Perşembe, Aralık 08, 2011

Benim dedem var ya benim dedem...


Büyük bir adam değilmiş. Küçük bir adam da değilmiş. Bir adammış. Orta anadolu'nun, nüfusunu olduğu gibi almanya'ya taşıyan çorak bir köyünde yaşayıp dururken bir gece turşu yeyip ölmüş. İşte o gün köyde turşu kurmak, bulundurmak, yardım ve yataklık yasaklanmış. Köy deresine dökülen turşuların yaydığı sarımsak kokusu yüzünden civar köyler de göç vermeye başlamış. Efsaneye göre almanya'ya en çok işçi gönderen bölgenin orta anadolu olmasının sebebi buymuş.
  Köylü; gebesiyle, bebesiyle senelerce turşuya aşermiş de yiyecek bir dal turşu bulamamışlar, zaten bulsalar da cesaret bulamazlarmış. Te ki köy imamının cemaate allahın adını vererek patlıcan turşusu ikram etmesine kadar sürmüş bu dehşetli turşu hasreti.

Dedemin cenazesi, ne kadar ironik ki köy evinin giriş bölümü olan "hayat" da açılan bir çukurda günlerce, yıkanmadan bekletilmiş. Adamcağızı gerçekten turşu mu öldürdü? diye araştırmak için değil elbette. Nerde o devirde ölüm nedeni araştırmak. En son ne yaparken öldüysen neden odur işte. Namaz kılarken ölenlere hep türbe yapılmış, içki içerken ölenler oh belasını bulmuş, otururken ölenler oturmaktan, uyurken ölenler çok uyumaktan öldü sayılmış.  Dedemi bekletme sebepleri köyde bir gıdım su olmadığındanmış. Zaten bu köyde ölü yıkamak ve içmek dışında su pek kullanılan bir sıvı değilmiş. Babam banyo yapmaya 15 yaşında başladığını ama bu yeni tanıştığı ıslak eylemden hiç hoşlanmadığını anlatır. Hatta işi geyiğe vurup, banyo lafı her açılışında "yemin olsun ebenin yuduğu ile duruyom" diye ekler. Haksız da sayılmaz. En az bir yıl önce yıkanmış birinin bile böyle kokmasına imkan yok. Ayak parmakları arasına tanımsız cisimler koloniler kurmaya devam ediyor.

 Dedemi yıkamak için, ölüsünü bir atın sırtına bağlayıp su olan bazı uzaklıklara götürmüşler. Yıkadıktan sonra geri getirmeye üşenmiş, oradaki aklı evvelin birinden bir karış toprak satın alıp yıkadıkları çeşmenin yamacına gömmüşler. Bir kaç yıl önce mezarını ziyarete gittiğimizde hem duygulandık hem de güldük. Mezar başında gülüşen ilk insanlar olmuş olabiliriz. Duygu karmaşası yaşamakta haklıydık. Dedem bir adamın buğday tarlasının ortasında türbe gibi dikiliyordu. Ama kimse ona turşudede dememişti. Etrafta hiç çaput olmamasından bunu anladık. Tarla sahibi mezarın etrafını dolanarak sürmenin, ekmenin ve biçmenin çok zor olduğunu, bunu buradan alıp köyümüze götürmemiz gerektiğini söyledi. Ne yazık ki dedemin o kadar hayırlı evlatları ve torunları yok. İki fatiha okuyup, tarla sahibine yatan adamın mübarek bir zat olduğunu, tarlasının bet bereketini belki de ona borçlu olduğunu söyleyip cızladık.

