük iskenderi gelse seni kesmez olur. Öyle şeyler yazacaksın ki okuyan insan yazdıklarının şiddetinden irkilecek. Seks, fetişizm, sado, mazo, melankoli, pesimizm birbirine girmeli. Asansörde sevişmiş, banyoda bileklerini kesmiş, ağlayarak yazmaya oturmuş bir imaj üstünde şahane durur. Düşünsene sperm, kan ve gözyaşı! Asıl üçü bir arada bu lan, asıl bu! İnsanlar karşılarında göz altları torbalı, eroinman, yakaları sökük yağ yeşili kazak giymiş, biten sigarayla yenisini yakan, kemikli bir insan olduğunu düşünecek. Ama cool ama cesur. Cümlelerin aşk yazılarının o kimsesiz ve sevgilinin merhametine muhtaç görüntüsünden çok uzak. Çünkü sen seksin tüm dehlizlerini keşfetmiş, uç teknikleri denerken aşka ve insana saygısını yitirmiş cinayete meyilli bir şizofrensin. "fırtınalar bütün kayıkları kıyılarıma getirdi" yazdığında, okuyanlar burada grup seksten bahsettiğini anladıklarında başarılı olmuşsun demektir. Foto olarak 10 yıldır etek traşı yapmamış, eskitilmiş veya siyah beyaz retro kadın fotosu kullan, cukss.
Font: arial, çok ender italik. garip noktalara gizemi vurgulamak babında bold veya büyük harf.

Neler neler yaşadım ama hep pişmiş kelle gibi sırıttım konsepti: Buyrun benim. Hayatın boyunca attan düştüysen, eşşek deptiyse, it ısırdıysa, kedi cırmaladı, arı soktuysa çok şanslısın. Bu tecrübeleri güldürükçü biçimde yazarak gerizekalı polyanna tarzını yeniden keşfedebilirsin. Anıların senin elinden çekeceği var. Geçmişin; anlatılabilecek binlerce öyküyü almış kaçıyor, koş koş yakala. Bizim gibiler ne çok okuyabilmiş, ne çok gezebilmiş, ne de seks gurusu olabilmiştir bu sebeple elimizde fazla malzeme bulunmaz. En fazla babamız bıyıklıdır, annemiz kurabiye yapmasını bilmez, ablalarımız sürtük, saçımız da bitlidir. Malzeme buysa helvayı nasıl yapcan? Şöyle yapıcaksın. Bitlenme hikayeni dünya'nın en neşeli olayı gibi ele alacaksın. Bitlere ali rıza olsun hayriye olsun adlar takacak, onların hayatlarından gerçek kesitler sunacak, kafandan gidiş sahnelerini en az aşk yazarının terkediliş yazıları kadar dramatikleştireceksin. Okuyan bitden değilde yaprak dökümü'nden bahsettiğini düşünecek. Fakat neden ali rıza amcaya güldüğünü anlamayacak. Beyin hamcıklaması yaşayacak. Sadece böceklerden, bıyıklardan, ayaklardan hikayeler anlattığın halde yüklediğin anlamların derinliğinden dolayı senden büyük travmalar atlatmış ama yıkılmamış ayaktaymış diye bahsedilecek. Foto ve yazı stili konusunda serbestsin.


Sorularıma cevap ver konsepti: Eğer yukardaki gibi dım tıs dım tıs, fiziki efor isteyen ve sorumsuz bir yaşamı gerektiren yazılar yazacak yaşı geçtiysen ortalama 45 ve üstüysen soru işaretli yazılar çok hoşuna gidecek. Genellikle milliyet blog yazarlarında gördüğüm ama esas olarak yılmaz özdil tarzı diyebileceğimiz meşhur bir tarz bu. Yıllar geçmiş ve sen hayatın hızından yorgun düşmüşsündür. Bilgin ve tecrübelerin sonunda yıllardır cevaplanmamış sorularla dolu geceler geçirmektesin. Bu insanlık nereye gidiyor? Bu gençlik nereye gidiyor? Türkiye nereye gidiyor? Alper tunga öldi mi? Alper tunga kim? Alper tunga'yi bilmeyen gençlik nereye gidiyor? imdi yazi yazilir. Aklına takılmış soruları yazman cevaplarını da yazman anlamına gelmez. Sen soru sormakla üstüne düşeni yapmış oluyor uyuyan insanlığı dürtüklüyorsun, daha ne olsun? Büyüklerin işi gençlere parmakla bir yerleri işaret etmektir. Ama yok kendim sorar kendim cevaplarım dersen kim engel olacak, deh kıratlım deh. Foto olarak kendi tecrübeli işaret parmağını, oturaklı vesikalık fotolarını kullan, güven verir.font: büyük boy verdana, sorular kırmızı.

Ben enteli tolstoy ile ben enteli gorki ile ben enteli şekspir ile beslerim konsepti: Hem çok gezen hem çok okuyan biriysen neden bunları halkınla paylaşmıyorsun? Bize sorsalar takılı plak gibi dostyveski suç ve ceza okudum yıhyıh diye verdiğimiz cevap senin kulağında kitaplarının içinde yaşayan kurtcuk kadar kalıyorsa ve eğer bide üstüne bohem coğrafyalara gitmiş, tibet'te turuncu çarşafa dolanıp, hindistan'da inek bokuna düşmüşsen sorman hata, asıl yazı yazacak adam sensin. Hörmetler aga.
Bundan başka hamileler için içimde bişey var konsepti. Yazıların en kolay ve zevkli türü şeylerin en şey 10 şeyi diye dünya'da ne var ne yok üleştirebileceğiniz maddele beni behçet konsepti gibi türleri de deneyebilirsin. Kolay gele çaylak

 yazı yine çok uzadı ya :/

Çarşamba, Aralık 08, 2010

Kendimden bahsedecek değilim!




Merhaba ben siminya bunlar kelimelerim, şunlar cümlelerim cümlelerimin toplamı yazdıklarım, hey! daha bitmedi yazacaklarım. Sabah erken uyanırım, uyanınca bacaklarımı yatağımın başucuna dayarım iki şaplak atar ağdam gelmiş mi diye bakarım, gelmişse gelmemiş gibi yaparım gelmemişse iki şaplak daha atarım. Gelen gideni aratırmış lafını en çok kıl işlere yakıştırırım. Ayaklarım öksüz organ, onlara tavırlıyım senelerdir bitmeyen bir husumetim hesabındayım, kitabındayım.
 Kahvaltı yapacak olma fikri beni mutlu eder. Kahvaltı demek çay demektir, çay peynire yollu, malesef peynir  yüz yıldır domates ile evli. Domates mevsimi bitince kahvaltıya küserim, bu yaz kısa süre domates serasında çalıştım domatesten bu kadar çok bahsetmekten hiç hoşlanmadım.

Elbisem, ayakkabım, saçlarım, bence tamamım. Kendimle havadan sudan konuşarak yatağımı toplarım, çoğu zaman toplamadan kaçarım. Asansör sesini, dört gözlü ocak çakmağını, 9 yaşından büyük erkek çocuk sesini sevmem. Yöneticimiz irfan abi buralardaysan selam! Asansöre yeni taktırdığın ayna güzel oldu, eskisi iki kilo fazla gösteriyordu.
Baharatlı parfümlere alerjim var bazı kokulardan kusarım, mecburen parfüm reyonlarını teğet geçerim. Tester kullanmayı sevmem, başka kadınlara dokunmayı onların dokunduğu şeylere dokunmayı, dokunulmayı sevmem. Bu vesileyle biseksüel ve lezbiyenler'den özür dilerim. Ne olduysa kadınlar hamamında emceklerimi liflemek isteyen teyzeler yüzünden oldu, size teessüf ederim!

kedi   

Kış gelince çok sık işerim, işerken canım yanıyorsa buzkopan içerim. İç çamaşırı, çanta ve çorap biriktiririm. Sıkılınca süslenmeyi, süslenip kendimi izlemeyi severim, her kadının sevdiğini de bilirim. Çıplak halime bakmakta zorlanırım, bakmak istediğimde derin nefes alırım, göbeğimi içine çeker memelerimi dışına uzatırım. Banyo fayansları, tuvalet aynası ve ışığın iyi geldiği salon kapısıyla mutfak kapısı arasındaki boşlukta çekilmiş 7500 pozum var. Hepsinden nefret ederim. Fatmagül'ün abisini severim.
90'lı yıllar harikaydı, 80'ler unutulmaz, 60'lar gibisi var mı muhabbetlerinden hiç bir bok anlamam. Benim en güzel yılım 9 sene önceydi.
Kemal sunal ve şener şen'e hayranım. Gsm reklamından ve hababam sınıfı açılışına katılmadığı için şener şen'e "şaşırdığımı" bildiririm. Şener şen'in de umurundaydı. Ecnebi müziklerden sıkılınca neşet ertaş ve orhan gencebay dinlerim. Ajda pekkan baharatlı bir parfüm değilse neden beni kusturuyor? bilemedim.
13 yaşında ülkücüydüm, 18 yaşında komünist, aralıklı olarak faşist, sık sık da liboşum. 

eti

Göründüğüm gibi değilim, olduğum gibi hiç değilim olmam istendiği gibi olamadım görünmem istenmediği gibi göründüm.Yumurta tavuktan değil senin başının altından çıkmıştır. Timsah dünyanın en despot hayvanıdır. Çok yazarım az konuşurum, daha konuşmasını bile bilmem. Dahi anlamında ki de adlı birisinden, bir araya toplanan ünlülerin çile bülbülüm çile şarkısını söylemesinden, bisküvilere katılan peynir suyu altı tozu adlı maddeden fena halde korkarım, ödüm bokuma karıştı mı diye gider bakarım. Yo gidip bakmam arada böyle yalanlar atarım.
İlkokul öğretmenimden sıkı dayaklar yedim. Kanserden öldüğünde "işte bu" demiştim. Hayatımda en çok bu tepkimden utandım.
Ankara'nın ünsüz bir barında güzel sessiz bir şarkıcıyım. Gecede 100 lira alıyorum, bedavaya gidiyorum, 15 dakikaya dönerim. İngilizce, ispanyolca ve rusca biliyorum. İspanyol şarkıcıların götleri kesiliyormuş gibi bağırışlarına tahammül edemem. Boğa güreşi desen keza öyle, domates festivaline hiç girmeyelim. İspanyollar dünyanın en gereksiz insanları, bunu bilir bunu bilmem. Zaten ispanyolca da bilmem, türkçe'den başka dil bilmem. Arada yalan attığımı daha önce söylemiştim.
Özdemir asaf yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, incinirsin yine de sen bilirsin derken düpedüz yalan söylüyordu. Yalanlar gerçekler kadar incitmiyor adamı. 

7

 Kadınlar ne ister? erkekler neden aldatır? o mu olsun bu mu olsun? sorularının kaldırılması için meclise verdiğim yasa tasarısı tartışmaya açıldı. İnanmayan TRT3'ü açıp baksın. TRT 3 duruyor mu? Her cümlelerine "hani" ile başlayan hani ile devam edip hani ile bitiren insanların 90 sonrası doğanlar olduğunu tespit ettim. Aynı nesil hiç bir şeye inanamıyor ve kıyamıyor, ah şirin şeyler. Şirinler'i gargamel'i sevdiğim kadar sevmem. Gargamel hakkında; "grup seks yapıyorlar, bir şirine'ye bin herif olacak iş değil" gibi dedikodular çıkmıyor, tam evlenilecek adam. Gargamel'in kedisi de güzel insan. Kedilere kıyamamm. Kedilerden bu kadar bahsetmekten hiç hoşlanmadım. Zaten kendimden bahsetmekten de hoşlanmam.

Peru güzel ülke.

