Salı, Aralık 29, 2009

Geldin mi kız sütü bozuk?

2010 yılına soruyorum bu soruyu. Geldin mi lan sütü bozuk? Umarım umduğunu değil bulduğunu bile bulamazsın! İnşallah maya takvimlerinde mayalanıp kokarsın! Dileğim odur ki sana ithaf edilen tüm takvim yapraklarında; bugün doğanlara erkek ismi: nihat dovan, kız ismi: ismail yeka yazılıdır. Temenni ederimki şeyini şeyderken şeye sıkıştırırsında şeysiz kalırsın! Böbürlene böbürlene geledur sen bakiyim, ben seni yıl sonunda giderken göreceğim, yürrüüüü anca gelirsin şişik! yeniyıl yeniyıl yeniyıl yeniyıl herkese hımhımhımhım off...

Malum soruyu asıl babam sordu bana (sütlü olan, başlık olan, gelmekli olan) ben soruyu aldım gıcır yıl 2010'a şutladım, o ne yaparsa yapsın.
Zamanında kel kafasına şaplak attığım bir büyüğüm "gidişin olsunda dönüşünde olsun" diye beddua etmiş olmalı, kendi emeklerimle yenik kumandan rütbesine yükselip döndüm baba evine. 6 aydır üzerinde çalıştığım "istanbul'a bakıyorum gözlerim faltaşı" piyesim salı günü final bölümüyle sezonu kapattı.
İstanbul'da çok berbat günler yaşadım, buraya ne kadar yazarsam yazayım aslı gibi olmaz. Bazı kabahatler işledim, tanımadığım kişilere sığınıp tanıdığım insanlara sığınmadım. Ekmek çalıp boğaz köprüsü ayağında balık kılçığına katık etme ihtimalim vardı. Yırtık ayakkabı ile dolaşmaktan utanıp ayakkabı çalmamda ihtimallerden biriydi. Sonra dedimki bakele ölürsem bu ayakkabıyla 3. sayfada çok acındırıklı görünürüm, birileri bakar bakar "duygulandım bea gızcaaz dibi delik ayakkabıyla ölmüş vay anasını " der, sonra kanal d'de yırtık ayakkabılı kızın yürek burkan hikayesi diye haber olurum, rep tarzında klibim çekilir falan filan. Hırsızlıktan, bu nalet olası ölüm sonrası şöhret merakımdan dolayı vazgeçtim.

Pılımı pırtımı gelirken yanımda getirdiğim banka eşantiyonu çantaya teptim. Ablam ve eniştemle aram eskisi gibi iyi değildi.. pardon eniştemle hep kötüydü dimi? ablamda işte o karşı safa geçti. Şaşırmadım, karanlıklardan çıkıp gelen falcı kadın bana; senin yükselenin yüksek, yıldızın dikkenar üçgen, jupiterin uranüs, neptün'ün otobüs demişti. Belliki kötü şeyler bunlar, işin ehilleri bilir biz bilemeyiz.
Zor bela ulaştım ankara'ya, bununla yetinmedim sokağımıza bile geldim hatta inanmayacaksın evimizin merdivenlerini çıktım. Saç tellerime kadar işlemiş, bacaklarımı donduran bir endişeyle çaldım kapıyı. Kapının arkasından gelmesini beklediğim tepki sahneleri binlerce, milyonlarcaydı. Tüm yolculuğum bu sahneleri kendime prova etmekle geçti.
  • *uzun namlulu bir tüfek kapı aralığından görünür, yavaş yavaş dışarı çıkarılır bang bang, tiffinkkkşş!yerdeyim.
  • *kısa mesafeli bir tabanca kapı aralığından görünür, kendisine kıllı bir kol eşlik etmektedir, tak tak, kaponkkk!! yerdeyim.
  • *ucu lazer gibi ışılayan bir japon kılıcı kapı aralığından görünür, görünmesiyle kelleme inmesi saniyeler sürer, hıtırrrşşş! yerdeyim.
  • *tekerlekli bir rampa kapı aralığından görünür, üstünde roket atar vardır roket ateşlenir, tıpankkkss! roket başlığıyla beraber komşumuz fikriye teyzenin salonundaki vazodayım.
Ama hayallerim yıkıldı, kapıyı annem açıp bütün gurbetten gelen çocuğunu karşılayan anneler gibi yaptı. "amaaaaaann siminyam gelmiş, yavrımmmmm guzummmmm, gurum gurum gurumuşşşş, eli ayağı buz olmuşşş, vıyyyy vıyyyy acından ölmüşş, siminyam gelmişşş, yavrummm guzumm, gurum gurum guru..." bi şiir dinletisi, bi oratoryo, bi kuğu gölü balesi sergiledi ki sorma. Bide derlerki anadolu halkı batı tarzı sanattan anlamaz. Annem anlıyo, annem biliyo gevezelik etme! Biz böyle annemle ikimiz sarmaş dolaş dram dolu sanatla haşır neşir olurken, annemin arkasında gizlenen korkunç tehlike aklımdan gitti. Nihayet odanın ortasından yükselen gök gürlemesi ve yer sansıntısıyla gösterimize son verdik. Babam elini arkasında birleştirmiş kafayı yana yatırmış, üst dudağı, bıyığı ve kalın kaşlarını yüzünde amuda kaldırmış, dikiliyor. Kafasını yukarı aşağı, yukarı aşağı "ben sana ne yapcamı biliyom" der gibi salladı, "geldinmi lan sütü bozuk iyi iyi gel bakalım geeellll" diye bir kere daha gürleyerek karşılama komitesine katıldı.

sonra bişeyler bişeyler bişeyler aman mühim olan yeni yıl dimi dimi

Cuma, Aralık 25, 2009

Huma kuşu yükseklerden seslenme!

Yolunuz memur lojmanlarına düşerse elinde kocasının telsizi ile gezen kadınlar görebilme ihtimaliniz var. Başarılı(!) erkekinin arkasında bulunmakla gurur duyangillerden boy boy kadınlar.

Taşıdıkları alet öyle bir aletki "sadece bi telsiz işte" deyip geçersen sosyolojik bir trajediyide es geçmiş, gitmiş olursun. Oysa işe yarar meselelerden çok lililik liilililik sesi çıkarmakla enerjisini tüketen o siyah hantal alet, bir kuvvet ve güç gösterisi, bir sınıf atlama, bir yüksekten uçma cihazıdır, zaman makinesi de diyebiliriz hatta belki f16, abartmıyorum f16. (abartıyormuyum?)
En kötü ihtimalle mevkili kocasının, mevkili cinsel organının makineleştirilip eline verilmesidir, elde taşınan erkeklik organının verdiği güven gibisi olur mu? hemde erekte!
Naçizane övüneceği tek meziyeti; kurumun düğün salonu konseptli binalarında en şaşalı "börek yiyip gıdık düzelim" kermesleri yapmak ve en iyi platin sarılı röfle saça sahip olmaktan öte gidemeyen kadın, hemcinslerine; üst rütbeli kocasının at kadar telsiziyle gövde gösterisi yaparak meydan okur. Sahip olduğu tek şey telsiz olanlar heryeri olay mahalli olarak görürler. (tanıdığım her bilmem kaç kişiden bilmem kaçı bu lafın orjinal söylenişini status olarak kullanıyor)

Bu sadece durumun telsizleştirilmiş örneği. Daha bunun memur yaşamı dışına çıktıkça metamorfoz geçirmiş bin çeşit versiyonu sıralanabilir.
Şu bizim babayiğit telsiz zaman gelir kiminde ayfon olur, kiminde epıl dizüstü, kiminde ünlü bir sevgiliye dönüşür veya "haklısın"cı arkadaş çevresine. Lüks mekanlara kıç sokabilmek, sehpasının üstünde ikea kataloğu bulundurmak, adı elit kendi elit okulları bitirmek (yozgat bozok üni. okursan hiçsin mesela), afilli adlar taşıyan meslek sahibi olmak, afilli mesleği olan kanki sahibi olmak, "au blé concassé plus ou moins épicé" adındaki fransız çorbasını içmiş olmak (türkçesi tarhana), isveç soslu köfte aşermek, norveç usulü somon arzulamak, makarna soslu italyanca yaşamak, ameleler buraya da geldi argümanını sık sık kullanmak, falanıyla, fistanıyla memur karısının telsizden aldığı gücün birebir aynısını yayar bunlar bünyeye. Sahip olunan bir havalı etikete karşılık bir everest yüksekliğinde bakılır aynalara. iki etiket iki everest, üç etiket üç everest diye gider sonunda tek kendisinin farkedemediği bir diktatör, bir engizisyon, bir kuduz it olur çıkar tepemize, zirveye değil.

Ona göre; yani şu yukardaki zımbırtılardan en az birinin etkisine kapılıp yedi kat göt tabakasına yükselen insan için kendisi akıl almaz oranda zekidir. Onayından geçebilme basiretini gösterenler dışında kalanlar varya o kalanlar? hepsi salak, sığ, karaktersiz, gerizekalı bok böcekleridir!
Türkçeleri ve ağızları bozuk, anlattıkları yalan, muhabbetleri yavan, arkadaşları yalaka, aileleri eğitimsiz hiç oğlu hiçlerdir. Toplum o kadar cahil, o kadar geri kalmıştırki onların hezimetine baktıkça kendini dahada çok sever, kendisine tapar. Geceleri yatmadan önce dişlerini bir kez, egosunu 40 kez macunlar, uyumadan önce dört dörtlük pırlanta gibi beynine sarılır, ulaştığı engin noktaya nazar boncukları iğneler, dökülen salyaları inci taneleridir.

Ah o zavallı köylü güruhunun bütün bildikleri eksik, doğruları yanlış, yedikleri merdiven altı imalatı, giydikleri ucuz mahmutpaşa süprüntüsü, anneleri bakım bilmediği için çirkin birer hımbıl, babaları şarapçı ve alkolik, şarkıları ve hikayeleri ajite, filmleri dibine kadar arabesk, sanatları sanattan yoksun, çocukları müslümcü, hıyarcı, yemekleri lahmacun en iyi ihtimalle bulgur, kızları pencere önünün sakızlı yosmaları.
Sabah olunca sığır sürüleri gibi doluşurlar otobüslere, terleri o'nun köpeğinin sidiğinden beter kokar.
Yaz gelince sahilleri istila ederler, ülkesinde denize giremeyecek mi ayol!
Kahvaltıda bi bacon, bi trüf yemek yerine, tarhana çorbası içerler yağlı yağlı. (fransızca bilmiyorlar nasılsa)
Sadece misyoner pozisyonunda sevişirler, geniş beyaz donlar giyerler sidikli sidikli.
Erkeklerinden iyi hamal yapılır, kadınları güzel cam siler, hepsi bu.
............

Az inse o çıktığı tünekten kendisinin de donunun koktuğunu farkedecek. Arada misyoner gibi sevişmenin güzel olduğunu, tarhana çorbasının adının değişmesinin aslını zerre değiştirmediğini anlayacak, trüfün bok gibi koktuğunu, bacon yerine kayseri pastırması yemekte korkulacak bişey olmadığını, lahmacundan, müslüm'den, arabeskden hatta cam silmekten zevk alabileceğini görecek. Ah bir inse neler görecek, neler görecek..

Perşembe, Aralık 17, 2009

Tut şunun ucunu kaçıralım abi

Koloniler halinde tıklım tık yaşamanın tadı başkadır ha. Neredeyse sokağın yarısıyla aynı yatağı paylaşmış olabilirsin, buna rağmen kimse sana "onun bunun koynuna giriyor" demez, çünkü hepsi ile kan bağın vardır, nikah düşmez. Düğündü dernekti türlü sebeplerle yatıdan yatıya sektirir durursun.

Erkek kuzenlerinle koyun koyuna yatmanın en kötü sonucu gecenin bi yarısı kokuşmuş bir kaç ayağı dişlerinin arasından çıkarmaktan ibarettir, başka kötü sonuçlar alınması da mümkün de olmasın öyle bişey!
Birbirinden niyeti bozuk, şehrin ayak takımından bıçkın deliğanlılar oldukları halde bize hiç bir zaman kız insanı olarak bakmadılar, bizde onların cinsiyetlerinin ne olduğuyla pek ilgilenmedik. Ben ilgilenmedim ötekileri bilemem, uçkurları boynuna.
Fuat'ın söğüt ağacının ardına saklanıp, peşinden hiç ayrılmayan bana "gelmesene gız, bi kerede arkamdan gelme allaın tebelleş dangalağı" diye bağırarak yaptığı şeyin osbir olduğuna, yıllar sonra osbirin ne olduğunu öğrendikten sonra uyandım.
Köksal abimin "tombul tombul memeler zalım oy gelin zalım zalım zalım" türküsünü yeni yeni patlamış memelerime değilde, aşağıda böğüren ineğe söylediğini sanıp "dimi ne tombul memesi var hayvanceizin" demem gene o sebepten olmalı.