Dedesizlik öğütsüzlüğünde kalmış bedbaht bir torun olmayı o kadar abartılı yaşadım ki babası ve annesi olmayan bir insanın neler hissedebileceğini anlayabiliyorum.  Her torun öbüründe baston olan buruşmuş diğer ele yapışıp, ellerin sahibine sorular sormayı, karşılığında masallar dinlemeyi ister. Dedeler masaldır ve masallar torun ister. Belki yaşasaydı bana beş canavarı sırtlayıp yardan aşağı atan köse hasan'ın sırrını, bir zamanlar yan yana akarken ayrı düşen kızılırmak ile yeşilırmağın aşkını, dağlarda oturan şişman peri kızları rahatça osuramazsa dağların patladığı masalının gerçek olup olmadığını falan anlatırdı. Dedemi bana bunları anlatmasına izin vermeden alıp götürdükleri için turşulara kızdığım oluyor. Hele acur turşusunu hiç gözüm tutmaz. 

 Öteki dedem, yani annemin babası da ben 5 yaşındayken öldü. Artık çok mu etkisinde kalmışım yada 5 yaş hatırlamak için yeterli bir yaş mı bilmem, her anımı hatırlıyorum. Fakat biraz kötü olarak.  Elbette onun da diğer tüm dedeler gibi bastonu vardı ama bastonunu etrafında ki canlıları kovalamak için kullanırdı. Horozundan, tavuğuna, torunundan, sineğine her şeyi. Kovalarken de aralıksız küfür ederdi şapşi. Yada söylediği tüm kelimeler o korkuyla küfür gibi gelirdi.
 Dedem at arabasına doldurduğu bostan sebzelerinin arasına bizi sıkıştırır ıhlara vadisine, avanosa, peri bacalarına falan götürürdü. Yolda giderken sebzeleri tarla farelerine attığımız için köpürür koyverirdi ayarsız ağzını. O mistik ortamlar kocaman kocaman itoğluitler, gancığındölleri, gavatınuşakları küfürleri ile kalmış hatıralarımda. İyi ki turist rehberi olmamışım.  Hatta peri bacalarını hiç hatırlamıyorum, tek hatırladığım uçsuz bucaksız pezevenk vadisi ve goduumun bacaları. Dedemin öfkesinin sebebini anlamam yıllar aldı. Çünkü uzun siyah saçlı dünyalar güzeli karısı 10 dan fazla çocuğu öylece bırakıp ölmüştü. At arabası altında kalmış. Demek ki dedemde at arabalarına kızgındı. Haklıydı. Ben dedem olsaydım daha çok söverdim.

Salı, Kasım 22, 2011

hışhışı hançer





      Ayazına kurban olduğum Ankara, yaktı gene ciğerlerimi.  Kasım ayını akciğer enfeksiyonuyla kapattım. Ne kadersiz ciğerlerim varmış anam babam. Sigara içmeden böyleysem içsem 17 sinde boğulur gidermişim ihtimal. Sesim o kadar kalınlaştı ki her açışımda "siminya yok mu emmi" dedikleri için telefonumu daimi meşgule aldım.  Bu sesle sahnelere çıkamadığımdan, incelikli  “sağlığına kavuşman en  önemlisi” yalanlarıyla  işimden de kovuldum. Al gene işsiz kaldım erol abi. Tam olarak işe benzemiyorsa bile en azından cebimde bozuk param şıngırdıyordu. Artık geçen yıldan kalan nemli çekirdek tanelerinden,  buruşuk market fişlerinden ve nereden türediği bir bilinmez olan cep dibi kumundan başka bir şey çıkmayacak.