Salı, Kasım 30, 2010

İnternete iğrenmek için giriyorum

           Bende herkes gibi internete eğlenmek için giriyorum demeyi bi severim ki çünkü bu cümlenin üzerinde fazla düşünmüyorsun kolayca akıveriyor dudaklarından, yormadan sormadan sormadan yormadan. Zaten sürü psikolojisini yaşamayı severim, ekip ruhuna inanırım, gel denilen yere gider kimse git demedikçe de gitmem. Dün ütü yaparken ütü yapmayı ne kadar sevmediğimi düşünürken düşündüm bunu. Aklım başıma klozette sıçarken gelmez, bu da başka bir sahici olup olmadığı test edilmeden  kullanılan kalıp. Kalktım test ettim: klozette insanın aklına öyle aman aman fikirler gelmiyor, tuvalet kağıdı geliyor, son damlayı düşürdüm mü geliyor, donumda delik var mı acaba diye yoklamak, eğilip koklamak ve koku hafızasını "asayiş berkemal herşey hala bildiğin gibi kokuyor" diye tatmin etmek geliyor vs. Yani "hacet" başlığı altında değerlendirilebilecek bütün abık sıbık fikirler geliyor ama ütü yapmaya son verecek bir cihazın prototipi falan gelmiyor, bu bir şehir tuvaleti efsanesi. Tıpkı "internete eğlenmek için giriyorum" tekerlemesi gibi.

Tam olarak nerede eğleniyorsun, nerelerde kopuyorsun arkadaş bi söyleyiver hele? Faceboook'da, Youtube'da komik videolar altına yazılan "yarıldım lan puhahahahhahayhahahahahhahqahabdv jklfgjkghklşghpklhjkl" yorumunun sibersonik abartısı kadar gülmediğini ikimizde biliyoruz. Gülümsetiyor, belki şaşırtıyor çok az bir ehhe ıhııı ığğagş sesini anca alabiliyor gırtlağımızdan, ya sonra? sonrası boşluk beleşlik.
Forumlar desen internetin sörvayvırı, daha üye olurken başlıyor çilen. Güya cıstak cıstak eğleneceğin yerde etrafını "kalk bakkaldan ekmek al" desen kırk tomar laf işiteceğin, görev aşkıyla gözü dönmüş birileri sarıyor: verdiğin link kırık! koyduğun foto açılmıyor! eklediğin müzik inmiyor! yazdığın yorum alakasız! diye diye meseleyi ada konseyine götürüyorlar.
İlk aşamalardan telef olmadan geçen biri bir kaç aya forum tarikatının muridlerinden oluyor "koş emrah ananı zikiyolar" dense forumda yaşadıkları kadar psikolojisini bozmuyor
"Hani repim!!? Bakıyomdaa NazliCan'a komik fıkralarda açtığı hiçte komik olmayan konu için 1000 rep verenler, benim torrentle indirip açtığım, yağlayıp geri ziplediğim, upload edip eklediğim Adobe Reader 35CC 788090 proğramıma bir rep bile vermiyor!!!"  yazıp kayıplara karışıyor üç gün ekmekten aştan kesilip telefonlara bakmıyor.
Konusu altına atılan teşekür sayısını az bulup veya beklediği kişinin (yüksek ihtimalle hoşlandığı forum admininin) teşekürünü bulamayıp küsen, avatarını siyah.jpg yapıp bir müddet şiir konusu bile açmayarak kırıldığının farkedilmesini umuyor.
Çünkü forum eğlenmek için hiçde iyi bir yer değil.

Oyun oynarken eğleniyoruz desem.. Online oyunların reele dökülen kanlı hasımlıklarından başlayıp 3. katta oturan komşumuz erdoğan abinin çiftçilik oyununda koyunlarının yerini değiştirdiği için kızına bastığı paparaya varırız. Adam öldürüyorlar sandık.
Msn de eğleniyor muyuz? Belki çok samimi arkadaşla bazen vuku buluyor, oda bazen. Valla ben orda da sinirleniyorum. Nasılsın? sorusuna verilecek cevabın "iiiiii" olması ihtimali bile beni delediyor. Bu cevaptan sonra daha bişey yazasım gelmediği gibi ağzının ortasına depik indirmeyi dünya'daki herşeyden çok arzuluyorum. (dünya'daki herşeyden? bak gör nasıl içim geçmiş buralarda) İnternet insanlarının yüzde/89 unun msn'deki aşkı/meşki uğruna nete girdiğini, bir "Pelin oturum açtı" pencereciği için 24 saat yol gözlediğini, beklerken ihtiyarladığını nasıl görmezden geliriz? O pelin orospusu kendini ağırdan satmak için günlerce çevrimdışı takılıyor bilesin.
Friendfeed, twitter, formspring, sözlükler ve belkide bloglar bile "acayip eğleniyoruz varyaa"lık değil, şimdi yemeyelim birbirimizi. Mahşer yeri gibi biriktiğimiz bu muğagodum egosantrik dingillikler sabrımızı, neşemizi, tadımızı tuzumuzu eğer çok bağlanırsak işimizi, gücümüzü, sağlığımızı kötü etkileyebilecek binlerce sebeple çaka çaka dolu.Yeryüzüne sığdıramadığımız egomuzu html'lere sığdırmaya çalışıyoruz. Belliki burası daha dar, ego izdihamından anlaşılıyor.


 .......
Bknz: "Takip Edilmemin En Belirgin Nedenleri: Kıvrak Bir Zeka, Hiciv Yeteneği Ve Gözlem Gücü"
Bu cümleyi kim söylemiş olabilir?
A) Hülya Avşar
B) Nihat Doğan
C)Atatürk
D) Siminya 

Malesef ben söyledim :/ Bi saniye hemen gitme, açıklamamı bir dinle! Valla çok utandım okurken. Çünkü ben iddialı konuşan insanlara çok pis bakarım, gözlerimle kemiririm. Popülerim popüler, şu kadar takipçim var, ay bu kadar birinciyim herkesi peşimden sürüklüyorum, şu benim lafım, bu benim fikrim, orjinalim, farklıyım, sıradışıyım ve buna benzer ne kadar iddialı cümle varsa bunları söyleyen insanın tesadüfen olmadığını, dersine çalışmış olduğuna kanaat getiririm. Belki benim önyargım, günah almam olabilir zaten istisnalar başım gözüm üstüne. Bu kadar nefret ettiğim bir tarzın en piç halini yapmış olmak koydu lan. Doğrusu böyle değildi tabiki konuşma ordan car car!
Aktüel dergisi bir kaç arkadaşla konuşmuş banada blogum hakkında soru sormak için mail atmış ama mail spama düşmüş. Geri döndüm ama çok geçti..yazı bitmişti. Nihan saolsun kırmadı ve twitter ile ilgili tüyolar sordu bende twitırda ki popüler kişilerin yazdıklarını düşündüm ona göre hızlı bir cevap yazdım. Ama dergiye nasıl basılmış? "Takip Edilmemin En Belirgin Nedenleri: Kıvrak Bir Zeka, Hiciv Yeteneği Ve Gözlem Gücü" hahah:fşfşfşşf.
 Aha cevabımın aslı (görmemişin röportajı olmuş çekmiş tekz-ipini koparmış)


Böyle işte. Konuyu buraya bağlamayacaktım ama konu egoya gelince aklıma kendim geldi, bağlayıverdim hemencecik. Eğer tekzip etmeseydim Amerikanın wikiliks belgelerinden sonra diplomasisinin kısıtlanması gibi olacaktım, övüngeçlere sövemeyecektim dilim bağlanacaktı lan!
İnternet populizmi ile ilgili başka bir yazı var aklımda orada daha küfürlü kelimelerde buluşmak üzere.

imza: kıvrak zekalı hiciv gücü 

Çarşamba, Kasım 24, 2010

Gel kaçma sadece hayat dersi vereceğim


"hayat bazen tarık mengüç'tür..."

          Su satan adamı tutup içeri çekiyor "bak siminya bu adam varya bu adam 60 yıldır su satarak evini geçindiriyor, yaa işte hayat böyle ne sandıydın" Bu şişirilmiş hayat dersine inanmamı bekliyor. Bir kere atmış yıl önce su yoktu! tamam be su vardı ama satılmıyordu, satılıyor muydu? Bence hayır. İşe girdiğimden beri tipi meczup ne kadar herif varsa kapıda yakaladığı gibi içeri atıyor ve bana "örnekte görüldüğü gibi" adlı dersi iteliyor. Şu semtte hayatın sillesini yemiş, ömrü yoksullukla, perişanlıkla, pürmelallıkla geçmiş ne kadar simitçi, kahveci, gazozcu varsa benim "ekmek aslanın ağzında" eğitimim için seferber edildi. Kim tarafından? 3 kilobaytlık anahtarla bile temizlenecek virüsleri bilgisayarlardan temizleyip 50 lira alan fırıldak patronum tarafından. Bir kilometre öteden "çinnn" sesi çıkaran göz yapısından anlıyorsun fırıldadığını.
 Beni daha anasının koyduğu adla duran, ağzı milupa kokulu şehir tavuğu sanıyor. Ona "abi bırak bunları da gel çay içek, olmadı iki satranç çevirek" demek istiyorum, diyemiyorum. Çünkü bu seferde en iyi çayın; rize ilinin çamlıhemşin ilçesinin 19 kilometre güneybatısından sabah çiğleriyle toplanan iyi kalite çay filizlerinin ağır ateşte 33,5 dakika pişirilerek yapıldığında ortaya çıktığı dersini verecek. Satranç oyuncularının ukala göz süzmelerini, çene altına dayadıkları yumrukla okudukları zeka düellolarını hiç düşünemiyorum bile. Her dediğine "çok ilginç ya, valla de aaa! tüylerim diken diken oldu" falan deyip vakit dolduruyorum.

      Eve geliyorum babam alıyor sazı eline (saz benim bu arada) "Gel bakıyım gel fışkının dölü gel ele" Bu çağırış ya "boğön seni şeyde görmüşler" ya " biz küçüğükene böylemiydik" veya "sana koca ayarladım" adlı 3 tür hikayeciğin giriş paragrafı.  
+Birincisi evden kaçabilmek için kibrit almaya bile 3 vasıta uzaktaki semtlere gittiğim günlerden beri anlata geldiği bıyıklı bir devin pembe saçlı prensesi meşe odunuyla paraladığı korkutuluşlu hikaye.
+İkincisi yanında sakız çiğnediğimizde, bacağımızı uzattığımızda, misafirlikte çay içtiğimizde, sesli güldüğümüzde anlattığı mükemmel çocuk niyazi'nin akıllara durgunluk veren saygı dolu, tok gönüllü örnek yaşamı adlı kendi hikayesi
+Üçüncüsü ise götüm bezden, belekten kesildiği günden beri her hafta anlattığı zenginimsi adamların palanın eline düşüp zorla görücüye götürüldükleri, binbirgörücü masalları.
 İçime sıkıntı düşüyor, keşke patrondan iyi çay yapmanın inceliklerini dinleseydim. 
Yemek boyunca sofrada bulunan her malzeme, bir çatal, bir pul biber, yemekten çıkan bir tel kıl ders dolu hikayeleri için ilham oluyor. Salatada ki maydonoz yaprağından "anam bir maydonoz ekerdi... hey gidi bunlar maydonoz mu" Yalan! Bir kere bizim köyde su yok! Tamam be var ama çok yok. Oda içmeye. Biri ölünce üç günlük mesafeye götürüp yıkarlarmış, arkayı taşla silip, öne çaput bağlarlarmış. (Hayır, madagaskar'lı değiliz) Görsen tek bir ağaç, tek bir bahçe ilaç niyetine bir dal yeşil suvan bile bulamazsın. O kadar susuz. O kadar zibil. O kadar sıracalı siğsana. (aralara yöresel ağız atayım, okuyan o kısmı kopy yapıp gogıla yazsın bulamasın, mecburen bana sorsun bende kubara kubara anlatayım eheheee, nası plan?)  Büyük nenemin 3 kangal köpeğini ortadan büküp köpek buketi yaptığı yalanını yerim ama bunu yemem baba yemem, ısrar etme yemem.

   Hafta içini; sabah fırıldağın akşam palanın hayatın incelikleri, yaşamın kederleri, ömrün püf noktaları ünitelerini işleyerek geçirip hafta sonuna varıyorum. Aha al sana bir usta splinter daha! İngilizce hocam sırıtarak beni bekliyor. "Hay siminya havar yu? Layf veri diffikult dimi... o may gaaad ay layf very very diffikult"

Bismillahirrahmanirrahim....