Ailenin sicili paslılarından halil abime, okul müdürünün 14 yaşında, enine boyuna on pasifik genişliğindeki hoşur kızını kaçırmamızda(!) kuzenliğin görev ve sorumluluklarındandı. Halil abi; balık ve kurbaa avlamaya gittiğimiz bir gece sazlıkta sabahlarken anlattı kız meselesini. Aralarında bi dünya yaş problemi var, kız iri yarı deve gibi ama küçük daha orta 2 de. Babası hem okul müdürü hemde arıcılık yapıyor, kızını kaçırdığımız günün akşamı bir milyon arı tarafından delik deşik edilme ihtimalimizi saklı tutuyoruz. Bütün kaba detayları konuşup "Yaşı küçük müçük toplar getiririz, babası müdürmüş, müsmüdürmüş ırgalamaz bünyeyi, aslan gibiyiz allaama" külhanbeyi andımızı içip verdik startı.
Bende yavaştan onlara benzemişim, havam kıyak "ayıpsın, ayarlarız ekibi, yaparız icabında dümenimizi işşşşş" gibi bir dil kullanıyorum. İşte tam o sıralarda kaybettim kişiliğimi, bulucam bulucam yakındır.

Bir iki gün geçti geçmedi, sokağın köşe başlarından kafalarımız göründü. Kızın gönlü olmuştu "ikindileyin gel beni al kocıcığım" diye haber salmıştı hatta, yangın ayşe mübarek. Şişman kadınların daha ateşli olduğunu söylerler. Plan basitti, palas pandıras dalacak alıp çıkacaktık. Ben yem olacaktım, kapıyı çalacak anneyi oyalayacaktım. Delta ekibi ise kızı torbaya dolduracaktı ama kız "kaçır beni aşkaaammm" diyenlerden olduğu için torbayı gerisin geri iptal ettik. Evleri civarın gıpta ile baktığımız lüks apartuman sitesindeydi. Hiç bir zaman sahip olamayacağımızı düşündüğümüz hayatı yaşadıklarına inanıyorduk, onlara kızgındık!! kızları kaçırılmayı hakediyordu!
Merdivenlerinden çıkarken "anaa buralarda bizimki gibi betondanmış" dedim, şaşırdım bayaa. Ekip arkamdan beni takip ediyordu. 6. kattaki evlerine geldim, bizim kapılarımıza tıpatıp benzeyen kapıyı inceledim, bi postada ona şaşırdım gözlerim belerdi. Kapıyı en az kızı kadar şişman olan annesi açtı " buyur kızım" dedi, o an kilitlendim. Teoride; erkek kuzenlere gözükara görünmek sevdasına gayet iş bitiren ben, kadının göğ göğ gözlerine bakıp dilimi nefes boruma kaçırdım.
Kadın "ne istiyon yıvrım konuşsana" diye sesini yükseltince, kapıyı kapatmasından korkup aşağıdakilere gelin yukarı diye işaret attım. Ortalık anında panayıra sevketti. Kadın evi anarşikler bastığını düşünüp avazı bastı, kız odasından düğüne gidecekmiş gibi şıkır şıkır fırladı, "kurban olurum anammm" diyerek anasına sarıldı, salak! Kuzenler bi kızı kucaklıyor, bi anayı. Ben kapının eşiğinde kenan ışık gibi elim çenemde durumun kıritiğini çıkarıyorum. Durduğum noktadan planın pek bi nanay olduğu, başından bir halta yaramadığı öyle net görünüyorduki tarif edemem. Gidip müdürün gözüne baka baka "kızınızı kaçıracıık" desek işimiz daha kolay olurdu.

Tam bunları düşünürken senaryoda olmayan doğaçlama sahneler gelişti; anne nerden icab ettiyse(!) küt diye bayıldı, komşular sesleri duyup patır patır geldi, bizimkiler durumu çaktırmamak için sanki bayılan kadına yardıma gelmişmişler gibi yapıp kadını sırtlayıp, sağlık ocağına götürmeye kalkıştılar. Fekat anne o kadar şişmandı ki iki kat indirip bi köşeye yığıldılar. Güya kızı kaçırmaya gelmiştik ama manzara anneyi kaçırdığımıza işaret ediyordu. Çekiştirilmekten koca kadının götü başıda dağılmıştı, müdür karısına bu yaptıklarımızı görse bir kovan arıyı boğazımızdan aşaa salardı, anlayacağın rezalet üstüne rezalet. En nihayetinde zararın neresinden dönülse kardır, dedik gıpta apartmanından tam gaz cızladık. Sonrasında olaylar hiç bitmedi fare dağ doğurdu, kimse elinden geleni ardına koymadı.

HALİL: bir kaç ay sonra kızı kaçırmayı başardı, evlendiler. kız şu an dahada şişman. (yazıyla "babaçko")
KUZEN 2: kazakistan'da bir petrol şirketinde çalışıyor, kazak kızıyla evlendi.
KUZEN 3: polis oldu, gaz bombalarıyla juggling yapmayı seviyor.
ARICI MÜDÜR: hala müdür
ARILAR: bal yapıyolar
BEN: buralardayım işte, selam

Cuma, Aralık 11, 2009

Tamam gel cevabı söylüyorum

fatih-ürek-dudakları( neyin cevabı? şunun )

Bloğum yavaş yavaş flash tv stüdyolarına benzemeye başladı. Bir tarafta dudaklardan fal bakanlar, öteki yanda "lan burada bacak var ne işim olur dudakla" diye aşağı postlarda kolbastı oynayanlar, bir tarafta "nenenin donu çalışmıyor" dizisi çekimleri ve en önemlisi benim büyük bir iftiharla sunduğum "her cevhere altın" yarışması.

(evet 12 numara fatih ürek'ti)

Yarışma istediğim gibi oldu, cevabı çok az kişi bildi bilen sayısının az olması iyimi, kötümü? tam anlayamadım. Duygusal git geller, meteorolojik iniş çıkışlar, hezeyanlar ve heyelanlar yaşadım. Bazen ellerimi oğuşturup zuhal topal'ın şen piliç şen şen dansını yaptım. Bazende " neden kimse 4 demiyor ya? onuda mı hipopotam götüne benzettiler yoksa?>£#$? hayır hayır buna dayanamıycam ağlıycam ya ağlıycam:SSssssssss" diye tutam tutam saç yoldum.

Herkes neredeyse 2 dedi bende boş durmadım günbe gün 2 numaralı kızdan nefret ettim, ettikçe bilgisayarda kayıtlı fotosuna bakıp "hıh hiçte bile" dedim, omuz attım kancığa. Çaktırmadan aynı pozu vermek için kırmızı ışıkta aynanın karşısına geçip "mummmmm, mommmmmm, uuuuu" adı verilen dudak büzme şekilleri yaptım. Altı üstü bir 50 kaat için şu çektiğim sifilliğe, zibilliğe baksana. Kendim ettim kendim buldum eyvah.

Bu arada bazı şer odakları da boş durmuyor! Blogunda sık sık blog yazarı kadınları diline dolayan dedikoducu pis şirret gossip ibraam noel babayı kıskandıracak bu mübarek çabama çamur atmakta gecikmemiş, perez hilton bozuntusu nalet herif.

Cevabın 4 olduğunu 5 kişi bildi. Bir tanesi ff'den buzcevheri. 2 şık seçenler arasında en çok finduilas'a içim gitti. Keşke son kararı doğru olsaydı. Şimdi bu bilenler arasında bir seçim yapmam lazım hepsini bir torbaya doldurup sallayım, tutup çekeyim tutup çekeyim dedim ama sanal sanal çekilmiyor. Mecburen anket yapacağım şimdide onların fotoları yarışsın bakalım, nasıl oluyomuş anlasınlar.

Oylama sonuçlandı, bugün birincilik cihad'la, bi dost arasında sürekli yer değiştirdi ama saat tam 8. de bitireceğimi söylemiştim, 8 olunca ps aldım, sonuç Bİ DOST 50 liralık ödülün sahibi oldu. Bi dost seninle görüşelim. ;) Ajda Pekkan'ın yaşıda 128'miş vay be hatuna bak hiç göstermiyor alla allaaa şaşılacak iş


Salı, Aralık 08, 2009

Bul beni al parayı

Çok param var benim. Yıllardır "adın ne senin" sorusuna bile cevap diye kullanmak istediğim mütebareke kesmüke bir cümledir. Ortada para yokken bile bu cümleyi kurmanın, züğürtlerin içindeki "zengin piç" husumetini giderici yanları olduğunu keşfetmiş, etiyopyalı bilimadamları. Ankara'da iken bir kere daha kurmuştum böyle bir cümle, bu ikinci kuruşum. Sanki moğol imparatorluğunu kurmuş gibi anlattığımı farkettin? Baştan itibaren garip ve nereye gideceği kestirilmeyen bir gelişi var, zaten bende geldiği gibi yazıyorum boşver. Dur bir kere daha kurayım oda osmanlı imparatorluğu olsun, çok param var benim. Hatta bi daha; çok param var benim, dur bir daha; çok param var benim, çok param var benim, çok çok çok çok.

Bu kadar; hem imparatorum hem para bende beyinsizliğinden sonra gerçeğe döneyim, param yok lan.. hatta bir daha; param yok lan, dur bir daha; param yok lan lan lan lan lan. Param olsa 90 lira elektirik faturası geldi diye bana kaşık düşmanı mimikleri yapan eniştemi ortadan kaldırmak için kiralık katil tutarım. Ev tutmam katil tutarım. Balık tutmam denizden eniştem çıksa yutarım. Ulan koskoca türkiye'ye sığamadım iyi mi?! Küçükken kovaladığım culuk cücükleri gibiyim, oradan oraya savrul, savrulurken de çenen hiç kapanmasın gulu gulu gulu gulu.

Ya geçelim bunları amannnnn başlıycam! sonra hele bi ara kahpe felek utansın yazısı yazarım, şimdi başka bişey için geldim buraya. Duyduğuma göre yeni yılda geliyormuş banada arkadaş söyledi, ben hala eylül'deyiz falan sanıyordum biraz alzaymırım üzerine afiyet. Yeni yıl için hediye vereceğim. Bana kalsa yemişim yeniyılını da, hediyesini de, ebesini de, dedesini de! Yemişim deyince keşke yenen bir hediye olsa mesela kutudan enişte çıksa, oturup yesek. Ama değil, kutudan 50 tl çıkacak, proğramıma "çok param var benim" türküsü ile başlama nedenim bu işte. Dilersen bu parayla yiyecek birşeyler alırsın. Samede geleyim aşağıdaki fotograf kolajı içinden bana ait dudakları bilirsen 50 parayı sana yollayacağım balım. Seninle birlikte başka bilen olursa uzun uzun kafamı kaşıyıp "haydaa şimdi nolacaktı napıcaktım" diye düşüneceğim ama eminimki bir yolunu bulurum, bulurum ben. Hile yapmak yok, kopya çekmek, tuvalete gitmek, arkadaşlarla fısıldaşmak yok. Cep telefonunu kapalı tut ve lütfen gaz çıkarayım deme kapalı ortamdayız.
3...2...1...start...

ai ai ai, başlıycam eğlencesine meğlencesine, beni etiyopyanın çöllerinde yıkasınlar, dudağını eşek ısırsın, hediyedenizi, yeni yılsiminya-dudak-kıllı-koltuk-altı

yalan değil ha gerçek para! bende pek bulunmadığı için hediyedenizi sitesinden yürütmeye çalışacağım, bakalım kısmet.

Salı, Aralık 01, 2009

Kız kabusu "ilk gece" yakında sinemalarda

gerdek-gecesi-kan-gövdeyi-götürdüGerdek gecesi; bir erkek için, ak gerdanlı yavuklusunun kıyılarına ayak basacağı, bayrak dikip "buralar kompile benim" diyeceği bir keşif gezisi iken, kız için; aynı anda antony hopkins, testere ve fredy'nin elinde parça pinçik olmaya sayılı günler kalması demektir.

Bütün çocukluğumuz sıkı sıkı koruduğumuz cinsel dokunulmazlarımızın, örtülü düttürülerimizin başına gelecek kanlı sonun korkusuyla bezeli yüzlerce zifaf hikayesi dinleyerek geçer.
-gelin çektiği acıdan ve kan kaybından bayılmış. -bez temiz çıkmış, damat gelini döve döve öldürmüş -tam şey yapacakken kilitlenmişler, kilidi açmak için hoca götürdük ordan geliyoz. -damat yapamıyomuş.
-gelin kaçmış
Yaşın küçükse büyüklerin bu cümlelerde neden bahsettiğini anlaman imkansız, kendi kendine yorumlar getirirsin.
"neyi yapamıyolarmış ya? gelinden ne kanı gelmiş, niye gelmiş, adet mi görmüş? eee bez temiz diye gelin dövülür mü ne güzel işte temizmiş, hem ne bezi? kim kimi kilitlemiş? kilitleri açmak için çilingir çağırıyoz biz, hoca ne alaka?? noluyo orda anne yaaa!!!