Malum bizim evde boşta duran yada aynısından iki tane olan her şey elden çıkarılır. Kaç yıldır balkonda duran kömür sobalarından birini, döş kılları düğme deliklerinden seçilen iri yarı bir adam sırtlayıp götürdüğü gün sıra bana gelmişti ama işim olduğu için sıram aynından iki tane olan ütü masasına geçti.  Ne iş olsa yaparım telaşım işte evimizdeki bu pazarlama anlayışı yüzünden. İş bahanesiyle  kolayca görünmez oluyor,  dünya yüzeyinde ki varlığımı minimuma indiriyorum. Ortalarda görünmeyince aslında hiç var olmadığımı sanıyorlar. Bi saniye dur dur iri yarı bir adam tarafından sırtlanıp götürülmek o kadar da kötü değil ki lan ne diyorum ben! Paslı soba kadar  bile seksapelim yok mu da benim bi sırtlayanım yok?! Nedir yani nedendir bunlar? Alıp şurdan şuraya sırtlayamaz mı şimdi kimseler beni? O kadar mı sırtlanamaz gözüküyorum ordan! Vayy demek öyle. Vayy demek böyle. Vayy demek şöyle. Bundan sonra isteseler de çıkmam zaten, istemez istemez.  Allah kimseye kömür sobasını kıskanacak kadar büyük dert vermesin.

Tabii üstüme bir melankoli hali getirdi bu gibi mühüm meseleler.  Tee ebemizden kalan, hacı dede yeşili, üzerinde sittin senedir mekke’ye varmaya çalışan bir deve kervanının olduğu , günahım kadar sevmediğim bi battaniyemiz var.  Onu alıp sık sık evin arkasında hep çıktığım, aslında orda olmayan o tepeye çıkıyorum.   Lan ellerin battaniyelerine bakıyorum pötikareli, ekoseli,  hello kitili, elinde kahve kupası tutan duygusal kızıyla birlikte hazır gelmiş romantik nesneler.  Bizim meret  yıkanmaktan  karpuz kamyonu tentesine dönmüş. Çok değil üç yıkama sonra üstünde ki develer “zikiyim böyle desenin esaretini dee, kervanına daa, otantizmine dee” diye dillenecekler. Ama hala "al, battaniye!!”  İşte bizim böyle eskisi yırtılıp, zerrelere ayrılmadan yeni bir şey almama huyumuz var. Eskimesin diye yenileri poşetinden hiç çıkarmadığımızı da düşünürsek,  vay yavrum vay.

  İçki ve sigara içmediğim için "soğuk tepedeki çilekeş insan" görüntüme derbeder efekti verecek nesnelere ihtiyacım oluyor. Sigara yerine çubuk kraker falan yiyorum. Uzaktan anlaşılmıyor. Üstüne de gazete kağıdına sarıp getirdiğim (gazete kağıdı sarılı şeydeki o bitirim görüntüye bitirim) nar ekşisinden içiyorum.  Normalde nar ekşisini fazla kullanmam,  çok içince kafa yapıyor.  Sadece dilime damlatıyorum.  Maksat kafaya bir şey dikme enstantanesi oluşsun.  Dilimde de hep aşk şarkıları. Nicedir kendimi birine aşık gibi hissediyorum. En çok da bu yönüme hastayım. Hep böyle çok aşık, ölümüne sevdalı,  ya benimsin ya toprağın havalarında yaşıyorum ya gebermeyeyim imi.  Görenler benim aşk klibi çekiyormuş gibi kafamın köşelerini oyana buyana yaslayıp mıhı mıhılamamdan etkileniyor büyük bir aşkın pençesinde olduğumu düşünüyorlar. Bence de müthiş oynuyorum.  Geçen hafta Gülten abla “bende ferdi özbeğen kasetleri var, dinlersen veriyim” dedi.    Dinlerim deseydim oradan yakalayacak, taksici fikri ile yaşadığı aşkı bininci kez yeni bir şey anlatıyormuş gibi anlatacaktı. Kaseti nereme takıp çalıştıracağım kısmını tartışmadım bile. Fikri'den beri fikri değişmemiş. O da haklı; aşkın en büyük yan etkisi zamanı durdurması, ne zaman aşık olduysan o zamanda kalıyorsun.  Bence bende aşk acısı ile yanıyorum, aşk değilse bu içimde yanan ne? Turşuda yemiyorum ne zamandır.  Ama henüz bana bunları çektiren, aşık olduğum vicdansızla tanışmadım. Elbet bir gün tanışacağız. Şimdiden, şu geniş zamanlarda  ferah ferah aşk acımı çekeyim ki sonra önüme hazır gelsin.
Annem de geçen ablama “sağa da mı anlatmadı? bu gızın ağzından laf alana aşk olsun anam git git git” diyordu.  Kesin benden bahsediyorlardı. Ödleri kopuyor  bir gün evden gidip karnı burnumda döneceğim diye.  Lan ona korkacağınıza baba parası yememe gururum ve inadım yüzünden minibüscülerin gözdesi , pavyonların kraliçesi olmamdan korkun gebeşler.