Adam boğaziçi mezunu, filoloji, etimonoloji, mitoloji ne varsa okumuş yetmemiş arap dili, japon dili, kril alfabesi öğrenmiş, çevirmen, tercüman, yazar vs. ama ola ola babam ve patronumun yıllardır aradıkları üçüz kardeşleri olmuş. Ders sırasında birimiz hatayla allah cezamızı versin "hocam anlamadım" diyelim. Hah! İşte oda tam hayattan bahsedecekti de bu cümleyi bekliyordu. Bazen birisinin suratı asık olur da senden "neden suratların asık kuzum, nen var kuzum?" sorusunu duymak ister ve sen sormadıkça dahada asar dahada boynu bükülür, sessizleşir iyice cengiz kurdoğlu'na bağlar ya? İşte böyle birşey olmuyor tamamen alakasız başka bir şey oluyor. Bizim profesör sırtı bize dönük tahtaya birşeyler karalarken "hocam anlamadım" cümlesiyle aniden dönüp sandalyeye oturuyor. Anlaşılmaz olan hayat aslında...diye alıyor cambridge sözlüğü eline. Hayatın zorluklarından girip tee 90 yılında japonya'da gördüğü tüp geçide varıyor. Bizi izbe bir ingilizce sınıfından ağzında ekmek olan aslana giden bir tüp geçide sokuyor. Gidiyoruz gidiyoruz gidiyoruz bir köşede bizim fırıldağı görüyorum "şu simitçiyi görüyon mu şu simitçiyi? ya işte öyle" derken gözden kaybediyorum. Babam az ilerde "anam bir ingilizce konuşurdu ki hey gidi...şimdikiler ingilizce mi" diyor. 4 saatlik dersin 2 saatini... Ne 2 saati lan! günlük 20 saatimi "hayatı ben çözdüm bir tek ben çözdüm"cü heriflerin tüp geçitlerinde dolaşarak zayi ediyorum.
 Arkadaş madem bu kadar hayatın ilmini çözdünüz neden biriniz rutubetli bir iş hanında korsan cd satıyor, ötekiniz 32 dişi katran karası akşama kadar okey çeviriyor, en profesörünüz ise üç kuruşa ingilizce kursu vererek hayatını kazanıyor? Ne demeye? hangi? o ne ho!

Sözlerimi cengiz kurtoğlu'ndan bir şarkı sözüyle noktalıyorum: usta olan splinter dı ama pizzaları hep tosbağalar yiyordu naberr?


Salı, Kasım 09, 2010

Dansöz

Binlerce dansöz şarkısı çıkmazdan, kılıçdaroğluna dansöz kostümü giydirilmezden milyonlarca yıl önce,dansöz yılbaşında izlenir adlı geleneğin toplumca pek bi benimsendiği cilalı taş devri. 

Evde tepeden inme bir "noel" hazırlığı yapılıyor. İşin doğrusu gurbetçinin bavulunda gelmiş bu alafranga bayram; kapakları oturanın ense köküne düşüp düştüğü yeri delen kanepelerin, krem rengi naylona bordo lale desenli yoksul perdelerin, aşortmenlerinin ağı kauçuk kumaşlarla yamanmış kirli çocukların üstünde kebap-şişhane ikilisini oluşturuyor.
Organizatörümüz almanya'ya gitmesinin 3. gününde asimile olan babam. Dünyanın en hızlı vatan haini. Ankara'nın taşına bak marşını bile "Almanya'nın taşına bak" olarak değiştirmiş, ata yadigarı fötr şapkasına alman tavuğunun teleğini iliştirmiş, ömründe eline aldığı ilk ve tek kitap hitler'in kitabı olan,  3-5 ay yaşadığı almanya'da doğup büyümüş gibi köln'de geçen "abelard'la 1. zayne yolunda bisiklet sürerken biz ona bisiklet değilde fahrrad diyoruz, tekeri gaptırdım mıcıra abovv nası bi düşüş düştüm nası lo" türü yarı türk, yarı alman ucube çocukluk anıları peydahlamış babam. Kapkara noel baba.
Bizlerden sadece bu gece için bir alman ailesi olmamızı bekliyor. Benim için problem değil, yılbaşı gecelerini babamın bu koy götüne rahvan (bir gün şu rahvan neyse onu bulup gerçekten koysak ya?) halinden dolayı iple çekiyorum. Belkide koca yıl boyunca babamı sevdiğim tek gün. Başka günlerde sokaktan dışarı çıktığımızda bile tüfeğe davranan adam, yılbaşı gecesi kendisiyle bira içmemizi, dansöz seyredip alman halk oyunlarından eserler sunmamızı bekliyor.

Mahallede belkide tek noel kutlayan ev olmanın haklı onurunu yaşıyoruz. Herkes bize bir şekilde kaynamaya çalışıyor, kapıyı çalıp "fazla hindiniz var mı" diye soran bile oluyor. Sofrada ki hindiden başka herşeyin renginin soluk olduğunu, kuruyemişlerin içine kondukları kırık melamin tabaklardan bile daha kırıklı olduğunu ebemin eski yorgan yüzünden yaptığımız sofra örtüsü dahada vurguluyor. Babam kendi için almanya'dan devasa bir bira kupası getirmiş, evin en değerli eşyası o. Kullanmadığı zamanlarda düdüklü tencerenin durduğu vitrine saklanıyor. Bazen onu ordan çalıp su içmek istiyorum ama kırmaktan ölesiye korktuğum için sadece vitrinin öte tarafından seyrediyorum. Kupasına doldurduğu birasını yudumlarken, münafık olduğumuz için öteki odalardan birinde oturarak bizi protesto eden anneme sesleniyor "gel kız gelde iki götat" Annem 5. vitese taktığı tesbihini dahada şıkırdatıp "eşhedü enlaaa min şeytann minezzaliminn puuu" diye bir mesaj gönderiyor. Sanki elindeki tesbihin taşlarıyla biz şeytanları taşlıyor.


Ve "şimdi fındığı ağzınıza atabilirsiniz" startını veren dansöz sahneye çıkıyor, babam susuyor, ben pusuyorum, annem kusuyor

Bakamıyorum; dansözün kıvırdıkça havalanan parçalı eteğinin altında külot olmadığını söylemişlerdi, cesaret edip kafamı kaldıramıyorum. Yerdeki gül kurusu halının desenlerinde dolaşıyorum, şurda bir yerde ilmek hatası yapmışlar! Yok bu el dokuması değil makina halısı ee makina hata yapmış işte! Vay anasını bu hatayı daha önceden farketmemiş olmam ne büyük kayıp! Dansöz döndükçe ben ilmek ilmek oluyorum, böyle 2 saat dansöze maruz bırakılsam halılar konusunda uzmanlaşmaya kesin gözüyle bakıyorum.
Ablam "izlesene o da kadın bizde kadınız onda olan sende yok mu? hamamda ki teyzenin götüne burnun girmemiş olsaydı anlardım" diyor.
Babam "ula şerefsizin kızı nasıda güzel aynı helga'mın gerdanı, gutunabın ah şoyn" diyor.
Annem içerden "ya gaffarrrr ya cebbar el mütekebbirrr el puuuu" diye tükürüyor. 
Ben "aa bak şuraya da sarı ip karışmış yuh bu kadarına" diyorum.
Ama sarı ip umurumda değil, o dansözün içine külot giyip giymediğini derhal öğrenmem lazım! Şu anda bu benim için yaşam amacı, hayat pınarı. Bakmıyo gibi yapılıp gözü hafif bulanıklaştırıp bakılan bir bakma türü var, kirpik altı kaçamağı diyebiliriz. Ailesiyle film izlerken sevişme sahnesine yakalananlar bilir. Onu deniyorum ama piksel bozuluyor, görüntü mozaikleşiyor gözlerimi bütün çözünürlülüğü ile dansözün kıçına odaklamam gerekiyor. Daha önce bir defa çıplak gördüm. (hamam maceralarını saymıyorum orada tamamen profesyonel davranıyorsun, hem göbeği 32 kat olmuş teyzeler dikkatimi çekmiyor. erkek hamamına tur düzenlenebilir umuduyla gitmişimdir gittiysemde) Alt katımıza taşınan kiracımız memur kadir abiyi şeyini sallaya sallaya evin içinde turlarken röntgenlemiştim. Ödüm bokuma karışmış olsa bile çıplağın tadını almıştım. O günden sonra dişine kan bulaşmış it gibi oldum, çıplakkeş oldum "Bana çıplak getirinnnnnnnn" "Bana onları verinnnnnn" desem, derdim niye demiyim.
Malesef etrafım bu kadar kalabalıkken ağız tadıyla inceleyemediğim bir dansöz geçidi daha öteki yıla karışıyor. Yarından tezi yok ergün'ün donuna danaburnu atıp donunu sıyırmasını sağlamam veya yanlışlıkla erkekler hamamına dalıp "aaa burası tuhafiye değilmiymiş" demem gerekiyor, tabi "gel anam tuhafiye de bizde züccaciye de" diye bir karşılık alacağımı bildiğimden onu yapamadım, yapılsa yapılırdı niye yapılmasın.

 .........

 Porno sitelere giremediği için bilgisayarını kapıp nusret'in dükkana gelen iri kıyım adamlar karşılarında beni görünce ortalama şöyle bir cümle kuruyorlar:
-şey yani hani nası desem hani yani şeyi şey erotik hani sitelere yani girmiyor hani
Benim cevabım ise ortalama şöyle oluyor
-tamam yav ben hallederim sonra istediğin yere girersin, icabında çat çat çat ehehe.
Eskiden dansöze bile bakamayan ben şimdi elalemin heriflerine porno izleyebilmesi için yardım ediyor, geyiğini çeviriyor hatta "abi saşha varya hani şu japon aşifte hah onu izle inan olsun tek kıl dönmesi yok orospuda"  diyecek hale gelmişim...annemin lafıyla el hanyalelfela el gudubet bela el başımıza daş yağacak ha!

Salı, Ekim 19, 2010

Şu 10 şekil heriften uzak dur oğul






 Oğul buraya kadar zahmet oldu ama nasihatlerim sana değil kızkardeşine..


1.Yetkili birileriyle görüşmek istiyorum erkeği (homoyetkiuns gotuein kosus) Onu uzunca şöyle anlatabilirim: Dünya varya dünya? nalet bir sorunlar yumağı ve bunun farkında olan tek insan o, yu andırstend?! Kimse işini yapmıyor; şu adam aptal, öteki gerizekalı, berikinin tipinde meymenet olsaa, ileriki de zaten kalıbının adamı değil. Bu adamlar buralara olmamış, şu kadınlar oralara olmamış. Olmuyo, çıldıracak! Bunları konuşmaktan dilinde tüy bitti, tek başına nereye kadar? Yazık ona yahu yazık! Hayret bişey.
Bu arkadaşla bir ömür geçirmeden önce, hastanede, pastanede, meyhanede, keranede yetkili birine ulaşana kadar ortamın maymunu olmaya. Bir adamla bi kadın olay çıkardı söylentilerinin o "bi kadın"ı olmaya yemin edeceksin. Hastalıkta sağlıkta ölüm sizi ayırana değin.

2.Tanıdığım bütün kadınlar kalbimi kırdı erkeği: (homoerosmus sümsükum herifit) Vah kadersizim vah bahtsızım ah kadınların ayaklarına paspas ettikleri hırpalanmış küheylanım! Bu grubun erkeklerinden tuna kiremitçiler ve ferhat göçerler yapılır. Kokuları bir sonbahar rüzgarının sarı yağmurları, bakışları sarı yağmurların sonbahar rüzgarıdır. Konuşmaya başladıklarında arkadan alpay'ın "neylülde gehel neylülde gehel" şarkısı başlar, etrafta kurumuş yapraklar...
(Annem gibi ekonomikus kadınlar bu adamları bulsa kışlık yakacağını bedavaya getirir)
Kadınları asla anlayamaz, anlamadıkları için terkedilir, terkedildikleri için e haliyle ya derbeder ya seri katil olurlar. Loş odalarda şiir yazıp, gitar çalarken bilinçaltlarından her an bir henibıl fırlatabilirler. Zaten ondan değil midir a kuzum, kuzuların sessizliğinde takılmaları.