Sonra sonra odalarda fısıldaşan ihtisaslı ablalar sayesinde gerdek gecesi dedikleri çok tehlikeli bir sendromdan haberdar olursun, içine ateş düşer, tüylerin dikenlerin kulaklarını çınlatır ve sende kendinin küçük kıyametini beklemeye başlarsın.
Bir gün o korkunç gerdekçi insanlar gelecek, sana beyaz, simli mimli bir kostüm giydirip davulla zurnayla kandıra kandıra götürecekler. Ailen de onlarla işbirliği yapacak, arkandan acımasızca el sallayıp timsah gözyaşları dökecekler. İçine beyaz, dantelli, tüllü heybetlimi heybetli bir yatak atılmış odaya tıkacaklar, elektirikli sandalyenin yatak süsü verilmişi.
Önüne baklava, kızarmış tavuk, su böreği gibi göz boyayıcı yemekler atacaklar "ye bunları bu gece nihtiyacın olacak hohohohohoho" diye gaddar gaddar gülecekler. Tabii kuru ekmek ve su verseler çakarız köfteyi, iyi niyetli olduklarını düşünmemizi istiyorlar. Oda; o güne kadar gördüğün en soğuk, en sahtekar, en tırsınççç odadır türlü türlü kumpaslara gebedir. Az sonra sana acı çektireceklerini, seni kanatacaklarını, temiz olup olmadığını sınayacaklarını, bezin temizse sen kirli, sen temizsen bezin kirli önermesini üzerinde önereceklerini biliyorsundur. O kara geceye kadar anlatılanlar, fısır fısır kulağına gelenler bu işlerin hep böyle olduğuna işaret etmişti. Başka türlüsünü anlattılar da biz mi duymadık!

Düğün ertesi fiskos toplaşmaları hep bu gecenin nasıl geçtiğinin öğrenilmeye çalışılması, tahminler yürütülmesi, oturuşmuş kodaman ablaların gerdek sırrına sadık kalarak minik ipuçları attırmasıyla geçmiştir. İçine dedektif kaçmış ekemiş teyzeler gelinin geçmiş ilişkilerinden gerdek performansını tahmin edip, "aha şuraya yazıyom yarın baba evine bırakırlar" kalıp cümlesini yine kullanır. Yerlere kucak kucağa oturmuş yüzü alın alı morun moru olmuş ergen kızlar "ben evlenmiycem, evlenirsem de asla şey yapmıycam" gibi iddialarla ortamı renklendirir. Gerdekle, zifafla, bezle, belekle işi olmayan tabu yıkıcı hoppa necla parmağıyla bakireliğini bozan ünlü mankeni çok takdir ettiğinden girer, kızların aşırı salak olduğundan çıkar.
Herkesin gerdekle ilgili az buçuk bir fikri vardır, ortak fikir gerdek gecesinin ızdıraplı, gergin, sinir bozucu, kah kanlı kah kansız bir meydan muharebesi olduğudur. Bir kız için hiç bir çekiciliği olmayan, öd sıvısının ihtiyaç fazlası üretildiği, namus baskısının beyazlar giydirilmiş halidir. Belki büyükleri kandırma, gönüllerini hoş tutma formaliteside diyebiliriz.

yazıyı okurken my dying bride dinlenmesi gerdekçiler tarafından önerilmiyor, ama ben öneriyorum onları sallayın.

Pazartesi, Kasım 23, 2009

Ne bitmez bayramlarınız varmış be!

Anlamadım ki nedir bu 15 günde bi bayram 15 günde bi bayram! Hiç bitmezmiş ya lan bayramımız, seyranımız, göbek havamız. Bir yıllığına şunları öteki yıllara ötelesekte ayşe tüter'den en leziz kurban kavurması tarifleri veremese gazeteler.
bir yılda:"bayramlık alışverişinde esnafın yüzü gülmedi" "kurban kesmesek olmaz mı yaşar hocam?" "eti fazla kaçırıp tankeri bozmayın" "arto'da koyun kesti" lagalugasına katlanmak zorunda kalmasak.

Tek bu bayramı değil hepsini hepsini tüm el öpmeli, alkış tutmalı, sloganlı, tantanalı bütün bu tüketim bayramlarını tepeden aşağı kötelemek istiyorum. Üzerinde bayram kutlanmayan bir ülke lazım bana.

Burada ben onun bunun evinde bölünerek çoğalan, büzüşerek dağılan parazitler gibi yaşamaya mahkum olayım, bayram demesin seyran demesin eniştem beni kovsun, tek arkadaşım türkçe'yi R harfinden ibaret sanan rus kız swedna olsun ama sen beni görme, sesimi duyma, bayramlık ağzını hiç kapama hiç ama emi imi hiç!

Nerden geldim istanbul'a demiş miydim önceden? Demiş olabilirim, sabah içime ne giydiğimi hatırlamıyorum ki daha önce ne dediğimi bileyim (içine ne giydin sorusu ne sıcacık bi sorudur ya, isterim ki insanlar birbirine günaydın yerine "selam pelin içine ne giydin? selam muhtar amca içine ne giydin? sorusunu sorsun, herkes birbirinin içini peşin peşin bilsin, bayramlar ertelensin bu soru yerleşsin) Madem istanbul'a kadar gelmişin a bağırsağı kör düğüm olasıcada apandistlerden gidesice niye biraz daha ilerleyip habur'dan çıkmadın! (o habur diil kapıkule, sesi gelir yüksekce bir yerden) Geldin buralarda iyice küçük besleme oldun, kemalettin tuğcu bile yazamaz bu yürek burkan hüzünlü hikayeni, çünkü öldü.
Bari bi işe yarasam fare yakalayıp ciğeri haketsem gocunmayacağım ama öyle değil. Kendime belirlediğim bir kaç metrelik bir alanda kafasından ne geçtiği anlaşılamayan psikopat şerın sıtone şeklinde oturuyorum. Yok bee bacağını aralayıp arasındaki malzemeleri gösterdiği sandalye sahnesi gibi değil, bi sonraki sahneleri düşün öyle bi oturuş. Hoş hatun filmde pek de oturuyor sayılmaz, yatarken oturulamıyor ergonomik olarak. Yazımda ki ani gelişmeye bak! konu şerın stona gelince içine ne giydin sorusu otomatikman "içine ne giymedin" sorusuna evrildi. Bir de maymundan gelmedik derler.

Şerın sıton kadar olsam yine şikayet etmem, en azından kızın bir sürü geleni gideni vardı, yatağı yani evi dolup dolup boşalıyordu. Bense biraz daha yalnızlaşsam odaya bir küçük tüp atıp üzerinde çay fokurdatacak, elinde kehribar tesbih, dilinde "gurbet ellerine düştüm düşeli" türküsü volta atacak kıvamı bulmuş olacağım. Neyseki şimdilik elimde tesbih yerine bakkal burak var, günübirlik çekiyorum. O'nu bi 20 post önce yazmış olabilirim yada geçen gün yazmışımdır hatırlamıyorum, sabah içime ne giydiğimi bile....
Burak bana aşk-ı ilan yapan bakkal çocuk, hani beni ağzından alevler saçan market buzdolabı buzzilla'nın elinden kurtaran. O gün bugün büyükçekmece kazan, burak kepçe, ben kazanda kalan son köfte kaçışıp gidiyoruz. Bakkalına adımımı atmadığım gibi bahce duvarlarından, çatılardan, logarlardan güzergahlar keşfedip evin yolunu buluyorum.
Kaçan kovalanır deyimini önceden bilerek suistimal ederdim. Aslında kaçmak istemezde kaçıyormuş ayağı yapar, bir nevi kız evi naz evi gelenek ve göreneğimizi sürdürürdüm bilinçli bir anadolu kızı olarak. Biz böyle gördük; canın istesede istemiyomuş gibi yap, aşıksan değilmiş gibi yap, acıktıysan tokmuş gibi yap, uyanıksan uyur gibi yap. Bu sefer kendim için yapmadıysam namert olayım burak'tan kaça kaça conta eskitip, balata sıyırdım. Fekat arkadaş truva'yı ele geçirmekte kararlı, son gördüğümde tahta at imarındaydı burakisis teodorakis.

Arada aklım gidip geliyor, sevilmek iyi birşey olabilir diyorum kendime. Gelsin sevsin çocuk yazıktır değme gönlüne, sever sever gider belki arada serenat falan yapar, yapamaz ama yapar gibi yapar diyorum. Sonra aklım geliyor git git git diyorum, ne sevilmesi ne yakalanması diyorum, kaçmaya devam diyorum (ilham, repci vicdan )

Çarşamba, Kasım 18, 2009

Ayaklarımın imajını amcama borçluyum

koca-ayaklı-kızlar-cennete-gitsinOlacaksan amerika'da ünlü olacaksın, kurumuş camış tezeği olsan bile ünlü olma şansın var.
Mesela orada havada uçabilsen ve şahitlerin olsa bu sayede saatte 300 bin dolar kazanıp 300 bin hayran toplayabilirsin, o zaman sahiden havada uçmuş olursun işte.
Ünlülüğün cıvığını çıkarmakta, o cıvıktan bir kaç cıvık daha çıkarmakta, şanslı pisliğin ayak izini, saç telini, kıl dönmesini bile paketleyip satmakta üstlerine millet tanımam. Ünlü kişisinin vücut atıklarına gösterdikleri ilgi; 1400 yıldır peygamber ayağının izinin tozunu türbe türbe gezdiren, elim yüzüm sürdüren, döşüm bağrım yırttıran müslümanlardan kat kat fazla.

16 yaşında 5 tane malikanesi, 45 tane arabası olmuş ünlü bir amerikalı yıldıza soruyorlar
-kıyafetlerini nasıl seçersin?
-ıımm yieaa hiç bir giysimi kendim seçmem, giymem, ellemem donumu bile kostümcüm giydirir
-nasıl beslenirsin?
-yiyeceklerimi beslenme uzmanım seçer getirir, pişirir yedirir
-saçınız ne yumuşak
-güzellik danışmanım culi ile tanışın, hay culi
-pis bişey koktu
-hela danışmanım altımdan alıyor
İşte bu sebeplerden ama en çokta hela danışmanı nasıl bir meslek onu keşfetmek amacıyla holyvıd'dan teklif bekliyorum. Teklif gelmedikçe de şurdan şuraya ünlü olmam onu söyleyim.

İnkarcılardan olmamak lazım çarpılırım, evet ya benimde imaj danışmanlarım oldu, olmamı.

Ayakkabı seçimimi moda anlayışıyla göz dolduran emmim Lâmen yapardı (yazılışı numan okunuşu lâmen) Ünlü alışveriş merkezi ankara saman pazarı, paris'ce söylenişiyle " Lö Anqyra Sammhan Bazaar" en gözde mekanıydı. Ürettiği hot kötür, kap götür ayakkabılarla dünya çapında isim yapmış "ayaggabıcı münür" favori dükkanıydı.
Amcam ayakkabı ihtiyacımız olduğunu söylememizden çok değil 6 ay sonra münür nurettin selçuk abiye gider, inşaat küreği kullanarak doldurduğu bir çuval ayakkabıyı alır gelir "karabaşın gızları size ne fiyakalı papuçlar aldım giyinde bi bakiim" diye bizi başına toplardı.
O torbadan at nalı bile çıksa şaşırmayacak hatta belkide "nal çıktı oh çok şükür" diye sevinecek gerekirse ayağına çivileyecek bezgin birer kısrak gibi kişneye kişneye yanına varırdık. Karşılaşacağımız torba manzaralı ayakkabı tepeciklerine dejavunun dejavusu adını vermiştik. Torbadan istisnasız; emekli memur ayakkabısına benzeyen, sen ne güzel ayakkabısın samsun canik dedirten, üstü altın sarısı pirinç tokalı, cüneyt arkın'ın bir tepikte 70 bizans'lıyı uzay zaman boşluğuna yollayan ayakkabılarını anımsatan, üzerinden kum fırtınası geçmiş kilolarca 2. el ayakkabı çıkardı, saolsun.
Masus; seçiyormuş gibi, beğeniyormuş gibi, ayağımıza deniyormuş gibi, sevinip sırıtıyormuş gibi, gibi gibi gibi gibi yapıp ayakkabıları alır eve, diğer ötekilerinin yanına koyardık.