Hımm derbederleşme zamanım 3 saat yaklaşmış. Saat 10 gibi başlıyor mesaim sabah 4 e kadar vur çatlasın, çal ağlasın. Evde bir damla nar ekşisi de kalmamış. Neyse bu akşamda ketçapla kafa buluruz. Efkar fonu olarak da kaç gündür şunu kullanıyorum.

Perşembe, Kasım 17, 2011

Çıplak erkek görmüşlüğümüz var, var olmasına da..

Dün gece popçu doğuş'u çırılçıplak halde saksıya hallenirken görünce uykum kaçtı. Sabaha kadar yatağın içinde dört dönüp çiçeğin arkasında kalan pikselleri tahmin etmeye çalıştım. Ah keşke matematiğim iyi olaydı, o zaman saksının çapını alıp doğuş'un dalga boyunu bulabilirdim. Matematik her zaman lazım bişey. 8 yaşında tüm Dünya başkentlerini ezberlemenin, istiklal marşını aşırı hisli okuyarak büyükleri göz yaşlarına boğmanın ilerde işime yaramayacağını bilmem gerekirdi. Yok yaaa doğuş'a karşı fiziksel bir şeyler hissettiğim yok. Şakşuka tarık olsa neyse ama doğuş cıks. Sadece merak hepimizinkisi gibi

http://dogussaksing.tumblr.com/
Doğuş çıplak gördüğüm ikinci erkek, ilk'i ergün'dü. Tabiki kuyruklu yalan, doğuş çıplak gördüğüm ikinci erkek değil, üçüncü. Bu devirde böyle düzenbaz da az bulunur, doğru rakamı veriyorum onuncu. Peynircilerin büllük ali tam çıplak değildi onu saymasak da olur. O peygamber sünnetli olduğu için kutsal donunu salavatla indiren oğlanın adı neydi? Ötekinin? Berikinin? Şonun? Şunun? Peki tamam saymıyorum çok görmüşüm kahretmesin! Ama hepisini ellemiş değilim ha! Bu rakamın içinde; piknikte ağacın arkasından soykasını sallayan adamdan tut, kadınlar hamamının penceresinden belime kadar sarkıp baktığım erkekler hamamının soyunma kabinlerindeki takımlara kadar geniiiş bir skala var. Lütfen.

 Ergün'e döneyim. Ortada öyle erotik bir durum yok 5-6 yaşında falandık canım. O zamanlar kızların da erkeklerinde şeyine ortak olarak pipi deniyordu. En çok kikirdediğimiz oyundu, birbirimize pipilerimizi gösterip sağa sola kaçışmak. Garip ki daha anamızdan doğalı çok az bir zaman olmuşken bile, önümüzde ki şeylerin; yasaklı, ayıplı, kuytularda ellettirilecek, ama çok ellettirilmeyecek, güldürükçü uzuvlar olduğunu anlamıştık.
Daha "anne bittiiiiiiiii" demeyi bırakmamıştık, kaşıktaki yemeğin tamamını dökmeden ağzımıza götürmeyi beceremiyorduk ama pipilerin birbirine değdirilmesi gerektiğini biliyorduk.
  Günün; büyüklerin "çıkın dışarıda oynayın ev süpüreceğiz" saatleri aynı zamanda bizim kömürlükte, küllükte, derelerde toplaşıp önümüzü açma saatimizdi. Bu işe gösterdiğimiz özeni, dakikliği hayatımız boyunca hiç bir şeye göstermedik. Nasıl bir tiryakilikmiş, seks bağımlılığıymış belli değil. Sonra efendim cinsel açlık  falan fıstık. E güccükten bir kere tadı alınmış, ister istemez istiyor bünye
Ha şimdi tam bu satırlarda  "el kadar çocuklar grup seks yapmış aileler uyumuş pes yane" suçlamasına falan girme kardeş. Sende bende iyi biliriz ki özellikle yasak bir şeyi harbiden yapmak istersek bunu engelleyebilecek tek şey ölümdür. Kafaya koyduk muydu yıldırımlı bin tane ali gelse tanımak.