3.Kesin beni aldatıyor erkeği (homoparonies fikfiki kontak) Erkekin seni çok arıyorsa bu sadece sesini özlediği için, aşkından divane olduğu için değil baskın basanındır içgüdüleri taşıdığı için de olabilir. Bütün erkekler beni istiyor kadınının, bütün erkekler kadınımı istiyor versiyonudur. Doğalgaza geçilmesine en çok bunlar sevinmiş olmalı, öyle ya bu sayede çatalı görünen yakışıklı tüpçüler mutfak tezgahına eğilemedi, o cepheden gelen tehlike bertaraf edildi. Allah doğalgazı çıkarandan razı olsun. Kutu sütü çıkarandan da razı olsun, sütcülerin kökünü kuruttular. Elde var iki. Ama damacanacı gavat arkadaşlar hala yüksek risk faktörü. Allah suları kirletenlerin belasını versin. 

4.Kavakta da boy var erkeği (homohidayet enbiyey zekaus) Anasının hangi ara büyüdüğü anlaşılamayan kuzusuuu, minik kuşusuuu. Yaşıtlarının torun torba sahibi olmasına 3 kala beyimiz hala 18 lik esra'yla tunalı hilmi'de, 19'luk ösgee'yle kızılay'da amman sabahlar olmasın ekşınları peşindedir. Annişkosu sabahları bi güzel uyandırır ki sorma. Ağzını ördek ağız yapıp göbüşkosuna gıdı gıdı yapar, gıdısına bıdı bıdı yapar, ağaran kıç kılını olmasa bile burnunun görünen kıllarını anası çeker çıkarır hayat işte tam bu lan, temiz, mis anneden sıfır.

5.Ayna ayna söyle bana benden daha behlül'ü var mı dünya'da erkeği (homotatlıtuğs ednantu kralus) Bir insan bu kadar güzel olmaz ki kardeşim! Şu saç, şu gözler ah şu endam..Bu kadar olağanüstülüğün bir araya gelmesi tesadüf olamaz. Onun top modılslardan neyi eksik ha neyi? Süha özgermi'nin telini bilen var mı? Bir kadının aynalardan, kozmetiklerden, jölelerden ve numaralı bakışlardan tiskinmesini bir tek bu erkek türü sağlayabilir. Elektirik faturasının çok gelme nedeni banyo aynasının önünde harcanan bol spot ışıklı, fön makinalı, kıl, tüy alıcı mesailer yüzünden olabilir. Bunu bir düşünün.

6.Ünlü düşünür şöyle demiş, böyle demiş erkeği (homoukalaus freud tapiyrum) Yaşanılması en zor tür. Mesela televizyon izlemeye davrandın heyhat! Bu aletin evde olması bile yeterince avam bi davranışken birde kalkıp açmak! Açıpta kadın proğramı, komikli diziler, yemekteyiz, yetenekteyiz, evlenmekteyiz gibi proğramlar izlemek! vay babayın şarap çanağına! Freud demişki bunu izleyenler bebekken şu travmayı geçirmiş, morphy demişki kumanda tutanlar aslında ziki tutuyormuş, heman demişki gölgelerin gücü adına güç bende artık..gıy gıyda gıy gıy. Hemen cenin pozisyonu alıp polisi ara! veya itfaiye çağırıp exıt tabelasına koş! Koş forrest koş!

7.Bir futbolum var ona da laf etme erkeği (homoalisamiyens topus mopus) Dünyanın en büyük yalanlarından biri "fair play" Dostluk maçında bile kavga çıkaran bir homosaplık mevzu bahis. Futbol yüzünden ölenleri, kolu bacağı yarılanları geçtim önünden geçti diye paralanan kadınların, televizyonların haddi hesabı yok. "artık ofsaytı anlıyorum ehehe" fedakarlığından bahs etmiyorum bile. Erkeğin bu çetrefilli sevdasına ucundan accik yaranma uğruna şehitler verdik biz. Bir futbolum var denen şey özünde atom bombası için kurulan bir cümle ile aynı anadan "ya bi hiroşima'ya bide nagazaki'ye atcaz bitcek"

8.Bir kahvem var ona da laf etme erkeği (homogayfecius çay çekyrea) Bu babam. Yakınımda bu kadar net bir örnek olmasaydı bu masum fizibiliteye inanacaktım. Bunu diyenin hiç bir zaman bir kahvesi yoktur. Kahveye giden; at yarışından, okeye, spor totodan, iddia'ya her biçim kumarı dener. Çilingir sofraları ve karşı kahve insanlarına saldırı için kolayca eleman toplar. Erkek dedikodularının fısıltı toplumunu hallac pamuğu gibi attırdığı şer odakları naha o kahvelerdir! Tamam abartıda sınır tanımayan bir diger şer odağı da ben oluyorum ama bunları babamı hayal ederek yazdığım için galeyana geldim, afedersin. Bu konuda nedense daha çok yazmak, lüzumsuzca dallandırıp budaklandırmak istedi deli gönlüm. Anlamadım bu hissi.

9.Midyat, beşir, seyfo, gülün! erkeği (homozalimus gaddarus hayvanus) Bu da mı babam lan! Yazının ortasına kadar babam aklımda yoktu demek ki arada bir yerde kendisiyle bir iletişim yaşamış olmalıyım, derinlemesine analiz et bunu. Bu heriflerin parası kol gibidir. Ne kadar para o kadar godfadır. Ne kadar para o kadar görlfair. Parasız insanların ilişki yaşayamadığı şu dünya'da paranın çıtır kuvveti ellerindedir. Yaşları kaç olursa olsun aklı yarım hem cinslerimizden kıtlık günleri için bol miktarda istifleyebilirler. Ama o kadar. Parasının ötmediği yerde B planına geçip gücünü öttürür. Onunla yaşayan kadının ne şartta olursa olsun B planına gelmeden daima paraya ötmesi gereklidir. Bence 6. maddenin sonundaki tavsiyelerim buraya daha bi yakışır.

10.Hallederiz kadir erkeği (homodüzenbasus dilini koparcan bunların.. us) Aha en yaygın tür. Yaşam alanları kolay kafaya alacakları kadınların civar arazileri. Bunlar da kendi kendine 3'e ayrılır. Ben ayırmadım onlar ayrıldı.
a: kendisiyle evlenmeyi bekleyen kadına "şu işlerim bi yoluna girsin gün alıcam" diyen.
b: ödenmeyen faturaları gösterdikçe "şu alacaklarımı bi alayım ödeyeceğim" diyen.
c: yapmayı hayal ettiği işler gerçekten hayal olan "bit sirkesi ithalatı, gine tavuğu tüyünden battaniye projesi, batan titanik'in mallarını getirip çanakkale eceabat arası feribotlarda satmak" gibi. Bu abinin tırıvırı işlerine, şarlatanlıklarına dayanabilen buyursun alsın.

Maddeleri çılgıncasına çoğaltabilir, manyakcasına tespitler yağdırıp el ele tutuşabiliriz, bence?.. aman yok dur dur suyu çıktı iyice. o şöyle bu böyle diye diye elde erkek komadık, kalanların kıymetini bil oğul


     ft

Cuma, Ekim 01, 2010

Güzel, ne güzel olmuşsun

 




Günler boyu, önünde küpe çiçeği saksıları dizili penceremizden ayrılamadım. Ve hep aynı iki yaprağın arasından, aynı sokağın, aynı köşesine baktım. Geleceğine olan inancımı hiç kaybetmedim. Beklemek öyle despot bir duygu ki; ancak beklemeye sadık olursan kavuşacağına, başka bir işe bakarsan beklediğini kaçıracağına inandırır seni. Beklemeye esir olursun. Bu esarette, sevdiğini düşünmeye ara vermek bile affedilmez ihanettir, dilinden asılırsın. Düşünmediğin gecelerin utancını taşır sessizliğin, neden durgun olduğunu merak edenlere inanmayı sevdikleri yalanlar söylersin "uyuyamadım..çayı çok kaçırmışım, ah şu sokak köpekleri yok mu..."  
Konusu hiç iç açıcı olmayan bir filmin, sırası hiç gelmeyen kavuşma sahnesi en çalışılmış sahnen.
"tam şurdan boyasız evin yanındaki sokaktan gelecek, belki şu kırık kaldırım taşına basar, önce bizim evi arar gözleri, sonra odamın penceresine bakar ki ne görsün ben hala oradayım, elbetteki; bıraktığı yerden bir an olsun ayrılmadım" 
    Soluk alman için gerekli o adamı beklerken gereksiz detaylar ezberlersin. Bir sokak lambasının kaçta yanıp kaçta söndüğünü bildiğin kadar yüzündeki ışığın söndüğünü bilmezsin. Bu çocuk sağlam değil aman uzak dur, diyen dostlarının o gittiğinden beri ortalarda görünmediğini farketmezken, sarı çizgili bir bacağı kopuk kedinin sabahtan beri görünmediğinin farkına varırsın. Esen bir rüzgarın uçurduğu poşeti gözden kaybolana kadar izleyen kayıp bir aşıksın artık.

        En çok saçlarımı tararken aklıma düşüyor, saçımın kıvrımlarında anılar taşıdığımı kim tahmin edebilir ki? Bu yüzden olur olmaz saçlarımı taramaya başladım, tuhaf bir randevu verdim saçlarıma, kararlaştırdığımız aynanın önünde, aynı saatte, aynı tarakla...Farzettim ki tarak onun elleri, saçımı yolarcasına taramayı bu farzla bıraktım. Söylesem bana gülerler. Meyvelerden en çok ayvayı sevdiğimi söylediğimde güldüler zaten. Nesi komikse.. Benim sevgilimin göğsü ayva kokardı, ayva bahcelerinde buluşup koynuna yattığım, tenini okşayıp okşadığım elimi bile kokladığım adam başka ne kokacaktı ya? Yoksa bakma işte ayvanın sevilecek bir yanı yok. Belki artık kokusunu da sevmemeliyim. Kendime inanmayı sevdiğim yalanlar söylemeliyim. "unuttum, çok oldu unutalı...zaten belliydi gideceği.. kalsa bu kadar sevmezdim"

Güzel, ne güzel olmuşsun
Görülmeyi, görülmeyi
Siyah zülfün halkalanmış
Örülmeyi örülmeyi

Benim yârim bana küsmüş
Zülfünü gerdana dökmüş
Muhabbeti benden kesmiş
Sevilmeyi sevilmeyi

    Hatıra bıraktığı ajandanın ilk sayfasında bu şiir yazılı, sonraki sayfaların şiirleri kirli. İkindi saatleri  hatasız insanlar, kusursuz çaylar eşliğinde düzenin çok bozulduğundan bahsederken ben düzeni bozanın hatası olmaya koştum. Beni beklediği kuytuda ilk önce gözleri ışıldardı, o kahrolası ela gözleri. Dudaklarıma, ellerime, kirpiğime ayrı ayrı aşkını anlattı, ara sıra gözlerime şarkı okudu, saçlarıma şiir. O okudu ben şiire el koydum, başka ela gözleri başka siyah zülüflerden kıskandım.
   Ben bir zamanlar dünya'nın en küçük seyyahıydım. Suskun bir adamın ela gözlerine seyahat ettim. Biliyordum ki gözlerinde sonu olmayan bir yeryüzü saklıydı, hatta bir ara pılımı pırtımı toplayıp gözlerine yerleştim, yaşayıp gittim. Bazen gözlerinin sınırlarını kapadı, ben yerimden yurdumdan oldum. Elimle yüzünü kendime çevirip; zorla, cürümle gözlerine iltica ettim. Ta ki gözlerini tüm ziyaretlere tamamen kapatana kadar...
      Su kanalında bir beden..öleli on gün olmuş yada öldürüleli...İkindi vakti bulundu. Ölenin düzeni bozanlardan olduğunu anlayana kadar sık sık "düzen çok bozuldu" diyen adamlar göründü kayboldu, gerçeği öğrenince de "su testisi su yolunda" dediler, üstlerine düşen görevleri bitirip gittiler.