Beğenmedik bunları, bacağımızı ayırsan giymeyiz desek, orada üzerlerine benzin döker yakar (bu kısmı ben ve yandaşlarım ayak birliğiyle destekliyorduk) lakin benzinle yüreği ferahlamayacağı için gider babama bir ton laf sayar;
"aman işte senin gızların bulmuşta bunuyor, ben teeee gittim münür'ün dükkandan en galiteli en galifiyeli ayakkabıları aldım, bi teyliz gayme saydım yollarda belim sırtımdan ayrıldı, kan ter içinde getirdimde zıbıklıların beğenmedi! puuu senin babalığına, zaten senin gibi gavatın, puştun kızı nası olacakya, molacakya, şöylede, böylede" diye babamı üretilmiş en hasar verici nükleer bomba haline getirebilirdi.
Sevgili pek nükleer bıbıcığım; koordinatları ayarlanır ayarlanmaz rampasından fırlar üzerimize doğru hızla yol alır, tek kelime konuşmadan önce biyolojik ve organik küfürlerle hedeflerine dalar, yakıt olarak karbonhidratlı bişeyler yüklendiyse üzerinde taşıdığı metallerle kafa göz uçurur, imha gücü çok fazlaysa da tam ayakkabıların yakıldığı küllükte üzerimize kendini döker yakar, yakabilir, yapabilirdi.

Görüldüğü gibi ayakkabı konusunda hiç sıkıntı çekmedim, her zaman etrafımda ayaklarımın güzelliğini düşünen, onları daha çekici hale getirmek için çalışıp çabalayan bir çok vefalı, fedakar, zevkli, moda anlayışı corcio della piana ya denk düşen danışmanlarım oldu, şükranlarımı sunuyorum tanrı sizi korusun.

Pazartesi, Kasım 16, 2009

Kirpiklerimden düşürdüm seni




Aşkların sonunda hep bir adet giden olur ya sevgili? Zaten kalsaydı aşk demezlerdi ona, başka bir çok isim verilirdi de asla aşk denmezdi. Çünkü aşk hasrete aittir vuslata değil.
Giderken de arkadaş kalınıp gidilmez ama, hem kalınıp hem gidilemez. Giden; omuzlarının üstünden dahi bakmadan ağırlığınca azapla gitmeli ki bu bilindik ve hiç bitemeyişli hikayenin adı daimi aşk kalabilsin.
Hem dilsiz ve sağır, hem arş kadar uzak, bir ölüm griliğinde gitmeli ki o giden; ardından ne beddua ne yakarışlar varabilsin.


Yok yok gitmemiştir deme ha! illaki gitmiştir, şakasına değil gider bilirim..
Kah; kapıyı sertçe kavrayıp bu sana kapak olsun, benim gibisini zor bulursun diyen pop şarkıcıları gibi ucuz nakaratları yüzüne çarparak gitmiştir.
Kah; beşik cibinliğinden beri gelinlik düşleyen bir genç kızı almıştır kollarına, düğün davetiyesi yerine dudağının kenarından alaycı gülümseme yollar sana. “düğününe beklememektedir”
Kah; kendini ölümsüz sanan diğer herkes gibi büyük büyük yeminleri dilsiz ve kemiksiz bir bebek gibi kucağına atıp, ölüp gitmiştir. Şakasına değil ha! sahiden gitmiştir.


Siyanür; eskinin krallıklarında yüzükte saklanır son nefeste içilirmiş bir yudumcuk. Ben siyanüre hiç ihtiyaç hissetmedim, giderken kirpiğimde bıraktığın bir zerre sen zehirinden beri.

Buralarda sevgiliyle hayaller kurarlarmış; pembe panjurlu evlerden bahsediyor binlercesi...Çocukları olacakmış adına aşkımızın meyvesi diyecekleri, boy boy...Birde köpekleri olacakmış mümkünse beyaz, tüylü tüylü... Birlikte tatile gidecek, kollarını açıp havaya zıpladıkları fotoğrafları olacakmış, yüzlerce...Hey! aşk’ın mirac’ında sidretül münteha’ya varan sevgili! Biz ikimiz niye hep protez bacak hayali kurardık? Bir parça metal, bir tutam plastik, üç beşte vida aşkımızın meyvesi olacaktı. Delik deşik olmuş kolların için serum lastiği almayacaktık bir daha. Alırsak da lastikten kestiği halkalarla çiçekli oyalar ören annene verecektik. Korkmayacaktık ayak seslerinden, kendimize ses çıkaran ayakkabılar alıp uykulu bir apartmanın merdivenlerinden koşarak inecektik, bacağına pembe panjur takılır takılmaz…Gece koynuna çocuğu gibi yatırdığı, öpüp kokladığı silahını köprü altında topuğumuza sıkanlara gidecektik “bakın gerçek bacaklarımız yok ama sımsıkı kollarımız var” diye bağıracaktık. Fotografımız, bin yıldır mermi gibi sabit amaçlı kalan hafızalarında yer edecekti. Şakasına değil ha! sahiden yapacaktık.


Kirpiklerimi öpeceğin için katran sürmemi sevmezdin ya...Bana sormadan gittin diye bütün kirpiklerimi yolup attım. Ve o günden sonra sana sormadan hep ama hep katranlara battım.

Buralarda aşktan bahsetmeyene taştan bahsediliyor sevgili “kalbin taştan senin” demek moda şimdi. Kimbilir belkide taşdır, binbirgece oldu bakmadım ki. Hem taş olsa ne olur olmasa ne? Sağ kolumu sen diye sol kolumla sarıp sarmaladığımı bilseler, seni küp küp parçalara bölüp şurama senden bir tac mahal inşa ettiğimi bilseler ve tac mahal'in taştan yapıldığını bilseler, taşa kötü derler miydi?


Salı, Kasım 10, 2009

Kafama üşüşüyorlar

Blogspot gelenek ve göreneklerine göre bu yazıya şu aşağıdaki başlıklardan biri münasiptir. Yukardakini beğenmezsen al bunlardan. "ortaya karışık, kısa kısa, ordan burdan, şurdan şordan, her telden, yandan yandan"

*Beceremiyorlar: iç çamaşırlarının heleki ucuz çamaşırların kenar dantellerini iyi öremiyorlar, bi giymeyle söküle söküle gidiyor, kafama gözüme dolanıyor, bazen parmağıma dolayıp belimin altından evire çevire bende söküyorum, eğlenceli olabiliyor. Birgün olurda elimde bir tutam ip görürsen bil ki donumdan topladım.
Destekli sütyen kaldırgaçlarını adam akıllı mökkemliyemiyorlar, C şeklindeki iki metal bir kaç yıkamada ana gövdeden ayrılıp tek başına yoluna devam ediyor (mökkem nedir söylemeyeceğim) Her kadının "sütyen teli kolleksiyonumu göstereyim mi?" demesine yetecek kadar teli var.
Külotlu çorapların bacak boyu galiba sezen aksu düşünülerek yapılıyor, daha belime kadar çıkan çorap giyemedim, hep yarım hep yarımım. En büyük endişem sokakta kayıp düştüğümde altımda yukarı çekilmemiş gibi görünen külotlu çorap olması.

*Aşkımdiyemiyorlar: Cep telefonlarında sevgili genelde aşkım diye kaydedilir. Genelleme yapmayım istisnaya kurban, abim yengemi "ev 2" diye kaydetmiş, yengemde abimi "eczane" diye.

*Adamkandırıyorlar: Sizinle; anasının memesini arayan buzağa gibi böğüre böğüre, salyalar fışkırta fışkırta kavga eden biri o sırada çalan telefona sesini incelterek bakıyor "ifinim, bıyrın, binim" Karşıdaki düşünüyor ki " ne kibar insan, ne şahane bir ses" Yalannn gerçekleri bilmiyorlar. Burada kan gövdeyi götürüyor, o ince sesin sahibi bir hayvan, bir malak!

*Tuvaleteosuruyorlar: Yabancı olduğumuz bir evin tuvaletine girince, vücudumuzdan çıkardığımız şeylerin sesli oldukları gerçeği ile yüzleşiriz. Bu gerçeği içerdeki yabancılar asla duymamalı! İstenmeyen sesleri kamufle etmek için dede yadigarı hareketleri tekrarlarız: önce musluğu açıp ortama su efekti kat, sonra orada duran muhtemelen kırmızı tuvalet tasını doldurup doldurup boşalt, tası rastgele fayansa vur, öksür, hapşır, 3 dakikada bir sifonu çek. Sana ait sesler doğanın ezgilerine karışıp gitsin.

*Herşeyikonuşmuyorlar: Kendimle konuşurken kendime dedimki "ya konuşulmadık bişey kalmadı insanoğlu konuşma kaynaklarını tüketti, malesef bitti herşey, ölelim daa iyi" karamsarlık kapladı içimi gözlerimde hüzün perileri, kanatlarımda yağmur taneleri google açıp konuşulmamış bişey kaldı mı onu aramaya başladım, ve buldum! daha doğrusu bulamadığım için konuşulmamış olduğunu buldum. Konuşulmamış bişey buldum lan! Ama ne olduğunu söylemeyeceğim o konuşulmadan kalacak, ellettirmeyeceğim!

*Çekmecedesaklıyorlar: Çorapdan bahsedince burnum sızladı, psişik bir özelliğimi gün yüzüne çıkaracağım. Yeni aldığım pahalı bir çorap ilk giymede kaçarsa hemen atmaya kıyamıyorum "tatlı kaçıklar" adını vermediğim, her hangi bir adı olmasına gerek görmediğim (çekmeceye isim verene deli derler) bi çekmecem var oraya koyup bir hafta orada eskitiyorum, bir nevi turşusunu kuruyorum. Ara sıra içime ateş düşüyor duygu dolu ellerle sırlı çekmecemi açıyor "bi giymede kaçtı yaaıı" diyip kapatıyorum, yaslarını tutuyorum. Eskisi olmayanın yenisi olmaz.

*Benziyorlar: Ketçap ve mayonezin sıkarken çıkardıkları ses ishale benziyor. Kavunun tabakta bıraktığı mılcık şey sperme benziyor. Avucumun içi eski sevgilime benziyor.

*Poşetseviyorlar: Her ortahalli türk evinde bulunur; poşetinden çıkarılmadan iki koltuğun arasına konmuş yer yer bazı bölgelerimizde ise duvara yan şekilde monte edilmiş kırmızı kadife gül demeti, içine poşet tepildikçe şişmanlayan, poşet çekildikçe zayıflayan bezden bir bebek, balkondaki çiviye asılmış içi mandal yada kuru sebze dolu migros poşeti, mutfak kapısının arkasında asılı içi ekmek dolu ekmek poşeti.

*Güyageziyorlar. Her kanalda bir tane "karış karış anadolu" konseptli proğram var. Proğramın fon müziği kati surette"yürü yavrum yürü fistanını sürü, şimdide geçti burdaan konyalının biri" melodisi ve türevleri olmalı. Proğram sunucusu 30 yaşlarındaki abimiz 3 dakikada bir espiri sandığı şeyi patlatmak zorunda, sesçilerde gülme efekti, aksi şekilde "zevzek zevzek anadolu" olmuş olmaz. Sunucunun; eline tutuşturulan gözleme, bazlama gibi yiyecekleri, adı muhtemelen emrah olan kameramanın ağzına sokması beraberinde bi dünyada laf sokması ise konseptin bir diğer parçası.

*her kızın göz kalemiyle bıyık-kaş çizilip tespih salladığı bi fotosu var.
*büyüyünce ne olacaksın? sorusuna bi altı ay "iç mühendis" dedim.
*gelmiş geçmiş en sempatik hap ismi "ertesi gün hapı"
*dün gördüğüm filipinli kadına ilk sorum "siz kuluçkadaki ördek yumurtalarını mı yiyorsunuz?
*okuduğum kitap, yandaki komşu çocuğunun 8. sınıf fen kitabı.
*Malın gözü ile konuştuk
*bırt

Pazartesi, Kasım 02, 2009

Seni her yerde bulacaklar pis siminya

Başlık, şimdi uzunnn upuzunn bir askerlik yapmakta olan fenasi'nin yazısından arlanmazca araktır, çalıntıdır.

4 aydır sıcak evimden ve mutluluktan kert diye kenetlenmiş (ünlem) ailemden uzaktayım. İpsizin ölümü sapzızdan olsun diye ha gayret istanbul'a gelmiştim. Şehrin muhtelif sokaklarında sürtüp sürtüp pirelendim, kuduzda olmuş olabilirim tahlil yaptırmadım ama ısırdıklarım yaptırsın ( ahmet, gökhan, emre, eren, okan, o şeydeki oğlan, ve öbür oğlan, maydanoz satan teyze ve tüm hepiniz)
Nihayetinde tükürdüğümü itina ile toplayıp abla kapısına tosladım. Günlerin akşamında mısır satıcısına anlatacağım çılgınlıklar yapamadım, ailenin yüz karası olamadım, hala bana "melek gibi kız" diyenler var. Bu kara leke alnıma yapıştı.

dün baktım bişeyleri özlemişim.