Aha da bir şeyin yeri geldi, dur yazayım. Gençler bir olay çıkardığında çok nasihatçi bir kodamanın "sorumlular hakkında inceleme başlatıldı" dan sonra mutlaka söyleyeceği ikinci akademik cümlesi "aileler çocuklarınıza sahip çıkın" oluyor ya? Hah ben ona fena taktım. Hiç zaman kaybetmeden garip anaya babaya "yetiştirdiğiniz çocuğa bakın hele" çıkışması sıcağı sıcağına oracıkta yapılıyor. Ondan sonra çocuklarının akibetinden kendilerini suçlasın dursun cancağızlar.
 Mesela nasıl çıkacaklar mesela? Anam "bu kız banyoda molotof mulotof yapar aman diyim" deyi gece gündüz tuvalette bana eşlik mi edecek? Elimden tutup üniversiteye götürecek, çıkana kadar kapıda oturup çetik mi örecek? Her gece ayağında sallayarak uyutursa sahip çıkmış olur mu? Ulan aha anlatıyorum daha avuç kadar bebeyken arkalarını döndükleri anda ne filmler çeviriyorduk ki deve gibi olduğumuzda mı ters köşeye yatıramayacağız? Bırak yeaa! bırak bu ben çocuklarıma sahip çıktım ondan yetkilinizim artizliğini. Gün olur devran döner yetkiliii, senin çocuğunda bir gün nagazakiye atom bombası atacak yetkiliii! Atmaz atmaz deme atar mı atar.

Ergün'ü 6 yaşından sonra bir daha çıplak görmedim şükür ki. O beni görmüş olabilir. Şükür diyorum çünkü sapına kadar sarışındı ama bir kıvanç tatlıtuğ değildi. Ergün'den bahsedeceğim bir ara. Dinlersen seversin bak çok acayip maceralarımız oldu onunla.

Erkeklerin vücut yapılarının neye benzediğini tıpkı onların bizim şeklimizi hayal etmekten bitip tükendiği gibi merak ediyordum. Kadınlar hamamına bile yolu şaşırıp erkekler hamamına dalarım diye gittiğim oluyordu. İnternet de görünürlerde yok. Televizyon da ki en çıplak sahne; cüneyt arkın'la bir kadının beyaz çarşafın ucundan, naylon çiçeğin arkasından, vazonun kenarından, anahtar deliğinden gıdım gıdım gösterilen tepişen bir çift kokuk ayağından ibaret. Toplumun homofobisi yüzünden gazete sayfaları her gün "erkeğimi memnun ederim" mankenlerine ayrıldı da ilaç niyetine biz kızlar için bir erkek fotografı koymadılar. Kala kala bize abi zulasından aydemir akbaş vidyolarını izlemek kaldı. Erkek vücudunun kıvrımlarını aydemir akbaş vücudundan öğrenmek bize reva mıydı sorarım? Kafamızda ki erkek objesi çırpı bacaklı, yılmaz morgül adonisli çirkin bir pigmeydi. Kömürlüğe oğlan atmayıp da ne yapacaktık afedersin?!!! İnsanı zorla günaha sokar bunlar.