    Ayrı ayrı karşılaşıp tek vücutta spastikleştiğimiz, o köprünün hemen altında yatan kirli bakışlı adam; ölmüş olman beklemeyi bırakacağım anlamına hiç gelmedi. Ben seni beklemeye hep sadık kaldım. Hep esir kaldım. Hatıranı sakladım, günahlarını sevdim, saçlarımı hiç kesmedim ara sıra ördüm. Seni çok özledim


Cuma, Eylül 17, 2010

Gönül isterdi ki office lady olayım first lady olayım

  

  Ben istemezmiydim angelina julie gibi bir batman gelen dudakların sürümünden para kazanmayı? Yozgat'ta otursa koca götlülerin kara kızı naciye'den ötesi olamayacak kim kardashian gibi arkamda taşıdığım et tomruklarından dünya erkeklerini dize getirip, kalça geliri gibi bir kazanç biçimine imza atmayı? Söyle ahbap benimde hülya avşar'ın kızkardeşi, tarkan'ın baldızı, cihan ünal'ın kızı gibi ceninden gelen mesleklerim olamaz mıydı? Olamazdı! Olamadı keza. İstediğin kadar iste henüz kimseye istek maaşı bağlamıyorlar. Hadi diyelim oturduğun yerden istiyorumm istiyorum istiyorum demenin saçmalığını anlayıp yaşam koçlarının cehennemin dibi öğütlerinden biri olan "bişeyi istiyorsan git onu al" tavsiyesini dinle onu almaya git, çalış, çabala, ispatla ama arkan kim'in kıçı kadar büyük bir dayıyla sağlama alınmamışsa kazanamıyorsun. Dön yuvana evdekiler perişan.

      İş ararken zaman zaman kadınsal avantajlarımı kullanmaya çalıştım. Çanakkale'nin en lüks otelinde nasıl iş bulduğumu sanıyorsun? Dudaklarımı öne uzatarak dolaşma tikimi iş aramaları sırasında edindim. Patron tipli erkek görünce küçük kız sesi çıkarıyordumda tedavi oldum. Mini etek, 15 cm topuklu fuşya ayakkabılar, otriş, fostiş, şafak vaktinden beri fırçalanan bembeyaz 32 diş ile simit fırınına bile başvursan sana yapacak bir iş bulurlar. Gerçi fırıncının aklından geçenler pek tekin olmayabilir takdir edersin ortam ateşli, un deposu karanlık...otrişi takma istersen pavyona mı geldin?..hatta dur topuğun santimetresini biraz düşür "aldım alalı dolabı bekliyorlar" diye giydiğini biliyorum ama bu topukla da iş aranmaz ki? vurur o...Yok yok sen en iyisi mini giyme "zeynep tunuslu yeni kreasyonunu simit fırınına taşıdı" haberi gibi duruyorsun. Hem zaten simiti pekmeze bularken o etekle rahat edemezsin..Tavsiyelerim yaşam koçlarının tavsiyelerinden dahada sıçmıklığa doğru gitmekte. Bir koç bile olamayacaksam ne demeye doğdum bilmem. (burada kurbanlık koç ile ilgili bişeyler aklına geldi hadi itiraf et)

     Cinsel kimlikle iş bulabileceğim alanları hep kapmışlar. Bana bıraka bıraka işve kimliğimle işe alınacağım ama ne işe yarayacağım muallaklı nalburlar, kaportacılar, boya fabrikaları ve oto sanayii kalmış. İşim zor işvem kolay. Fekat oralara da evimizin kast sistemini aşıp ulaşamıyorum, onlara göre benim yapabileceğim en iyi meslekler "çitledikleri çekirdek kabuklarını el gırgırıyla gırgırlamacılık, çorap kokan evi havalandırmacılık, günde 30 demlik çay demlemecilik, azarlandığında dinlemecilik, susmacılık, karşılık vermeyicilik" geliri düşük, sigortası yok, can tehlikesi çok. Tabii benim gibi en fazla ölürüm dayanıklılığında biri için bunlar beni durduracak engeller değil. El hükümlü erkeklerin parsellediği bölgelere göz diktim. Son bir aydır bir takım "erkeksi" işlere başvurdum ve birine kabul edildim.


    İş başvurusu, insan kaynakları ile görüşmek, iş teklifi almak gibi modern kalıplar bizim gibi cv sinde sadece "doğdu doğalı öylece duruyo" yazanlar için hala eski sürümüyle işi vitrinden istemek olarak kullanılıyor. Bütün gün aylak aylak gezinir, vitrinlere bakar, eleman aranıyor yazısını bulmak uğruna "tavukta damping, ağda yaptırana kaş bıyık bedava, kudret narı gelmiştir, kaçak çay bulunur" türevinden bin çeşit kıymetli el yazması ilanı hatmedersin. Bir taşla kaç kuş vuruyoruz bi hesapla. Hem iş arıyoruz, hem koç yumurtasından, mısır püskülüne neyin nerde kaça olduğunu öğreniyoruz. Hem yürüyüş yaparak sağlıklı bireyler oluyor, hemde öğretimimizi tamamlıyor okur yazarlığımızı katmerliyoruz. Biz işi sokak sokak gezerek veya evde yatarak bulacağına inanan ve zaman zaman başaran çok mübarek insanlarız, büyük ama duyulmamış bir dinin mensuplarıyız. Kutsal kitabımızın adı "NE İŞ OLSA YAPARIM" Kabir azabımız "BİZ SİZİ ARARIZ" Kendimize bu şekil anlamlar yükleyelim ki beyne gaz gitsin alet işlesin, su yakmıyor bu ayaklar.

   Tabana kuvvet diniyle bulduğum iş bilgisayarcıda. Küflü dükkanın işvereni ilk defa bir kızı "format atarım ne iş olsa yaparım ağabey" derken görüntülediğini söyledi. Dudağımın kenarını yüz felci olmuş gibi içine göçertip cırk diye ses çıkarttım. Bu cırk "kolay bunlar yiee" cırkıdır. Birde dişinin içine bişey kaçtığında çıkarılan cırk sesi var ki onu yapan gözüme görünmesin dökerim dişlerini!! O'na format atmayı öğrendiğim gün "windows yapmakta ne var be malzeme olsa bende yaparım tak tak" dediğimi anlattım. Fırsatını verseler "pimapen" adında bir işletim sistemi geliştirip bill geytsi kapımda uşak, mutfağımda banyo havlusu, yatağımda makarna süzgeci yaparımdaaa işte dış güçler dış...diye devam ettim. İddialı mimiklerim, havalı cümlelerim, yıkıcı vaadlerim dudakları uzatarak yalakalık yapma step'ine gelmemi engelledi ve pazartesi başla biletini aldım. Bakalım.

(laf aramızda bilgisayarıma virüs girdi temizleyemiyorum imdat!)

Pazar, Eylül 05, 2010

Çünkü'leri ve Ama'ları severim, Keşke'lerde gelebilir

       Çünkü kelimesi kelimelerin atasıdır. Tüm, neden yaptın?! sorularının cevabına onunla başlarım. Derdim anlaşılana değin yeni gelinin şeye asılması gibi çünkü'ye asılırım. Beni dinleyen talihsizi çünkülü çünkülerimle çükertirim. Çünkü kelimesini kim bulduysa ecdadına rahmet. Hele ama'yı bulanın tuttuğu altın olsun (sidiklerken hariç) Keşke'yi keşfeden keşke hemen şimdi bana ulaşsa (siminyati@gmail.com) onunla iyi günde kötü günde, hastalıkta sağlıkta, ölüm bizi ayırana değin herşeye pişman oluruz çocuğumuzun adını keşkesu koyarız...

     Daha çok meşhurların sevdiği naylon cümlelerden biridir "yaşadığım hiç bişeyden pişman olmadım" Bu arkadaşlar maşrapayla kokain çekip 11 herif, 4 rotrivır iti, 2 midilliyle aynı yatakta basıldıklarında bile "yaptıklarınızdan pişman mısınız?" sorusuna "bunlar hep tecrübe insana....hayat dediğin...hayat dediğin işte tamda böyle birşey diil midir ha dostum?...yo yooo yo asla pişman diilim" kalenderliğini analarından pişman değillikle doğmuş gibi sürdürürler.
Uçan paparazzilerin gözünün uyku nafakasından kısıp evimize getirdiği (duygulandım) meseleleri aşmış abilerin, aşk gadını ablaların şu; hayatı ümüğünden hırtlaklamış duruşları halk arasında hızla yayılır. Köfteci bekir abi köftesini tükmükle yoğurduğu için asla pişman olmadığını söyler karısına, karısı şişko nevriye sahurda yediği 2 halka acılı sucukla ilgili herhangi bir pişmanlık hissetmediğini canın boğazdan geldiğini anlatır anneme, annem canı götünden çıkasıca baban pişman olsun neye olunacasa ben niye olacaımışım! diye benim "hiç pişman oldun mu aney" sorumu cevaplar, ben epeydir pişman olmaya vakfettiğim odama girerim, odam bana girer.

Hakimim pişman bey

 O ÇOCUĞU DÖVMEYECEKTİM! şişkoyum, üzerimde bibimin köln'den getirdiği disko topu gibi şam şam şakıyan vatkalı mavi bir bluz var, tahminimce menopozlu teyzeler bunu giysin bunalımdan çıksın diye tasarlanmış ve benim modadan haberim yok (hala yok) Tek bildiğim moda, Barış Manço-Moda 81300. Arkadaş kitlem bluzun parlaklığı boşa gitmesin diye mi? almanya'dan disko getirmişler diye mi? bilmiyorum beni yakaladıkları yerde "şeri şeri leydi götüne mi deydi" diye dansediyorlar. Dans etmeyi bilseler zoruma gitmez (sanatsever birisiyim, genşler eğlensin) Ama dansları; misket havasının break dansı ve bir kaç doz yıldız tilbe'yle karıştırıldığı bi kolbastı atası, ham ki ham.Vatkamın üzerinden ama vakur ama gururlu ama zırıl zırıl ağlamasına saniyeler kalmış gözlerle alaybastı ekibine bakarken, o geldi..o uzaklardan çıkıp gelen kurtarıcı.."Kızlarla alay edilmez o kızlarki ebedi yurdumun üstünde benim, inlemeli" diye baardı. Amacı beni zalimlerin elinden çekip kurtarmaktı elbet, ama ben "üstümde inlemeli" kısmına odaklandım, çünkü epeydir cinsel taciz edilmiyorum tacize açım aç. Ne diyon arkadaş sen inle minle! anandır inleyen şerefsiz!! arkadaşlarım alayda ederde severde sananede patanks kötenks tıpinks...Disko topumun ışığında doğruyu bulan arkadaşlarımda bana yardım etti tacizciyi el birliğiyle inlettik..hiç unuttum

O FOTOGRAFLARI ÇEKTİRMEYECEKTİM! Her şehrin bir merkez camii, bir atatürk ilköğretim okulu, bir köşem marketi, birde foto necati'si olur. Anımızda ki foto necati ise tüm zamanlarda olduu gibi yine  ablamın aşıkı (G.G.G.G gaderin götüne galata gulesi) Dükkanının önünden ablamın çarşı esnafına mütemadiyen uyguladığı "kırıtmalı geçiş törenleri" için sık sık geçmek zorundayız. Necati'de organizasyon gereği bizi yakaladığı gibi stüdyoya atmak zorunda. Bu şartlarda bu malzemelerle böyle flört ediliyor, olan bana olmak zorunda. Önceden projeye dahil edilen çırak elime naylon pempe çiçekler tutuşturup türlü açıdan fotografımı çekerek görevini tamamlamak zorunda. Herkes bişeyin zorunda. Saatlerce fotograf çektiğini ve bunların ergen fotosu olduğunu düşünsene? Kırk saat uğraşsan, fotoşopun 2050 yılı sürümünü indirsen adam edemeyeceğin, puantiyeli yeşil etek ve disko topu gibi parlayan mavi bir bluz giyen dişleri engebeli kız fotoları...elm sokağı fotografcısı..çırağın kabusu. O fotolar sayesinde o dönemimle ilgili başka hiç bir yaşımda kazanamadığım büyük bir arşive sahibim. Fotolara yüzümün yarısını kapatıp, kafama ve ayaklarıma galoş giyip, böcek ilacı eşliğinde bakabiliyorum.