Burnumu sızlatanlar "annemin tarhana çorbasını, mutfaktan yükselen kek kokularını özledim bühüü bühüü" türünden şeyler değil. Mesela meselaaaa; babamın tüfeğinin şefkatli dipçiği sırtımda tütüyor. Eve gelince gıcır gıcır öttürdüğü karamel kaplı dişleri elime her diş macunu aldığımda gözlerimi yaşartıyor. Çoraplarımı çıkarın, sırtıma yastık getirin, çay demleyin, hani benim kızarmış hindi budum, hani benim bıyığımın 37. teli şıltakları bebeğin ninni özlemiyle aynı (şıltak: kapris) Annemin; üşüyosun sen üşüyosun yok yok valla üşüyosun, üşüyosun dedim!! Bak ayakların beyaz beyaz oldu, benzin sarardı, dudağın morardı diye beni bir gökkuşağı zannedip, dolaptan kaptığı yelek, hırka, şal, battaniye ile üstümden geçmeye çalışması ..

Ya mahalle ya çöpüne sarılıp uyuyasım gelen sokağımı özlemedim mi? Markete giderken ayağım içine girmesin diye kavis yaptığım taşı sökük kaldırımı... Başına poşetler dolandığı için dilek lambası dediğimiz hemen tüp bayiinin dibindeki sokak lambasını... Elinde kürdan habire sağ yanağına sondaj atan terzi, tırıvırı basri'yi... Kendini hep hasta hissettiği için "ayhh vıııyy vışş oyyy amaninnn offf üffff" sesleri çıkararak gezinen, orda burda karnını doyurup eve giderkende çıkınını fulleyen kocaboğaz satı teyzeyi...
Başka türkü bilmediğinden midir, yoksa ağız alışkanlığı mı "tren gelir düddürü, düdüğünü öddürü, bu zamane gızları, bir sakıza öptürü" türküsünü fermuarını tuta tuta icra eden kaldırım mühendisimiz halil'i.
Büyük ablamın zampara komşularının uçkur hikayelerini bile özledim. İçi kırkayak dolu rutubetli gecekondularda sadece fareler değil, tv dizilerine avuç yalatıp parmak emdirecek fantazilerde cirit atıyor. Dursun ve döndü'lerin entrika, tutku, ihtiras ve cinayet dolu hikayeleri, bihter ve behlül'leri evcilik oynayan bebeler kıvamına indirir, düdüklerini öttürür.

İşte aynen o şekil bu şekil, odamda uzanmış, sokağımızın kaldırım taşına olan aşkımı büyütürken, babamın "ınısını ıvrıdınıı miktiğimin ırıspısı" adını verdiği ve sık sık bana yönelik kullandığı şirin, sempatik tekerlemesiyle sıçradım. Ablamın elindeki telefonun teee ankara mamak bucağından bana küfürler saydırıyor. Oraya gittiğimde beni önce tüfeğiyle, sonra kasaturasıyla, sonra rambo bıçağıyla, sonra çakar çakmaz çakan çakmağıyla nasılda güzel güzel öldüreceğini anlatıyor.
Öldürdükten sonra beni kırk kocaya vereceğini, sonra o kırk kocadan alıp bir kırk kocaya daha vereceğini, sonra yeniden öldüreceğini... Babalar böyle günler için var, içim huzurla dolu..
Binbirgece masalı gibi geliyor anlattıkları. Yapılamayacak şeyler belki ama dinlemesi güzel, babamın hayal gücüne hayranlığımı artırıyor, marjinal adam. Aslında bana kısaca demek istiyorki "gel artık" Fakat herifin gelenek ve görenekleri gel artık demeyi gurur meselesi yaptırıyor. Onun literatüründe "seni seviyorum" demek, anneme karşı mesela "sırtıma çıksana lan gadın" çocuklarına karşı "hepinizi parpılarım" "konuşmayın şerefsizin kızları" "sütü bozuğun dölleri".

Buraya abimi yollayacak abimde beni paketleyip kargoya verecek, yurtiçi kargo olması tercih edilir. Kendimi ordan oraya postalanan kayıp mektup gibi hissediyorum, bir gün asıl adresi bulana kadar karanlık depolarda sarara sarara gezip duracağım. Eniştemde geçen gün beni 60 yaşındaki bir adama... :((
yok yav sadece beşiktaş'a kadar bıraktırdı. Ama yaşlı teke beni bir bıraktı, iyiki bıraktı. Bi önceki yazımda "ayhh dayanamıyorum biri beni taciz etsin yanıyoruum komşular" dediğimi duymuş olacak ki, beşiktaş'a kadar elinden geleni bi sonraki kurbanına saklamadı. Yok bunu anlatmayacağım hayır hayır ısrar etme anlatmayacağım.

Pazartesi, Ekim 26, 2009

Biri beni taciz etsin!

Tabii tabii çok haklısın böyle bir başlık görünce bende öyle düşünürüm. Az sonra yazı bitince birde sol yanın üst çaprazına deviant'dan "abuse" yazarak bulduğum fotoyu koyacağım. Konsept gereği taciz edilen kız fotosu olacak, şöyle pandikli olanından işte asıl o zaman yandı gülüm keten helva.

     Taciz kafamı çok kurcalıyor. Kafamın kurcalı olduğunu daha iyi sahneleyebilmek için piyasadaki her 3 fotodan biri gibi beyaz  pamuklu gecelik giyip yatakta cenin pozisyonu alıyor, kafam ellerim arasında "ne olacak, ne edecek bu tacizin hali " diye düşünüyorum. Bi keder bi hüzün sarıyor kırılgan gotik bedenimi. Dünya'da ki hiç bir sorun kafamı bu kadar meşgul etmemiş olabilir. Siminya koş! Dünya’ya meteor çarpacak onu ancak sen durdurabilirsin! deseler "ellerim dolu" der kaçarım. Ama tırt konularda molekül parçalamaya dek giderim. Eğer Einstein kadar zeki olsaydım bu harcadığım mesaiyle çoktan, şarteli kaldırınca tüm şehri parmaklayan bir icad geliştirmiştim.

Hani erkeklerin bir iddiası var ya kadınların tacizden hoşlandığını düşünürler "istemem yandan mıncır" fantezisi derler. Hayır cevabından tahrik olur, gerizekalı diyen kadının kendilerine aşık olduğunu düşünürler. Garip değil. Koca koca adamların, küçücük kızlar için istemese tecavüze uğramazdı dediği, üstüne bunu resmileştirdiği bir memleket burası. Ama eğer mesele “laf tacizi” ise bu konuda kadınların bazı çelişkileri olduğunu söylemek gerek.
Kadınların itirafından hoşlanmadığı; erkekler anlarsa, sevgilim çakarsa, beyim görürse, babam duyarsa, eyvah abim! diye üstünde baya baya matematik yaptığı gizli bir ilim bu taciz. Erkeklerle özellikle yakın olanlarla asla paylaşılmayan ama hemcinslerimize ballandıra ballandıra anlattığımız, anlatırken ikiyüzlü davranıp "bana ya bana,  hemde banaa! Benkii asker gibi önüne bakarak yürüyen, azarlar gibi konuşan, erdemimle, duruşumla göz dolduran beğnn" diye sözde hayıflandığımız, güzelliğimizin medarı iftiharnamesi, bir bahar tazeliğinde, bir anne kurabiyesi lezzetinde taciz.
Nasıl ki gaz çıkardığımızı, burun karıştırdığımızı, tuvalette masum bir çişden daha fazla numaralar bildiğimizi aleyhimize kullanılma ihtimallerinden dolayı itiraf etmeyi sevmeyiz. Bunun gibi lafla taciz edilmekten "bazı durumlarda" hoşlandığımızı, atılan laflardan egomuza yakıt ikmali yaptığımızı itiraf etmeyi sevmiyoruz. Çünkü bu itiraf bize çok pahalıya patlayabilir. Kendi ağzımızla "biri beni taciz etsin" davetiyesi yollamış olduğumuz gibi yanında eşantiyon olarak da özgürlüğümüz gözle görülür şekilde azalır. Erkekler bu konuyu çok yanlış anlayıp, suistimalin amına su kaçırabilir.

Bugüne kadar "ay herifin biri bana, "vay yavrum vay taşın yürüdüğünü de gördüm ya ölsem gam yemem" dedi bende ona "gerizakalı" dedim" hikayelerini dinlerken yüzlerinde travma işareti gözlediğim kimse yok. Tek gördüğüm; arzulanan kadın klasmanından düşmediğini öğrenen hemcinsimin, keyiften al al olmuş yanaklarından gelen “hala giderim var” parıltısı.
Bir leğen kısırın etrafına toplaşmış, kendisini şaşkın gözlerle dinleyen öteki hatunlara taciz hikayesini anlatan kadının vermek istediği mesaj genellikle "gördüğün gibi bende hala iş var anam, ya sende?"dir. Korkulmadığını söylemiyorum korku var ama gururlu bir korku bu. Annem bile yapıyor sen ne konuşuyorsun? Bir keresinde saman pazarından kumaş almaya gidiyormuş adamın biri iş atmış. Annem de olanca çenesiyle yüklenip pazarı herifin başına geçirmiş.  Eve gelince hemen bir çay koyup komşuları topladı ve hala yüzüne bakılabilir olduğunu, babamdan başka adamlarında sırtına hoplayabileceğini kıymetli macerasını anlatarak kanıtladı. Her altın gününde orijinal hikayesinin üstüne biraz daha biraz daha ekleyerek olayı Fatmagül’ün suçu ne? kıvamına getirdi.
Komşular çaylarını höpürtete köpürtete dıştan "vay şerefsiz adam vay cık cık cık" yorumu getirdiler ama içsesleri "senin nerene iş atmış bilemedim yani" ydi
( şehri parmaklayan icat yapamasam da içsesleri okuyan icat yaptım, okuyabiliyorum)

Tacizle ilgili düşüncelerime babaannem hakkında anlatılan absürd hikayeler karışıyor. Yaşasaydı eminim ki annemi, beni ve bütün mahalleyi "sizi gavurun tohumları" diye süngüden geçirirdi.
Babaannem; bırak laf atılmasından hoşlanmayı yan köylerde ki testesteron artışından bile kıllanıp köyleri ateşe verirmiş. Pek bi övündüğümüz bir rivayete görede tek atışta 5 kurtu tepe aşşağı yuvarlarmış. Sünnetsiz herifleri tek tek tespit edip ucuyla bucağını baltayla sonsuza dek ayırır, kopardığı parçaları kurutup boynuna kolye yaparmış. Biz ara sıra toplaşıp bunlarla övünürüz işte. Onun fantastik hikayeleri ailemizin gurur tablosunda ilk beştedir. Bu efsaneleri sayesinde tüm sülalemizin adı babaannemin adıyla çağrılıyor "aliyegiller" Eskiden ne güzel anaerkilmişiz.
O öldüğünden beri övünecek bir materyal bulmakta zorlanıyor, annemi saman pazarında  köşeye sıkıştırıp küçük dilini öpmeye çalışan 2,30 boyundaki, mavi gözlü Japon zenci hikayeleri ile avunmaya çalışıyoruz.



Pazartesi, Ekim 19, 2009

Bakkalcı bana aşık olmuş

Blogumu uzun zamandır okuyanlar bilir, benim aşkla ilgili düşüncem kısaca "fuck you" dur. Aşka karşı ne bu saygısızlık bu ne terbiyesizlik deme! İnan bana aşk bundan daha fazlasını hakeden bir şey değil.

Aşkı; "bizim sevdamız yürektedir be gülüm, biiiz sevdiceğimizi koklamaya kıyamayız bırak öpmeyi! ah benim tazecik ibibiğim, tülperdem, peygamber böceğim" diyerek, cinsel arzularını "aşk" adındaki kamuflaj örtüsünün altına saklayan atalarımın tarif ettiği biçimde kabul edemiyorum. Bazen gereksiz yere uzun cümleler kurduğumu da biliyorum, yapacak bir şey yok sadece gece yarısından sonra kısa cümleler kurarım. Aşkla ilgili kurduğum cümle sayısı ise şimdiden vücuduma kurdeşen döktüren limite yaklaştı.

Aşağıda bir bakkal var (ilk paragrafta iclal aydın ağzı kullan, ikinci paragrafta cümleye aşağıda bi bakkal var diye başla, bi anda çorbadan, tatlıya geçmek gibi diğmi?) Bakkalda çalışan kumral delikanlı çocuk adı da burak, bu akşam beni kurufasulye torbasının önünde köşeye sıkıştırıp ilanı aşk yaptı. Ondan istediklerim sadece, su, 2 paket sanaya, bir paket makarna ve acılı tat ketçaptı. O ise bana kalbini teklif etti. Zaten beni ya bakkalcı, ya muzcu, ya tofaşcı yada almancılar seviyor. Oysa kendimi bir tiyatrocunun, bir reklamcının, bir metalcinin seveceği, aşık olacağı şekilde yontmamış mıydım? Bileylememiş miydim? Bütün keko sıfatlarımı sosyal sınıf atlamak adına ört bas etmemiş miydim? Neysen osun kızım neysen o! Kaliforniya'ya kaçınca holivıd yıldızı olacağını mı sandın?