O SOYKA ALEVLENMEYECEKTİ! Henüz firijit olmamışım. İzdivaç proğramına çıkıp "taliplerimi bekliyorum herhangi bir kriterim yok insan ossun yeter" diyen bedbaht abaza gibi insan olan her nesneye tavım.(söğüt ağacı ile yaşadığım ilişkiyi saymazsak) Babamın eve getirdiği alkolik, otuziki dişinin otuz'u karamelize olmuş dedelerden tut, evimizi boyayan 1.30 boyundaki gudiklerin ercan'la bile fantastik senaryolar peşindeyim. Aylardan mart ayı değil, manisa'dan mesir macunu gelmişliği yok, keçiboynuzu, padişah sucuğu gibi materyaller uzun zamandır bu eve girmiyor ama ben duvardayım. Bu duruma koca karılar  "soykası alavlanmış" diye özetliyor. Yani diyorlarki söndürmek için su lazım (suyu irdele suyu irdele) Masturbasyon yaparken ablama yakalandığımdan ve ablamın balkona çıkıp "siminya'nın şeyinde kalem buldummm" diye anonsladığından beri evde "everekte kurtulak" kol geziyor. Yaşım 13, annemin evlendiği yaştayım. Korkuyorum. İçgüdülerim ve korkularım aralarında görev dağılımı yapmış biri şeytan olmuş öteki ne alakaysa yaşar alptekin. Şeytan olan "git bazarcı emin'in kamyona bin kamyonlar geniştir, kamyonlar hayatını değiştirir, kamyon gibisi var mı, bugüne bugün kamyonculuk..." diyerek ensemde amacını biraz aşan bi reklam çeviriyor.Yaşar alptekin melek gibi "müjde ar'ın başına gelenleri hatırla, kamyonu hatırla! kahvedeki adamlar hep keldi foduldu, kahvede tom kurus ne arar" diyor. Canım.. Sayesinde kendimi tutmayı öğrendiğim yaştayım. Ne yalan diycem saçları uzun olduğu için zaafiyetim olan büfeci vural'la dere diplerinde, köprü tepelerinde, çatı tüneklerinde görüntülenip okuldan alındığım güne kadarda tuttum, sonra saldım. Pişmanım.
Şu cümleyi yazacak cümle aralığı bulamadım şuraya attırayım içimde kalmasın
"Sallandıracaksın o soykaları bak bi daha alevleniyorlar mı!!"

O ELMAYI YEMEYECEKTİM! Cennet'te oturuyorum. Ortam kebap. Adem az ötede adına maydonoz dediği bence dünya'da asla iş yapmayacak bir bitki türünden yiyor, benim gözüm ise alı al moru mor ıpıldayan yasak meyvede..bi saniye ya karıştırdım! bu havva'nın pişmanlığı twitter is over capacity!

Gelecek sayı...
O attan inmeyecektim! O eşşeğe binmeyecektim! O son damlayı tutacaktım! O köy bizim köyümüz değilmiş! ananınki..

Pazartesi, Ağustos 09, 2010

andır my penis novembır dı cenırıl

           Bir vapurun en üst katında iranlı, tatil rotasına göre çok paralı, karayağız bir erkekle konuşmaya çalışarak istanbul-heybeli adaya gidiyorum. Reklamlardan öğrendiğime göre bir erkekle tanışmanın yollarından biri ona çikolata, sakız falan uzatacaksın. Kızlarla yakınlaşmak için çantandan molped çıkaracak, dondurmanı kimseyle paylaşmayacaksın! Uzattım allah ne verdiyse, aldı "ah tenkyuuu" dedi. Torist olduğunu çakozlayınca gözlerimi kıstım "turist gören yozgatlı" vitesimi çektim. Artık o benim turistim! İlkokul 2 den beri öğrendiğim ne kadar ingilizce cümle varsa üzerine uygulabileceğim temiz bir satıh kendi gülümsemesiyle bana teslim oldu, gerekirse van tu tri foroyu bile bu davaya heba ederim! Biz ailecek turistleri kola kutusu bulan amazon yerlileri gibi inceler, üzerlerinde deneyler yaparız. Bir keresinde kızılay'da yürürken yakaladığımız bir sierra leoneli ile aile boyu fotograflar çekinip çerçeveletmiştik.

      Gene istanbul'a gittim ama bu sefer şeytan çarpsın ki evden firar etmedim.(çağrışım molası: cin çarpar şeytan çarpar allah çarpar yer çarpar... dal salkar kartal kalkar kartal kalkar dal salkar) Bir gün evde oturmuş evcilik oyununu izliyorduk, sülalenin sosyete tabakasından teyze kızı eda ve onun altın yumurtlayan nişanlısı barış bize geldiler, şöyleydi böyleydi neydi neydi neyleydi derken ablam ve ben kendimizi siyah bir bmw içinde istanbul yolunda bulantı hapı içerken bulduk. Bir aydır "nişan balayısı" dedikleri cemiyete özgü bir tatili sürdüren bu pompiş çift bize acımış o tontiş arabalarına bizi de hoppişlemişlerdi. Bana sorsalar (ki sordular ikiletmeden kabul ettim) arabanın ön koltuğunda çenelerini dikey hale getirip "aşkaaaomm" diye tak tak eden iki leyleğin oturduğu bir arabada saatlerce yolculuk yapmaktansa evimizin kapısı arkasına geçip tek ayak üstünde 100 defa at gibi kişner, üstüne babamın mantarlı ayağına 15 gün süreyle krem sürmeyi kabul ederdim. Geri dönüşü olmayan bir yola girmiştik, son kararımızdı hatta bide utanmadan emindik.

       Barış büyükelçiliklere çalışan bir çocuk, yakışıklı, semp....aman geç bunları adam zengin hanımlar! İlk defa bir zengine bu kadar yaklaştım, eda'ya göstermeden dokundum, kokladım, söylediği espirilere kimse gülmedi ben güldüm, göbeği çıkmıştı söylemedim, trafikte kaybolursak hemen atlayım yol tarif edeyim o'da eda'dan zeki olduğumu düşünsün diye gece yatmadan önce istanbul haritası çalıştım, cool görünmek için fazla kahkaha atmadım, hep düşünceliymiş gibi durdum ki bir gizem bir esrar olsun üstümde de merak uyandırayım dedim, tartıştıklarında "barış haklı" dedim, garson ne yersiniz dediğinde "ben bilmem barış bilir" dedim, ablam böğrüme dürtene kadar barışı kendi nişanlım sanmaya devam ettim. Görmemişin zengini olmuş çekmiş çü...Eda şanslı kız..güle güle çekip koparsın :(

      Sirkeci'de bir otelde kaldık, hergün kafam kadar şarap bardağı bulunduran lokantalarda balık yedik, faturasını kimin ödediğini bilmediğimiz alışverişlerde mamak'ta giyersek tecavüze uğrayacağımız kıyafetler aldık, kendimize burjuva 4 lüleri ismini verip sabahlara kadar sokaklarda dolanıp açık olan her deliğe para sıkıştırdık, fakirlere pek çok pek çok acıdık, hayvan barınağı kurmayı hayal ettik, ablamla ben sivil toplum diye başlayan tüm derneklere üye olma kararı aldık ama önce saçlarımızı kızıl veya röfleli yapmamız gerekecek.
      Son gün için barış adaları düşünmüş, biz bilmeyiz barış bilir. Kabataş'dan vapura bindik istanbul'da yaşayan insanlara zikirmatikten ilham almış bir parmakmatik hayal ettim, denizin ve adaların güzelliği karşısında günde bin defa orta parmak çıkarmam gerekiyor bu şanslı piçlere! Tamam ankara toprağım, iki gözüm, ciğerim ama istanbul kahrolası güzelliğiyle o ciğeri söker atar kardeşim...

     Bizimkiler üstü açık yerde oturdular, barış martılara para atarken eda "aşkaaaam" pozisyonuna kenetlenmiş çenesiyle onu izliyordu. Bense yakışıklı persli Mane'ye "gule gule" demesini öğretiyordum (u ile ü değil) Mane'nin çene düşük, bir ara "keşke o çikolatayı ikram etmeseydim" diye düşündüm. İngilizcemin berbatlığı umurunda bile değil benimle konuşmak için debeleniyor. Eh bende geri çevirmedim; "istanbul itiz veri bitifıl diğmi diğmi" "ahmedi nejat god simoking piresidınt" "dubai hard kore sıcaktır şimdi yestırdey" gibi seçme eserlerimle karşılık verdim hatta bir ara malzeme tükenince yabancı turist kalıbı "türkiş şiş kebap en daaa sultanahmet very very nays" cümlesini bile kurdum, ıh demedi köfte dudak. Muhabbetimiz telefon numarasını vermek isteyene kadar anlaşılmaz şekilde iyi gitti +60222222485879584653252095079798573 diye devam eden rakamları görünce gözümün önüne minik minik ufalanmış telefon faturası geldi, babam " pers ne mınkoduum pers ne lan" diye diye onları burun deliklerime tıkıyordu bir kısmını ise tuvalet pompasıyla kulağıma pompalıyordu.
Mane'ye "ayem go tovalet watırım gelmek" deyip görüş alanından kıyın kıyın uzaklaştım, inene kadar ortalarda görükmedim. Ardımdan gule gule bile diyemedi yiğidim..


Salı, Temmuz 27, 2010

Düzgün kız gerçeği!

   

  Eşeğin aklına karpuz, lise tuvaletlerine çoçuk düşürmenin trend olduğu bir dönem. Okula giden kızlar bir bir namusunu kaybediyor, namusu karşılığında aldığı cenini illaki okul kanalizasyonuna düşürüyordu. Her hafta düz-gün lisenin çıkış zilinin çalmasıyla yarışma başlıyor eve ilk koşan ailenin ortalık karıştırmaya bayılan mazarat sıpası "gene okulun tuvaletine bebek düşürmüşleeer " haberini müjdeliyordu. Bir cümbüştü ki sorma gitsin. İlkokulda çernobil fındıklarını hüpletmiş, lisede rezervuar gümletmiş "nükleer ablaların" öncülüğünde mahallede salyangoz satışları başlamıştı. Hayat, evde oturup işlenen zig zag desenli havlu kenarlarında değildi azizim. Hayat; yasemin'in lümpen kızlar partisine yan bahceden iltica eden zigli veletlerdeydi. Hayat; okula giderken arkandan herhangi yaştaki bir karşı cins "pişt" desin diye saatlerce ayna karşısında kıvırma çalıştırdığın, kıvırtan popondaydı. Hayat; belden yukarda toplaşmış "hayati" iç organlarını teyet geçmiş o kadarda "hayati" değeri olmayan belin altına konuşlanmıştı. Şurada hayatla ilgili tespitler attırıyom asıl ramiz dayı benim lağn diyen bende değildi, hayat. Yemişim hayatı!