İlk geçen hafta bir gariplik sezmiştim burak'ta. Ben yabancı bir şehire gidince temel fıkrası gibi olurum. Otobüslere nereden binildiğini, ankesörlü telefonun nasıl kullanıldığını, trafik ışıklarının ne anlama geldiğini, asansörlerin nasıl çalıştığını vs. herşeyi unuturum. Sanki şehir değiştirmiyorum da devir değiştiriyorum.
Eve giderken kola ve cips almak istedim ve bizimkinin markete daldım (hemende bizimki oldu bak) Kasada oturmuş posta gazetesi okuyordu, çok sürmeden radarı beni yakaladı. Önce küçücük markette kola buzdolabını aradım, bulunca karşısına geçip uzun uzun kapısının nereden açıldığını düşündüm, sonrada dolabın denk gelen bir yerine pençe attım. Soğutucu "tanımadıklarıma açmam" diyor ben "açılacaksın işte, ya benim olacaksın ya devrileceksin" diye buzdolabıyla güreş yapıyorum. Baktım bu gazeteyi bırakmış debeleniyor.
-ne gülüyosun ya, ben buranın yabancısıyım ondan açamıyorum, dedim.
Cevabım ağzımdan çıkıp ona doğru dalgalana dalgana giderken, uçarak yakalayıp ağzıma sokmayı istedim. Bazen gaflete düşüp zeki olduğuma inanırım, ama iddialı iddialarım hayatta pratiğe dökülünce hortumuyla resim çizen bir filden daha zeki olmadığımı görürüm.

Kolayı elde etmemde bana yardım etti, cipsi kendi bilek gücümle çalışarak kazandım, yere baka baka kasaya geldim. Demek buraya yeni geldin, kime geldin, neden geldin, ne güzelde geldin tanışması yaptık. Sonra bu yüz bulmuş olacakki ekmek almaya bile gitsem eriyen buzullardan, kuruyan tuz gölüne, alakasız bir sürü konudan başlangıç cümlesi kurdu. Hiç birşey bulamazsa "o gün ne cebelleştin dolapla ehehe" tarihine giriş yaptı. Ben kıllanırım böyle mevzulardan. Masum bir yakınlaşma bile bir kilometre öteden mevzime yaklaşınca panzehir üretirim, nedenini bilmiyorum. Dedelerimin DNA örneği olsada baksak, acaba ben bir moğol savaşçısının eğe kemiğimiyim?
Bakkalcı her fırsatta bana dahada dahada sokuldu. En son bu akşam eve gelirken çok terledim, susadım. Girip burak'ın bakkaldan su alıp içeyim birde ablamın istediği bir kaç şeyi alayım dedim. Görür görmez saniyede elinde su ile dibimde bitti.
-Ne kadar terlemişsin, elin yüzün sırılsıklam, canım ya koştun mu? ne yaptın? dur sileyim, kıyamammmm.
Birisi size kıyamammm diyorsa çekirdekte mağma kaynıyor, ilk çatlaktan fışkıracak demektir. Aramızda bihter'le, behlül'ün öpüşme mesafesi kadar ya vardı ya yoktu. Bu mesafede rtük devreye girmeliydi ama rtük sıradan vatandaşı iplemiyor ki!
Yakın mesafenin etkisiyle biriktirdiklerini döktüde döktü.
-O günden beri aklımdasın (soğutucu ile savaşı değilde matematik olimpiyatını kazansaydım aklına gelmezdim..erkekler şapşal sever) ekmekten ekmeğe görüşmeler yetmiyor, hayatında kimse olmasın diye dualar ediyorum, nereye baksam yüzünü görüyorum, adını sayıklıyorum..bunun gibi bir düzine mustafa yıldızdoğan cümlesi parçaladı.

Klik dedim kilitlendim. Eve koşup yorganın altına gireyim gelecek ay çıkayım diye düşündüm. Bu durumda bir erkeğe, gerçeklik içeren cümle kurarsan üzülür; yakışıklı değilsin ama sempatiksin, biz arkadaş kalalım, benim kalbim dolu, eve gitmem lazım, üstüme abanma be, tipim değilsin! Ne söylenebilir ki yalandan başka? ama yalanda söylemedim aklıma ne doğru nede yalan hiç birşey gelmedi. Bende en sevdiği cümlemi kurdum; Ben buraların yabancısıyım..

Perşembe, Ekim 15, 2009

Bir mesaj aldım canım ezme istedi

Dün gece bir mesaj aldım; yani alıyorum öyle mesajlar sık sık. İşte, aşk ilanlarıymış, sana ölüyorumlarmış, o pembe saçlarında yak beni kavurlarmış, kül etlermiş, koca ayağında yatsam uyusamlar.. ohoo arşiv yaptım onları, klasör klasör istifledim, tuzladım, salamuraladım.
+ uğrumda ölecekler şuraya
+ şiir gibi herifler buraya

+sapık pislikler aşağıya
+yakışıklı olanlar oraya +yaşlı amcalar saniye teyzeye

Öyle yani... Bilahare aşifte edeceğim seçtiklerimi, pardon aşimile edeceğim, oda mı değil? aşure edeceğim? meyşure? neyse ne!!
Mesajı okuyunca bir şimşek çaktı kafamda, işte lan iştee başardık!! sadece benim değil kahraman ırkımın hür kadınlarının başarısı! hey yavrum heyy hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım hah! (kulağıma istiklal marşı geldi, o derece coştum)

Bak şimdi gardını al, gözlerini kıs, burnunu kurtlar vadisi raconuyla fırtlat, oku mesajı:
"Abaza derler diye popüler bayanları listeme eklemedim. Onların yazılarına yorum yapmadım. Siminya başkaydı kimse bir hikaye kahramanı, kimliği belirsiz birine sulandığımı düşünmezdi. Tam yorum yapacağım siliyorum neden ? acaba gereksiz mi olur, simi hazır cevaplığı ile beni bozar mı? bir erkeğe hayalide olsa toplum önünde kadından laf yemek yakışır mı? Düşünebiliyor musun? güçlü kadınlar, özgüveni düşük erkeklerde sosyal medya fobisi yapıyorlar ama her yerde ezildiklerinden dem vuruyorlar. Erkeklerde eziliyor ama eziliyoruz demek onlara yakışmıyor"

Gördün mü ablam, aldın mı mesajı? açılımı şu: Sizin yukarınız bıyık aşağınız sakal kızım. Sizinle arkadaş dost olsak, yazdıklarınıza mesaj yazsak öteki erkekler tarafından, abaza, a.biti, yalaka, yavşak gibi damgalar yiyoruz. Hadi kimseyi umursamadık diyelim, yazdık yorumumuzu bu seferde siz yazdıklarımızdan başka anlamlar bulup bizi bozuyorsunuz ve hemcinslerimizin önünde küçük düşürüyorsunuz, eziyorsunuz çatır çatır ama bunu kabul etmek dalikanlı adama yakışmaz. Ne olacak bu durum? bu kıllar tüyler?

Harbiden varya biz kendimizi ezik-büzük edebiyatına kaptırmış gidiyorken bitmiş olabilir o "ezilen gadın" geyiğinin sezonu. Bugün piyasada nokia 3210 bile bitmişken.
Aman erikekler bizi eziyolar, ay erikekler çok sapıklar, vay hep bizi böle böle kullanıp kullanıp atıyolar musturluğu kabak tadı verdi (mustur: dudağını buruşturup ağlama tribi çekmek)
Her yerde hakimiyet kayıtsız şartsız çenemizin eline geçmiş, yazıyoruz, çiziyoruz, oradayız, buradayız, adanada'ki otobüs şoförlerinin yarısından fazlası kadınmış, hileri klintın bile kadın! Hatta şu fotoğraftakine de kadın diyorlar ama onu tıkladığın an konu sapar..
Hiç hiç hiç bir şeyden eksik kalmıyoruz, nazar değmesin. Ama ne ayaksa eziliyoruz, çiziliyoruz, çok bedbahtız mızıldamalarından asla feragat etmiyoruz en baştada ben, hep ben, tek ben.
tekfen holding.. inşaat, tarim, endüstri, finans, gayrimenkul, dis ticaret ve tekstil tekfen tekfen (reklam aldım buraya, lafı özellikle getirdim reklam için)

Tamamda ben neden gaipten istikal marşı duyacak kadar sevinmiştim unuttum! Erkeklerin ezildiğini öğrendiğime mi sevinmiştim? Kadınların ezilmediğini öğrendiğime mi? Ezildiğini ezilerek itiraf eden erkeğe mi? Ezilmenin ezilmişliğinde ezilen...

Perşembe, Ekim 08, 2009

Bal karşılığında kız alınır verilir

Sabah uyanır uyanmaz aklıma geliverdi de ben burada ne yapıyorum lan???? ne yapmaya geceleri kasa kasa kara üzüm yiyip, "oyunu deniz baykal'a vereceksin yoksa senden ahşap doğrama yeteneğimi kullanarak antik sehpa yaparım siminya" diyen bir enişteye katlanıyorum, neden??

Aylarca plan kurup kaytan bıyıklı, erol taş kılıklı babamın alkadrazından kaçıp gele gele eniştemin filmi "baldızların sessizliğine" gelmem amaç ve sonuç uyumsuzluğunu göstermez mi? Ha onca zebilliği, sifilliği bu filmde rol almak için çektiyseydim amenna ama değil ki! Benim oynayacağım film güneşi gördüm olacaktı, sette hata var yöntmenim!! (acaba öğretmenime örtmenim diyen nesil, yönetmenime yöntmenim mi diyor?)

Temmuz ayının başından beri kaç yere gittim haritada çizdimde ısparta ve ağrı'yada uğrasaydım posta gazetesinin hediyesi ilkokul atlası gibi bir hatun olacaktım.. atlas gibi hatun, bunu sevdim.
Bu kendine harita ve kadastro sıtajımda..
Pıtraklı, at pislikli, pireli, bitli çadırlarda mı yatmadım?
Aynı anda 5 kişinin osurup, 4 kişinin "hafkk puffııkkk nihoooaaaak" diye horladığı köy evlerinde mi uyumadım?
Turpun sanki bir ananasmışcasına güpür güpür tüketildiği; sokaklarında ilaç niyetine bir kadın bile olmayan buna rağmen tüm kahverengi elbiseli, kahverengi tesbihli erkeklerin kaldırımları mesken ettiği, neolitik çağın günümüze hediyesi şehirlerde mi sürtmedim?
Ya ya o çingeneler? kalaycı dedikleri çingenelere gidip "siz aslında hintlisiniz biliyor musunuz, atalarınız punjabice konuşuyormuş ama siz! şuna bak asimile" dedimde bana kalaylanacak kazanmışım gibi bakmadılar mı?
Anadolumun mapmasum(!) köylerinde arabayı durdurup alman birası, üstelik sadece stuttgarter hofbrau markası arayan başka bir asimile örneği dayımın karısı, bilinen adıyla yengem için "eşşek sidiğini alman birası diye satan bir yurdum girişimcisi bize denk gelir inş" diye dualar edip, adaklar adamadım mı?

Hepsini bir kenara bırak lütfen bırak! rica ediyorum bak kırılırım bırak! kaç köy deliğanlusuna hatta dul adamına gelin edilmeye yeltenildim sen biliyon mu ? ha biliyon mu? hissedebiliyor musun içimdeki satılık kız var isyanını? haberin var mı dayı beni evime gönder kampanyasından? toplumsal duyarsız seni! pislik!

O düğün denilen topluca birbirini süzme, elekten geçirme etkinliklerinde kaç çift gözün töhmeti altına girdim, kaç çift gözün göz zinasına ev sahipliği yaptım, kaç çift göz bana beşi bir yerde taktı bi anlatsam karşı ki dağlar yıkılır yıııkılır oy diley ley.
Katırcalı köyü diye bir köy vardı dayım oradan bal aldı. Neredeyse bir çerçeve balla beni takas ediyordu evet evet ediyordu.
Bizim sülalenin hepsinde var bu kızları, karıları, dulları, gelinleri kızarmış tavuğa bile feda etmek. Ama dayım, babam gibi "bir taşa iki kız" zihniyetinde bir humarcı değildir. Görmüş, geçirmiş (nasıl görmüş geçirmiş olunulur? yazarlar: arif verimli & müge anlı) almanya'da kültürlenmiş, kültürleşmiş küfür küfür, kütür kütür bi dayı.
Balcının değiş tokuş imasını beğenmedi, suratını astı, elini beline götürdü kenarda bekleşen bize son bir kez yaşlı gözlerle baktı ve adama hışımla dönerek dediki:
-4 çerçeve bal olursa belki!!!
hassstttt !!!!
Nereye kaçarsam kaçayım bu talihte benimle gelecek anlaşıldı. Varsa iki adet süt topağın illaki birinin koynuna gireceksin. Yanlış anlaşılmasın koyunlara sıcak bakıyorum (yine yanlış anlaşılmasın küçükbaş olan koyun değil,insanın koynu olan koyuna sıcak bakıyorum. ama hayvan olan koyunda sıcak bir hayvanımızdır) kim istemez sevdiğinin koynuna girmek, sıcacık, yumuşacık, bıcır bıcır, gıdı gıdı ofş pofş. Ama sevdiğinin olacak seveceksin, gireceksin zızt tokai.