   Hem evden hemde zıvana denilen meşhur cisimden dışarı çıkmıştık kısacası.Türk filmlerinin; alnının teri, bileğinin gücü ile kaportacılık yapan yiğit arabeskci delikanlısının "nevimin kadını nolacaksın" vaadlerini yoksul bulup sekreter olarak işe başlayan, sonrada yoldan çıkan aşüfte sevgilileri gibiydik. Bu filmler aileleri "azcık kabarsın hemen kocaya" mantığına hapsederken bana; tarifte teşvik vardır hesabı öğreti oluyordu. Bir an önce kafası kelebek tokalı sekreter olup, duvarda açtığı delikten kişifleyen patronun tacizine uğramak istiyordum. Konfeksiyonda işe başlayıp usta başıyla, esas deliğanlı arasında husumet nedeni olmak istiyordum. Okul tuvaletlerine bebek düşüren kızların çalkantılı maceralarını abimin, babamın yanında "hiç şaşırmadım o kızdan herşey beklenir" diye yorumlarken; yatağa uzandığımda olayın üstüne pretty woman senaryosu yazıyor, başrole de güzelcene kendimi yerleştiriyordum. Kürsülerde ikiyüzlülük derslerinde okutulsun bunlar.

    Karpuz kabuğu taarruzlarına çok direndim, fakat içim çoktaaan düşman kuvvetlere yenilmiş topraklarıma eşşek adası adı verilmişti. Görünüşte asla ablalarım gibi namıssız değildim, öyle düzgün kızdım öyle hanım hanımcıktım ki yedi düvel benim namımla çalkalanıyordu, komşu düvellerden misket mahallesinin tek düzgün kalan kızını görmeye akın akın ziyaretler oluyordu. Bu güzergaha doğru tabela bile koymuşlardı "DÜZGÜN KIZA GİDER ------>" diye. Hatta bak şimdi anımsadım (düzgün kızlar anımsadım der eğri kızlar amınsadım) bir gün bahcede edepimle oturmuş ipe bamya dizer idim duvarın üstünden bir emminin bana baktığını gördüm, dediki;
-kızım ben palanın evini arıyorum onun bir kızı varmış, düzgünmüş?
-ehe ehe buyrun benim
-vay anasını dedikleri kadar düzgünsün!!
-ne sandın babalııaak yani şey evit amcıcımcım, soğuk bişey?
  Halbuse ben hayatımda hiç bamya dizmedim, bamyanın mecazi anlamı da dahil hiç bir versiyonunu sevmem. Kızılay sokaklarında fingirderken sık sık abisine yakalanan meşhur fingirdek fikriye benim.  Oran'da bir alt geçitde mini eteğini çıkarıp maksi eteğini giymeye çalışırken tinercilerin "fırk" dediği şıngırdak şaziye'de benim. Şu aşağıda yerine kültür merkezi yapılan ayva bahcesinde ergün'e müstehcen fıkralar anlatıp hangırdayan hangırdak hayriye'de ben oluyorum. Alamancı yavuklusunun bacağını bıçakla deşip olaya kaza süsü veren...kazaydı ya yemin ederim.


Yılmaz erdoğan soruyor,bu sikeçin ana fikri nedir siminya?

   İyi sıfatlar kötü niyetlerini saklamak için sağlam kılıftır. Sen öte tarafta entrikanın, fırıldaklığın, civildekliğin, despotluğun binini bin paraya satarken millet seni üstad, duayen, mirim, şıhım, hocam, güvenilir seda sayanım, demokrat bedri baykamım diye çağırır. Adın kapıları açmaya yeter, ünvanın, etiketin yediğin bokları örter. Aman yediğin içtiğin senin olsun. Kendimde test ettim, şu sahtekarlığın parmakla gösterilmesi parmaklanmaktan farksız. Düzgün görünmeye çalışmak, eğri olmaktan daha şerefli değil. Hem alanında daralıyor; şunu demeyim, bunu yapmayım, onu etmeyim diye kendine sınırlar çiziyosun öte yandan düzgünseverler cemiyeti de boş durmuyor onlarda çiziyor, türkiye kadar gövdenden sana kala kala bayburt kalıyor, üzerinde ne tarım yapabilirsin nede hayvanlık. Oysa eğrilik öyle mi? Na tüm ovalar senin; ister at koştur, ister fabrika bacası diktir. Arkadaş!! aman farklı anlatacam, oy betimlemenin kralını yaparım, anam avradım olsunki kinayenin suyunu sıkar süt diye satarım diye diye blogu trt.2'nin "ülkemizde arıcılık ve yayla turizmi" şubesine çevirdim, ne ayak??? Akşam bakla sabah bakla allahım sen beni sakla, amin



Pazartesi, Temmuz 19, 2010

Sana bahaneler hazırladım domateslerden

          Şiştt naber koltuk altı salamura kokulum? Ne alemdesin 12 yaşından beri göbeği içine çekik yaşayanım?
Ne sandın haftalarca iki satır yazmayıp yazmayıp sonra "biliyorum seni uzun zamandır ihmal ettim blog" diye bloga gurbetteki sevgiliden hasretli mektuplar muamelesi yapmamı mı? Yada 15 gün ortadan kaybolduğunda kitlelerin telaşa kapılıp "ne oldu ki? öldümü ki? kaldımı ki? yazmıyo meraktayım :(" telaşına kapıldığına blogunu eskaza ziyaret edenleri satır arası sol kroşelerle inandırmaya çalışan; yazar-okur dağılımında "yazarrrr" mevkiinden "okur"larına seslenen "nolur hergün yaz" blogcusu gibi "yazmayalı uzun zaman oldu sevgili okur, maillerinize de cevap yazamadım çünkü..." diye başlayacağımı mı?
    He lan! sefam olsun maksadıyla öyle başlayacaktım hesapta, ama ortada yazmama nedenime kılıf olacak gerek yalan gerekse hakkat bir bahanem olmadığı için işi seyyar samimiyete vurdum. Pek tabi bahane bulurdum; netim kesik, dayım öldü (tek dayım var, acımasızım) çok yoğunum, acayip meşgulüm vs. gibi ama millet sosyal sitelerde layklaya layklaya sürttüğüme, RT RT gezdiğime şahit.
             Ne olsun teneke, hava sıcak işkembemizden ter fışkırıyor bırak uzun uzun yazmayı; uzun okumayı, uzun giyinmeyi, uzun geceleri, uzun insanı çekmenin klima takviyesi gerektirdiği kuyruk kurutan aydayız (anne lafı, açılımı uzun ve tiksinç) okusak okusak anca 140 okuyabiliyoruz artık. 141? abi naaptın!!

              5 günlüğüne antalya'ya gittim. Nasıl oldu bende anlamadım normal şartlarda benim x noktasından y noktasına varmam için evden "bakkala ekmek almaya gidiyorum" bahanesiyle çıkmam sonra kendisinden bir daha haber alınamamam gerekiyor. Ama işte bak oldu, peki oldu da ne oldu? Bir antalya sabahının domates tarlası göbeğinde uyandım. Babamın yıllar evvel okeyde zebzeciye ütüldüğü bahtsız teyzem "şunu şöyle kıvırıp böyle çekeceksin" diye domates koparmanın inceliğini anlatıyordu! Ne şimdi bu? Tv aracılığıyla bakir(!) anadolu halkını her gece baştan çıkaran "etiler, nişantaşı, bebek, deniz, burası istanbul o yeaa" erotizmine kanıp istanbul'a gittiğimde "kağıthane deresi, E6 karayolu, yırtık ayakkabı, enişte tükmüğü, mahmutpaşa" egzotizmiyle halvet olmuştum. Yazla birlikte istanbul'dan aşağılara akan aynı erotizm ticaretinin antalya'sın da ise "cıbıldak insanlar, bronz gövdeler, röntgen ortamı, gevşek gönül yayı" yerine, tarlalar dolusu "domates, domates, domates, domates" gördüm. Züğürt ağayı daha iyi anladım... 
Peki ben kaçın kurasıyım? Kim bilecek ben kaç kurayım? Hem kura nedir? Geçelim bunları bakışları teyzeye yöneltelim
-annemin yarısı teyzem (kilo olarak dörtte biri) sence benim günlük domates ihtiyacım kaç adet? 2 bilemedin 3 ee ne demeye koca tarlayı benim için heba ediyorsunuz? alayım şu köşecikten iki adetcik, yiyivereyim doysun göbecik...fiyuvvvvv tabana kuvvet siminya!

         Bahanelerin ebesine rahmet, kısaca vaginilotik pegasus adı verilen o müzminnn o ölümcül o "düşmanımın başına verme allahım" hastalığı üstüne sürdüm. (iyileşsem bile ben bu hastalığın ekmeğini daha çok yerim (bknz: beşir) Yüzümde toplama kampındaki o çocuğun bakışı, bir elim kasığımı merhametli kıvrımlarla tutmakta öteki elim duygusal dokunuşlarla kalbimin üzerinde yatmakta (aynını anneniz üzerinde deneyiniz)
- herşeyden etkileniyor bu hastalık... nemden, tarla toprağından, yeşil bitkilere dokunmaktan, kırmızı renkten özellikle domates kırmızısı...sen domates ektin diye değil ha kivi olsa toplardım ama domates çok kırmızı çokkk :( denize sıfır iyi gelir dediler, son günlerinde adonis kası seyrettirin dediler...rabbime sormuşlar kum demiş..teyze bırak beni bırakki son günlerimi huzur içinde geçireyim...

    İnanmadığını biliyorum çünkü mimik, ses tonu ve vücut oyunlarında kaç yıllık sahte deneyimim var ünlü yalancılarla çalıştım ama ama gözler yalan söylemez..gözlerin seni ele veriyor..yinede saldı beni kızgın bakışlarından sıcak kumlara..canım teyzem ah annemin dörtte biri..
( 140 karakteri geçmedi dimi fazıl?)

Perşembe, Temmuz 01, 2010

Şimdiki saçım olsa yapmazdım

Okulun bahcesinde duvar dibine çömelip bir yandan dilimle dudağımın üstüne yeni bir sümük birikimi olmuş mu onu yokluyor, bir taraftanda saçımın içinde ekmek kavgası veren küçük hayvanları parmağımın adımlarıyla kovalıyordum.
Henüz bonus reklamlarının piyasaya düşmediği günlerde ülkenin nadide bonus kafalarından biriydim ama o zaman bit pazarına nur yağmamıştı, bitli kabarık saçlarım ne bankacıların bonus kafası, nede acun'un survivor metin'i olabilecek değerdeydi. Saçları elidorlu olduğu için düz, düz olduğu için memur, memur olduğu için elidorlu, çantaları ve önlükleri "balinleriz vik vik vik" diye öten memur çocukları; beslenme çantalarından sağlıklı beslenelim sağlıklı büyüyelimlerini çıkarırken, ben pasağım yetmezmiş gibi birde çemenci fadıl emmiden terleyince sidik kokusu üreten çemen ekmek almış "muallebi bebeleri mınıki" diye uzanamadığım camiaya küfrede ede zıkkımlanıyordum.

Okulun, iç yağının erimesi tabirinin anlamını bilmediğimiz halde içimizin yağlarını eriten müdür yardımıcısı bulut hoca yine her zamanki bariton sesi ve büyüyünce orhan gencebay olacak takım elbiseleri ile bahcede "aferin aferin işte böyle çocuklar" diye dolanıyorken beklemediğim anda rotasını bana çevirdi. Ondan hoşlanıyordum ve ilerde bebelerimin babası olmasını istiyordum ama yinede kendime çeki düzen vermedim. Çünkü kendine çeki düzen nasıl verilir bilmiyordum. Böyle iyiydim yaaa. Kabul, heyecanlanmadım değil. Hiç bir tenefüsde elim sende yapılmayan, ebelenmeyen, yakar toplarla yakılmayan bu naçiz bedenime doğru hızla bir jön yaklaşıyordu. Belki gelip beni bu nalet hayattan, şu zalım feleğin çemberinden kurtaracak atının terkisine atıp dağlara götürecekti.. (Umut bit şampuanı.. Umut.. Umut tüm eczanelerde) Elidor saçlı memur çocukları ise sağlığın beslenme çantasında değil dağlarda olduğunu böylelikle anlayacaklardı..Boşuna o kadar dağlı tepeli şarkı yapmadı adamlar. Var o dağlarda bi iş.