Üzümden başlayıp bala, baldanda koyuna uzanan bir doğal yaşam yazısı oldu bu. Amacım "üzüm ye üzüm yersen bağcı kazanır, bağa çiçek eker, çiçekten bal olur bal ise kızların başlık parasına dönüşür ülke kalkınır, koyunlar meler " diye tırt bir slogan atmaktı.

Pazar, Ekim 04, 2009

İnsanın rus arkadaşı olmayacak

Bu aralar fazla miktarda dondan, göynekten bahsettiğimi biliyorum. Ama malesef konumuz yine iç çamaşırı ve iç çamaşırlarının rus arkadaş bulmadaki yeri ve ehemmiyeti.

Ablamın balkonunda oturmuş karşı balkonda; 15 yaşında olan ama 35 gösteren ayça'nın facebook için yeni fotolar çekme mücadelesini izliyordum. Arada kıza laf atıp;
-güzelim daha yaratıcı ol, mesela "balkondan aşağı düşüyorken sol yukarıya son bakış" pozu çek o şekilden feys'te yok, kısa sürede "bu onun son pozuydu" adıyla olay olursun bak.
Ayça bana kahkaha ile cevap verip şak şak şak şak kendini çekmeyi sürdürdü. Bu sırada balkonun demirine pat diye bişey düştü. Ayça'nın yeni bir poz denemesi olduğunu düşündüm, değilmiş. Yaklaştım ten renginde, dantelli, ipek bir iç çamaşırı, ıslak. Yukarı baktım kimseyi göremedim belkide bana daha daha yukarıdan ilahi bir mesaj geliyordur "iç çamaşırı alanında büyük bir işe imza atacaksın ondan sürekli seni fistanla fanilayla cebelleştiriyorum, gözünü açsana"mesajı. (aklıma papazın fıkrası geldi)

Biraz bekledim, kimse donunu sormaya gelmeyince "whose don is this" operasyonu kararı aldım. çamaşırı elime alıp sallaya sallaya bizim dairenin sırasındaki tüm evlere sormak amacıyla evden çıktım. Üst kattaki kadın elimde dantelli, baştan çıkartıcı ve tüm dikkatleri üzerine çekici bir nesneyle sırıttığımı görünce içerde salonun iç katmanlarında atletiyle dikilen eşine bir bakış fırlattı. Eşi de ona bana, ona bana, ona bana bir sürü bakışla tepki gösterdi. Korktum bu "bir bakış baktın kalbimi yaktın" çiftinden. Topu topu "bu don sizin mi" sorusuna gözleriyle "yoksa beni aldatıyormusun osman" senoryosu yazdılar. Oradan kaçtım.
Bir üst katın kapısını çaldım. Kapıyı 2 metre boyunda bir afet-il alayı vücud açtı. Sapsarı saçları, mavi gözleri, beyazın transparan tonlarında bir teni, miniminnacık gülümseyen dudağıyla bir kadın.
-buyrrrrunuz kimi arrrramiştiniz.
Rusların "R" harfini allah ne ka verdiyse o ka kullandıklarını ilk kez o an anladım. Eğer r harfini kullanırken böyle görüneceksem, ömür boyu r'den başka harf kullanmadan konuşurum.
-şi şeyy ee hık mık bu şey bizim balkona düştü de acaba..
-ahh o benim, benim çamaşşırrr rrüzgar savurrmuş aşağıya çok teşekür.
Donu sahibine verip gitmek merakımı gidermeyeceği için soru bulmaya çalıştım, otobüs ve hastane sıralarında önüne çıkana "memleket nere ve neren ağrıyor" sorusunu saniyesi saniyesine sorabilen bir neslin evladı olarak, zor olmadı.
-memleket nere?
-ben ukraynalıyım, ozan'la evlendik biz ama daha komşuları tanımıyor ben.
-dert etme bende bilmemek var komşuları hatta ozan'ı
-sende mi yeni gelmek
-hı hı ablam var burda, şu aralar aile bünyesinde zararlı bakteri olarak barınıyorum.

Böyle tanıştık işte Swedna ile. O kendisine seda diyor, ozan öyle istemiş. Bir kaç gün içinde de iki gurbetçi olarak bir sürü ortak noktamızı bulduk, fiziksel özellikler hariç.
Swedna o kadar güzel bir yaratık ki onunla arkadaş olmak her karayağız türk kızının harcı değil. Bir kere sokakta yürüken ben onun küçük, şirin orangutanı gibi görünüyorum. Elimden tutup bana muz alsa "uh uh uh uh uh" diye ses çıkararak koltuk altlarımı kaşımam beklenebilir. Eğer evrim gerçekse ben ilerde evrimleşip swedna olmak istiyorum, isityorum istiyorum istiyorum.
Erkekler, kadınlar, çocuklar ve kediler sadece ona bakıyor ve birbirlerine onu gösteriyorlar. Hello, welcome, du yu sipik türkiş diye el sallıyor, ilgisini çekmeye çalışıyorlar.

Hatunla takıla takıla 3 güne kalmadı, bende;
aşağılık, çirkinlik ve pejmurdelik kompleksi, gözümde çapak mı kaldı lan? kaşlarım orman gibi mi yoksa?, dişlerimi fırçaladım ki!, ben cüce falan değilim tamammııı!! gibi içgüdüsel haykırışlar cebelleş oldu.
Bende bunları damarlarımdan atabilmek için swedna'ya bazı şehir efsaneleriyle saldırdım.
-hah hah!! bi kere siz yaşlanınca ebeme benziyormuşsunuz, böyle memeleriniz asfaltı süpürüyormuş, derinizi tutup yukarı kaldırınca 3 ay eski yerine gelmiyormuş ne oldum deme kızıımm ne olacağını hepimiz biliyoruz!
-hayır siminya bunlar doğru değil; annem beni 35 yaşında doğurdu ve şu anda 6o yaşında ama gördüklerinde ablam olup olmadığını soruyorlar, üstelik anaannem ve büyükannemde yaşıyor ikiside çok bakımlı kadınlar, eğer türkiye'ye gelirlerse tanışmanı isterim. dedi.
Ne tanışcam lan ne tanışcam!! sen canıma yettin zaten birde ecdadınlamı imtihan olacağım, uzunnn!!
Belki boyu uzun aklı kısadır diye düşündüm. Biraz daha olsun ona; köy muhtarının görev ve yetkilerini, türkiye'nin en güvenilir seda sayan'ını, obama'nın babannesinin yaşadığı köyün adını falan sorarım. Bunları bilirse en son kozum olan nataşalık cephesinden saldırırım, çökertirim düşmanımı kıskançlığımın hakkıyla, evelallah.

fotonun kaynağı maynağı yok bizzat swedna dedim ben ona

Pazartesi, Eylül 28, 2009

Sevilay nasıl öldürüldü?

askeri-mülki-erkan
Başlığı boşver sevilay ölmedi fantaazilerde yaşıyor, taş gibi de yaşıyor. Sevilay kim asıl soru bu? kim bu sevilay nedir yani? Madem durup dururken kafadan sevilay kim diye sordun meraklı şey seni, anlatayım.

Bazı bazı bilirsin bi palazlanırız biz; pucca olsun, ben olayım, esther olsun, delininbiri'de olsun işte tüm hatun blogcular.
"Ay canım kadınlara bi rahat yüzü yok, blogda yazdırmıyorlar, rahatta azdırmıyorlar regl yazsak; orkid'in olayım anam diyorlar, bakireyim desek; müessesemizde tüm bakirelik çeşitleri bozulur, dikilir, onarılır yazıyorlar, sekiz desek dokuz diyorlar nedir bu çektiğimiz yeter yıaa" isyanı patlatıyoruz.
Haklı bir isyan bu, zayıf damarımızdan giriyorlar mevzuya, gıdıklanan yerimizi hedef alıyor, tüylerimizi tütsülüyorlar kardeşimm!!

Düşündüm daha biz sanal dünyanın şu kadarcık kahrını kaldıramıyorken acaba aysu kayacı, hadise, beren saat gibi kasesi, portakalları, marulu, maydonozu bilumum nebatatı meydanda, vücudundaki ben sayısı bile resmi kayıtlara geçmiş hatunlara ne laflar ediliyordur? Güzel vatanımın sınırlarında boylu boyunca uzanan karakollar, taburlar, birlikler, bölükler, bölünmeyikler sabah akşam bu hatunların fotoğraflarıyla gusül tazeliyor, ne hissediyorlardır bu gusül konusunda? Düşüncelerini merak ettim-- merakımı daha hayırlı işlerde kullansaydım şimdi nerede olurdum bunuda şu an merak ettim, merak aralarında başka şeyleri merak ediyorum-- Fışkılar bi blog yazmazlar ki okuyup anlasak hislerini.
İşim neyse artık aklıma bir fikir geldi. Fikirin iyisi kötüsü olmaz, kötü bir fikir ama sonuçta oda bir fikir, onunda canı var, oda gelmek istiyor.
Fikir şu: Seksi fotoğraflarını kullanarak sanal alemde arkadaş edinmek isteyen kızların hislerini anlarsam, o zaman hadise'yi yada aysu kayacı'yı anlarım. Kim aysu kayacı'nın blog yazmasını bekleyecek ki?

Dün av mevsiminin startını verdim.
Friendfeed sitesi; bataklıklarıyla, meşe ve kayın ağaçlarının sıklığıyla, yumurtlama mevsimi gelmiş türlü çeşit börtüsüyle, böceğiyle eşi bulunmaz bir avlanma sahası. Bir adres aldım adı sevilay. Fotoğraf olarakta rusların meşhur sitesi fishki'de 800 bin kez görüntülenen dolgun kalça, çıtır parça Jessica'nın fotolarını kullandım. Zehirli fotoğraflarını profilime yükleyip pusuya yattım. İlk dakikalarda pek ses seda çıkmadıysa da üye olmamdan yarım saat sonra düşman cephe kahraman birlikleriyle karşı atağa geçti. Sevilay derhal püskürtülmeli akabinde mümkünse o müthiş girintili çıkıntılı topraklar ele geçirilmeliydi!
FF milleti gözüpek, külyutmaz ve gergindir. Sevilay'a şüpheyle baktılar, bir yanları "fake bu" desede, aşağı yanları (bilinçaltı canım) "böyle fakeye can gurban, sus bi sen" dedi.

Ben sevilay'ı aptal bir kız olarak tanıtmayacaktım. Az beynimi zorlar hazır cevap biri yaparım, kitap, film özetleri anlatırım, haber sitelerinde dolanır linkleri paylaşırım "aaa bak savcı bilmemkim general bilmemkimle gizli gizli buluşmuş cık cık cık" diye yazarım, zeki gösterecek ne kadar done varsa hepsini kullanıp, gözlerine girerim diye planlamıştım. Ama önce vucutumla, bacaamla, jennifır lopez kalçalarımla gözlerine gireyim dediydim, iyi dememişim. On dakikada onlarca işkilli, küçümser ve her türlü gideri var bunun yorumuyla sevilay'ın ağzına sıçtılar. Bir saat sürmeden eleğini eleyip duvara zımbaladılar. Fotograf kaynağımı bile buldular, larda lar.

İstemiyorum ama empati yaparsam bende doğru birşey yapmadım zaten, onların yalnış yaptığını söylersem tam adil olmuş olmam. Daa olayın birde sosyolojik, fizyolojik, meteorolojik gerçekleri var efenim lütfen lütfen. Malum bu bir deneydi bilimsel bir deney, sonucunda bir fiyasko yaşasamda yinede istediğimi elde ettim.
1. Eğer güzel bir vücudun var ve onu teşhir ediyorsan arkandan konuşulanları duymamak için sağır olman iyi olur.
2.Kalçan güzelse sen güzelsin.
3. Zekanı görebilmeleri için çirkin olmalısın.
4. Erkekler seksi göründüğün için zekanı küçümseyebilir ama daha acı olanı kadınların küçümsemesi.
5.İnternette fotograflarını yayınlamadan önce iyi bir yer edinmen gerekiyor. Yayınlayanlarda ise derviş sabrı olmalı.
6.Hadise ve diğer kızlar asla sosyal medyada dolaşmasın.
7. Saygı iyi bişey.
8. Güzelliğiyle bir yere geldi deyimi tartışılmalı.

Cuma, Eylül 25, 2009

İzninizle memenize bakabilir miyim?