Kahramanım; atımı okul çıkışına bağladım aşkım yüz ifadesiyle geldi geldi, o yakışıklı pambıksı elini bana doğru uzattı uzattıı.... ve fırkkk diye bitli, kabarık saçlarımın içine sokup kaşır gibi yapa yapa havalandırdı "ne alemdesin bakalım kız yapağılı" dedi. (orası bitli! elleme bak işte elin bit oldu diyecektim baktım gicişmeye iyi geliyo, vazgeçtim) Kafamdan yani saçlı olan değil düşünceli olan kafamdan geçenleri bilse bana yapağılı dermiydi? Yapağının anlamını amcamın yaptığı ticaretlerden hemen hemen biliyordum. Kamyonla van'dan, tatvan'dan, batman'dan koyun yapağısı getirirdi, yapağı bildiin topak topak bokların, ölü böceklerin ve çalının çırpının bol keseden kümelendiği koyun yünü. Bulut hocanın elinin dolandığı alanda bitler çıtır çıtır patladı mı hissetmedim ama oralarda birşey "tınnn" etti bunu tüm bedenimde hissettim. Bu durumu tınlamıştım, çok tınıma gitmişti. Okulun ikinci yakışıklısı (birincisi uğur, babası memur, çöpe 404 yapıştırıcısı sıkmayı ve kızların eteğini kaldırmayı seviyor, düz saçlı, şampuanının adı bilinmiyor) bana boklu kafa demişti! Hiç kimse atının arkasına yapağılı bir kafa atıp dağa kaldırmaz. Yapağı baya kötü bişey, yapağı bir kız çocuğunun hayallerini yıkan korkunç bir ham madde ve inşallah amcam bir daha yapağı gibi kızları üzen bir şeyi taşıyacak kamyoncu bulamaz, umarım dünyada yapağı kaynakları tükenirde insanoğlu son yapağıyı müzede sergiler ve o koyunlar varya o koyunlar ölsünler! ölmesinler de kel kalsınlar!

Okul dönüşü bazı kararlar aldım. Artık benimle de elim sende oynanacak, uğur benim de eteğimi kaldıracak, bulut hoca aşkımdan içkiye başlayacaktı. Önce saçlarımı tamamen kazıttım bit bunun için iyi bahane oldu, annem zaten saatler öncesinden makası alıp bahce kapısına oturmuştu sevinçle karşıladım (işin aslı annem beni terlikle kovalayarak yakaladı, döve döve saçımı kazıdı bende saçım kazınırken birazda annemin "temiz olacaksın, çemen ve sümük yemeyeceksin" baskısı sonucu o kararları aldım şimdi ise gurur yapıp "zaten kararlarım gereği kazıtacaktım" diyorum, çakallll) Alman malı "Schafwolle"kırpma makinesiyle şanıma, koyunluğuma yaraşır bir şekilde kırpıldım. Kırpılan yapağılarımı amcama götürdüm " bu iyi para eder kamyona yükleyim" dedi koşarak uzaklaştı. O kel fotom hala albümlerde var, az sonra pırasa saçlı insanların evini kundaklayacak bi alman dazlağı gibi görünüyorum. Saçlarım uzamaya başlayınca anneme elidor aldırdım. Geriye düz saçlı olmak kalmıştı bunun içinde hülya abla saçlarıma sık sık ütü yapmayı kabul etti. Kızın o senesi bir pantolon, bir gömlek, bir kafa ütülemekle geçti. Kafa ütülemenin gerçek anlamını bilen ender insanlardan biridir kendisi, hasretle kucaklıyorum.

Saçlarım: Artık bonus değil. Saç; uzadıkça tepemde daha fazla kıvrılmanın matematiksel olarak imkansızlığını farketti saldı kendini aşalara
Amcam: Saçımdan elde ettiği gelirle kendine malikane aldı, beni kapısından içeri sokmuyor şerefsiz
Bulut hocam: Sağ eline nereden bulaştığı bilinmeyen bir hastalıkla mücadele ediyor, acil şifalar
James Blunt: Bu yazıyla alakası yok bulut deyince blunt aklıma geldi ondan yazdım
Elidor: şampuan ama bit temizleyemiyor

Çarşamba, Haziran 16, 2010

Ben onların yalancısıyım


     İnanmazsın burak'la 2 saat aralıksız öpüştük, vantuz gibi dilime yapıştı çektiii çektii az kalsın boğuluyordum" diyerek boğulursu boğulursu güldü. Gözlerinde yorucu bir öpüşmeden dönmüş askerin gururlu bakışı vardı, star wars ışın kılıcı gibi kesti gitti hepimizi.
Esin daha etkili bir "sevgiliylen maceralarımız" hikayesi anlatmalıydı ki Özlem'in öpüşmeli hikayesine fark atsın"Ehem bakın boynuma hemen şurası gördünüz mü? abartı değil 4 saat curk curk emdi gerizekalıı" diye 32 diş 1 morlukla cümbür cemaat sırıttı (4 saat emmek?)
Elimizde bir vantuzlu öpüş, bir curkuzlu morluk vardı ikiside orta halli bir kız sohbetinin kendi içinde abartılı ama basma kalıp hikayelerinden sayılırdı, orjinallikleri yoktu. Geriye ablam ve ben kalmıştık, kendim için endişe etmeyi bir kaç dakika sonraya bıraktım ablamın bacaklarını ayırıp "bakın tam şurdan şeyetti" demesinden çok korktum. Herkes bilir ki sevgili sirkulasyonu, popülasyonu, atraksiyonu bakımından ablamın önüne geçmeye cüret etmek bu mahalledeki hiç bir dişi oluşumun harcı değildir. Ablam dudağının kenarından "peaaahh" diye bir ses çıkardı "sizin maceralarınızı yerim" peaahıydı bu! çok yakından tanırım bu peaaahı günde en az bi kere evin bir köşesinde üstüme püskürtür.
O; marjinal fingirdeme anılarından birini anlatmak için saçlarını kulağının arkasına süpürürken ben dudağımın içini yemeyi yarılamıştım bile çünkü az sonra sıra bana gelecekti ve benim hemen "çılgaaan" o olmazsa "ehh işte" ayarında bir sevgilim şaaptı hikayesi uydurmam lazımdı. Ablamın yaşadıklarının yanında "ne bu şinci" kalacaktı ama olsun buluşmadan mağlup ayrılmamam için şarttı. Bu bir gurur meselesiydi, bu bir köşeye sıkışmışın kurtuluş savaşıydı, bu bir this is sparta idi....
Erkeklerle arasında lüzumsuz ama önemsediği mücadeleler olan bir kızım ben. Onlarla sevgili veya arkadaş olma yollarında türlü teşkilatlar kurarım. Genelde başarısız olurum ama inat değil mi? Vazgeçmem davamdan. Tek kişilik mafyamın başında oraya buraya emirler yağdırırım. Kazara mıntıkama düşene sorarım bi; Silah kullanabiliyor mu? Camcı'nın C sini silebilecek yürek var mı? Hadi bakalım en uzağa hangimiz işeyeceğiz? Sörvayvıra katıldı mı?Asya steplerinde at koşturdu mu? SE-LE-NA dediğinde selena geliyor mu? İşte bun gibi maddeleri yapamazsa/başaramamışsa ona aşık olurum. (Yapabiliyorsa ilerde "bir zamanlar bir kız vardı hatırlar mısın" diye meydan okunacak güne kadar korkup kaçarım) Bu tarz; beceriksiz, mağlup, kıymeti anlaşılamamış, böbürlenecek, kibirlenecek bir şeye sahip olmayan, yanımızda ıslanmış köpek eniği gibi kıvrılıp kalan bir erkek, bizi; öteki “paket servis” erkeklere göre daha az yorar. Birkaç anaç cümleyle, ufak bir iki ekleme çıkarmayla istediğin mekanizmayı kolayca üstüne kurabilirsin. Ağzı küfürlü, gözükara, kıldan suratı seçilemeyen, sabıkalı, pasaklı ve ukala olanları da severim. İlk türe göre daha fazla gevezelik etmen, modifiyesi için daha fazla alet edavat belki torna makinası kullanman gerekebilir ama her halükarda kusursuz erkeklere nazaran daha az kusurludurlar.
Başarıdan başarıya koşan, mahallenin gurur kaynağı, anasının göz bebeki, babasının aslan oğlusu o kusursuz erkeği - ki adları Burak olur bunların- ayağına tuğla bağlayıp bayındır barajına atmak için içimi tarifsiz arzular kaplar. Burak bu göz kamaştırıcı noktaya gelecek diye kaç masum körpenin depesine depesine aileleri tarafından "bak gördün mü ellerin oğlanları neler yapıyo, ya sen?" diye vuruldu kimbilir? Bu pişmiş kellelerin karnelerini anneleri altın günlerinde göstermek için çantalarında gezdirir. Kahvenin en parlak kırmızı keline sahip ve kusursuz dişleriyle komik olmayan şeylere bile kahkaha atan herifi bunların babaları olur. Evleri bile; içinde yaşayan zekiler zekisi, pırlanta misali dört dörtlük delikanlının farkındadır, bizim yıkılan tarafına direk dayanmış, teneke ile tutturulmuş evlerimizin yanında gururla dikilir. Evin yanından geçerken "zeki ve başarılı çocuğun evi" diye bir fısıltı duyulur, bir rüzgar eser, bir kedi atlar.

Ablam "ay valla de” tepkileri eşliğinde anlattığı "valla billa" adlı hikayesini sonlandırırken ben çaya bakma bahanesiyle kaçtığım mutfak kapısının önünde pısmış, sevgili hikayesi yumurtlama telaşı içindeydim. Benimde olması lazımdı elbet; sonuçta kanlı canlı, saçlı başlı bir kızdım bakayım aa evet kızım..mışım. Ama maalesef bu hikayeler savaşında kullanılacak nükleer etkide bir silahım yoktu. Olanlar; sevgilimle nalburda karşılaştık, bana radyodan şarkı istedi, sincan’da keşkül yiyecektik yiyemedik, pazardan parmak arası terlik almış yollamış canımm.. diye giden en fazla Kırıkkale tüfeği yerine geçebilecek cephanelerdi. Ulan lezbiyen olsam gene en azından kükürt kokulu hamam hikayelerim olurdu, bu ne bahtsız bir gündü hatta ömürdü böyle? Yanlarına geldiğimde Esin ve Özlem beklediğim bakışı yüzüme döktüler. Ablam bakmadı çünkü benim ne menem sevgili fakiri bir kız olduğumu gayet iyi biliyor beni ancak ortamın çay getiricisi, iç geçiren dinleyicisi, ben bilmem beyim bilircisi mertebelerine layık buluyordu.
Her hikaye anlatıcının hikayesine önem katmak için başvurduğu boğaz temizleme ritüelini ben zaman kazanmak amacıyla yaptım. Kalbim az sonra atacağı yalanın etkisiyle boğazıma yaklaşmış, beynim hain planlar peşinde götüme inmişti. Hem Kızları "ayy inanmıyorumm" derecesinde şaşırtmak hemde ablamın yıllardır bil fiil şahsıma uyguladığı "peaahh" eziyetlerinden intikam almak istiyordum. İhtiyar bir kahvane öykü anlatıcısı gibi çayımdan bir fırt çektim, arkama yaslanmaya sırtım yoktu önüme gömüldüm. Vicdan azabımın ağır hipnozundan dinleyici insan sayısı gittikçe çoğalıyor gibiydi. Yüzlercesiyle gözgöze gelmemeye çalışarak başladım hikayeme...

...Az sonra bu odada; kendi gölgesine bile cinsel tacizci muamelesi yapan, erkek görünce içinden hıııuyaaa çekerek uçan ceki çen geçen, galiba sana aşık oluyorum diyen adama “du bakiim fermuarın mı açık kalmış senin” diyen birisi; Ankara’ya okumaya gelmiş, oran’da ki kokoş vekil eşlerinin kaniş köpeklerini gezdirerek para kazanan, müslüman olup adını Celal diye değiştirmek isteyen (kelime şahadeti ben öğretiyorum) saçı rastalı, elinin birini san fransisko’da asansöre sıkıştırıp kaybetmiş, Türkçe bilen, kökenleri teee Ekvator’a dayanan amerikalı bir zenci ile olan ateşli aşkından kesitler sunacaktı..

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...