6ay önce kendimi yaprak dökümü ailesinin sevilmeyen ezik veledi leyla gibi hissediyordum. Bu günlerde ise eniştesine kaçan sonra da sokaklara düşen kızı necla kıvamına geldim. Sırada 3 çocuklu dul herife varan çok bilmiş fikret olmak var, şeytan kulağına kızgın demir, kaynar yağ, asit ve türevleri.

Enişteye kaçmak kısmını açıklamam lazım. Beni gördüğü her yerde "gene mi geldi bu karabatak" diye atağa geçen kendine komunist enişteye kaçmak için beyin gerdirme ameliyatı yaptırmış olmalıyım. Yada harbi harbi bir kuş türü olan karabatak olmalıyım ki onun o dazlak kafasına yuva yapayım (karabatak kuş muydu kablumbağa mı??) Kaçılacak bir enişte olsa mesela behlül benzeri bir enişte, tamam yaparız belki öyle bir terbiyesizlik ama değil işte adamla aynı havayı tenefüs bile edemiyoruz birbirimize iyi, kötü, çirkin bakışı atmaktan ortamdaki negatif elektronlar gözle görülür hale geliyor.

Ablamda ayrı bir reşat nuri güntekin romanı. Ne misafirliğim kaldı, ne bacılığım, ne sırdaşlığım, gözünü açtıktan zıbarıncaya kadar dırdır dırdır ( Enişteme olumlu bir dua etmem sözlükte " imkansız"la aynı anlama gelse de ablamın çenesine karşı sen bu adama sabır ver allahım (ama başka bir şey verme mümkünse verdiklerini de al)
abla hatun:
-Bir aydır ben özgürüm ayağına ne pisliklere battın kimbilir? kırk kere yıkanmadan benim güzel taç nevresimlerime değeyim deme, annemlere karşı seni savunmaktan öyle kıdem atladım ki savunma bakanlığından iş teklifi aldım gerizekalı siminya!!! gibi sap sup laflar etti.
Lan bu kız gazi üniversitesinin kampüsünde ertuğrul'la söz kesip, otlarda yuvarlanırken ben evdekilere onu öyle bir farklı yere gitmiş gibi anlatıyordum ki dinleyen günü birlik umreye gittiğini sanıyordu, böyle mi olacaktık abula haa böyle mi???
Dedim kendi kendime kendimden daha kendimlere; bu iki imitasyon karı kocaya günlerini göstereyim bir işe girip para kazanayım ondan sonra filmlerdeki gibi ilk maaşımı getirip tam suratlarının onikisine çarpayım şırank patank tapank diye.

Buraların meşhur bir iç çamaşırı mağazası varmış. Ankara'da hiç görmedim ama meşhurmuş, demekki ben çamaşır cahiliyim. ( sonra bi düşündüm iç çamaşırı cahili olmadığımı göstermek için gocunurk gocunurk gocundum zaten her konuda ezik, beceriksiz, zevksiz damgası yemişim şu sanal alemde, bari buradan bir takdir ve tebrik alayım "cahil değilmiş lan yazık kıyamam" desinler bana dedim; ne güzeldir missclaire giyerim giydiririm, ciddiyim)

Bir tezgahtar arıyorlarmış bu mağazaya. Müdür deneyim lazım dedi ben yetiştiriyorum onlar soluğu akmerkez'de alıyor, artık bu düzene hayır hayır hayır diye çığlık attı (atmadı ama ben olsam atardım, nankör tezgahtarlara ölüm diye pankart bile açardım) Israr, kıyamet, rica, minnet işe aldırdım kendimi. Patronun deneyimden kastı şuydu:
-dükkana bir kadın girdiya sen çat diye meme numarasını bilecek ve sütyenleri önüne yığacaksın.
-huhaha bu mu deneyim :) ne var ben bilirim kadınlar birbirini memesinden tanır, bana memeni söyle sana adını söyleyeyim.
Başladım işe ama bir halt anladığım yok. Heryer alabildiğine çamaşır, çamaşır, çamaşır, çamaşır. Bu mağaza bir tören alanı, bir panayır yeri, bir rus sirki. Donlar birbiri ardına kortej yürüyüşündeler, dantel çoraplar seyirci kontenjanında, sütyenler askeri, sivil erkan. Ünlülerin "hergün makyaj ve kuaförden bıkıyoruz, bu nedenle günlük hayatımızda bunları kullanmıyoruz" demesini hatırladım. Burada yıllarca çalışan bir insan bir daha iç çamaşırı giymez, giyemez, doyar böyle hırtlağına kadar. Çamaşırcı bir yakının varsa bir ara eteğinin ucunu kapı koluna tak ve dene bakiim altında bişey var mı yok mu.

İşe başladım direktif gereği içeri giren herkesin direk memelerine ve aşağı bölgelerine odaklanıyorum
-aaa karton piyer gibi kız bu, olmayan memesine benden bi 65.. bi dakka 65 numara sütyen var mı ki? ben direk 85 den girdim piyasaya.-one beee annem benim, sütaş'a ham madde sevkiyatı yapacak gibisin, bu eder 150 nümero.
-şu adam slip isteyecek gibi yürüyor, ama acaba erkeklerin slipleri neye göre, nerelerine göre ölçülüyor? şak diye bilsem ayıp olur mu??? sonra demesin kıza bak slip numarasında nasıl uzmanlaşmış, vay kaltak!


İç çamaşırı satmak demek bütün gün gelenin geçenin cinsel bölgelerine bakmak demek, bunu bildim bunu yazdım aha.
Tamam öteki tezgahtar kız içeri girenin kulağından fanila numarasını, ense traşından don lastiğini bile şakkadanak biliyor ama o 10 yıldır bu alemin insanı, bense çömez doncuyum olacak o kadar göz tacizi, el yordamı.
Fakat lakin, patron; çamaşır kuytularından, çorap yamaçlarından beni dikizledi ve gitmeyişatımı hiç beğenmedi. Sadece 3 gün sonra, iç çamaşırı dünyasından akmerkez'e terfi etme hayali bile kuramadan dehlendim. İyi oldu ama, üzülmedim, çünkü burada çok değil 3 ay çalışsaydım ne kadar direnirsem direneyim hemcinsi sapık olmam içten bile değildi.

Cumartesi, Eylül 19, 2009

Onlar ve bizler

Bizimkilerin bize özgüven veremedikleri dönemde (ne varsa bu küçüklükte verilemeyen şeylerde var, verilmeyince bizim gibi orta saha çocukları peydah oluyor işte, siz siz olun ne verecekseniz küçükten verin küçükten) insanları onlar ve bizler diye ayırırdım. Onlar zengin ve mutlu insanların adıydı "bizler" ise; kiremitleri dahi yıkık evlerin viranlarından satın alınmış, akan ve kokan evlerin insanları.

Hiç sebepsiz onlara karşı nefret beslerdim. Tek suçları belki bir sürü renkli kokulu silgilerinin olması, tüp yapıştırıcıları tam bitmeden okulun çöpüne atmalarıydı. Belki okul çantalarının ve defter kaplarının üzerinde en sevdiğim çizgi film insanlarının figürlerinin olmasıydı. Yemek saatlerinde biz salça yerken onların salam yemesiydi. Çantam abimden kalan, altı kocaman yamanmış haki yeşil bir çantaydı, seyahat çantasına benziyordu. Çantamla dalga geçtikleri içinde nefret etmiş olabilirim, hatırlamıyorum işte çocuklukta kaldı.

Onlar bizim mahalleye sadece "çocuk bakıcısı, hasta bakıcısı, ev temizlikçisi, ölü yıkayıcısı" gibi aramalar için gelirlerdi. Olaki gelip son model arabalarını park ettiler anında tekerinin havasını alırdık, hergün bize havamızı aldıran arabadan ancak böyle hırsımızı alırdık.
Bazen onların okullarının civarına yolum düşerdi. Dikkat ederdim o yöne doğru hiç bakmıyorum. Eğer bakarsam o mutlu ve hiç derdi olmayan (!) zengin veletlerin durup dururken günahını da alacaktım.
Onlar benim olmayan herşeye sahiptiler bunun nedenini bir türlü anlayamazdım. Beni aşağı gördüklerini düşünürdüm, benim hakkımı yediklerini, bana acıyarak baktıklarını. Birgün onlardan birilerini sevdik, onlarda bizden birilerini sonra onlarla halay çektik parmaklarımızı tuttu onlardan birileri, demekki tutmaktan tiksinmiyorlardı. Bütün önyargılarım ve özgüven sorunum böyle böyle ufalıp gitti.

Ta ki...

İstanbul'a halatını almadan himalaya'lara tırmanmaya çalışan bir dağcı gibi geldim. Aylar önceden hayalini kurduğum halde ne yapacağımı, nerde kalacağımı hiç hesaplamamıştım. Kafası dumanlı bir himalayaydım. Elbette ki bu bir "iç turizm" değildi, otogara yüzümde kocaman bir tebessümle inmedim.
Amaçlarım vardı, ne olduklarına dair hiç birşey bilmediğim ulvi amaçlarım. Ne kimselere sığınmaya ne de asalak olmaya niyetim yoktu. İnsan hayalperest olunca yarınını hayal ederken öylesi canlı renkler kullanıyorki, hayallerde siyah ve gri tonlara yer yok. Oysa madalyonun ön yüzü şapa oturmakmış.
Hayallerim, pırıltılı renkler kullanarak beni kekledi! Böyle parazit gibi oraya buraya tutunarak yaşamak yoktu vaadleri arasında! Eğer illa bir parazit olacaksam bit olmak istiyorum, hiç değilse kendi saçlarım arasında kayıplara karışıp giderim.

Annem recep ivedik'in "buğdaylar baş vermeden kör buzağa topallamazmış" lafı gibi buzağılı bir deyim söyler; "yularından boşanmış buzağa" misali acıkınca annemin memesini emmem gerektiğini bile düşünmeden, hiç hesap yapmadan, bodoslama daldım "burası istanbul'a". Sonrada orada tıkandım kaldım.( böyle yavaştan kıyın kıyın ajitasyona kayan yazılar yazdığımda yine bir yerlere kaçasım geliyor, her zaman trajikomik yazılardan yanayım çünkü hayat zaten bok gibi birde acındırıkçı, melankolik, ağlak yazılar yazıp boku iyice cıvıklaştırmanın anlamı yok da hep yapıyoz işte ) Bu hal beni yine o eski takıntıma götürdü. Onlar ve bizler, onlar ve bizler, onlar ve bizler,varmış, yokmuş, varmış, yokmuş. Ben neden bu haldeyken onlar orada öyleler? Neden? Ama nedennnn??
Bir gün sırf onlardan durup dururken nefret etmek için bebek'e gittim. Kendimi kill bill filmindeki deri tulumlu suikastçiler gibi hissediyordum. Oysa üzerimde dolama bir nepal etek, pislick tişört ve bez çanta vardı, hipilere benziyordum bir tek marihuana resimli aksesuarlarım eksikti. Benden olsa olsa nepal sokaklarında yaşayan keş (iş) olur.

Sol tarafımda deniz ve şu meşhur barlardan bir dolusu. Sağ yanımda yalı mı diyorlar, köşk mü, başka bişey mi bilmiyorum acayip süslü püslü evler sıra sıra. Bir kaplan gibi pusup kesmeye başladım masum insanları. Bilseler dışarıda yumruklarını sıkmış kendi kendine gelin güvey olup duran bir kızın dolaştığını.
Evlerin çoğu perdesiz içerisi şam şam şakıyor. Bizim evlerimizde kalın kalın güneşlikler örtülü olur çünkü o evde pek değerlimiz namus kavramımız gezinir. Birilerinin biryerlerimizi görmesi endişesini taşırız, gözüyle bizi yiyecek insanlardan korkarız, kendimize bayılırız!
İçerilerde beni tüm ailemle birlikte satın alacak büyüklükte ve çoklukta tablolar, pırıl pırıl yanan lambalar vardı. Balkonlarda yemek yiyip sohbet edenler mutlu muydu ne? Daha başka ayrıntıları görmek için bir ağaca tırmanmam gerekirdi ama görgüsüzlüğümü etrafta yürüyüş yapanlardan saklamam icab ediyordu. Önümden sarı bir ferrari geçti yine durup dururken ferrariye orta parmak çıkardım. İçinde giden ben olsaydım sorun olmazdı heralde, insanoğlu çiğ süt emmiş.
Bu saçma nefret seromonisinden o işlemeli saraylardan birinde kendi halinde sessizce oturan yaşlı bir amcayı görünce sıyrıldım, kendimi ve yaptığım şeyi sevmedim. Belkide bende onlardan biriyim, şu anda herhangi bir tarlada pamuk toplayan işçi kızda kendisine "bizler" bana "onlar" diyordur kimbilir.
foto

HALALUYA: lafı uzattım köpekler hani kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırınca ne der? "hıyimi hıyımi muyiii" işte tamda öyle diyerek ablama sığındım, bu yerinde kaçış tatbikatıda sona ermiş oldu artık bir dahakine, kısmet

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...