O kadar kaynaksızlığa rağmen bir yerlerde "haaa aslında böylemiymişş" diyebileceğim bir vücut göreceğimi zannediyordum ama çok yanılmışım. Gecekondumuzun alt katını kiraya verdiğimiz günlerde çıkagelen hademe kadir abi, aydemir akbaş imajının üstüne yeni ve dahada zedeleyici eklemeler yaptı.  Umutlar yavaş yavaş tükeniyordu. Elin heriflerini hep mi çıplak gördün a canına yanayım? demeden önce açıklamama izin ver. Gece olmuştu ve annem kayıptı. Bu konu mühüm. İnsanın annesi kaybolmuş sen neyin peşindesin! Annemi sormak için kiracımızın evine gittim tam kapıyı çalacakken açık perdelerden içerde dolanan çıplak, yassı, beyaz bir kütle gördüm. Sanırım ani bir sevişme yaşamışlardı ( hani memurlar sevişmiyordu hani? hemi de anisinden ) ve perdelerden haberleri yoktu. Olay bu yani. Ha bak burada yazmışım zaten.

Neyse ki kıtlık günleri çok gerilerde kaldı. Artık istediğim zaman istediğim çap ve ebatlarda vücut görebiliyorum. Bir elli yıl yetecek kadar adonis stoğumu da yaptım bir kenara koydum. Bir bolluk bir bereket. Resmen gökten Dünya'ya çıplak yağıyor. Kimin duası kabul orduysa artık. Buna rağmen doğuş'un saksı kombini üzerinde sabahlara dek düşünmemin altında yatan nedeni bilemedim. Seksi de gelmedi halbuki. En fazla babadan oğula nesil gibi geldi.

+18 


 saygımdan ağzımı bozmuyorum, doğru örnek olmaya çalışıyorum deyip ana avrat yuvarladığı video, tikat

Pazartesi, Ekim 17, 2011

"Görüşürüz"


Ankara layığını buldu yine karagözlüm, buz gibi bakıyor pencereler çatlamaları yakındır. Çatılar isli çirkinliklerinin üstüne bir yıllık katran daha çalacaklar. Tamam söz verdiğim gibi yine ne kadar çok üşüdüğümü anlatmayacağım, aşk olsun seni mi kıracağım. Sadece biraz ellerimden bahsedeceğim. Gelirsen eğer onları ilk senin ısıtmana izin vereceğim. Ayaklarımı bana bırak ben hallederim. Bak dokunursan gücenirim. Soğuk ayaklı bir kadını kimse sevmez. Hem soğuk, hem kocaman ayaklı bir kadını daha bir hiç kimse sevmez. Hem soğuk, hem kocaman, hemde ne ayak bir kadının durumunu tahmin bile edemiyorum. Kadın olmanın zorlukları say say bitmez, namı diğer tunalı hilmim.

En son görüşürüz mucks diye kapatmıştın telefonu ayaş kaplıcam. O gün bugündür ne görüşen var ne öpüşen. Sana da kabak gibi görünüyor olmalı "görüşürüz" kelimesinde saklı baştan savmalar. O kadar tepesi iki noktalı harfin bir araya gelmesinden hayır gelmezdi zaten. Olmuyor değil mi o işler; noktalı u, çizmeli g, şapkalı a larla? Olsa aşk'ın a sı şapkalı olurdu kuzum. Ne kadar süslüyse o kadar güzel değil, manzara koydum.  Hiç bir ilişki canııııııııııııııımmm da ki ı lar kadar uzun, m ler kadar dudak dudağa değil. Alfabeyi baştan saydırma şimdi bana. Belli yürümüyor işte kara tren;  romantizmde ağır, sözde ucuz edebiyatla. Sana bir şey dediğim yok gevrek simidim, gidişat böyle. Durum bu iken bu.

Lafı dönüp dolaştırıp illede çaya getiresim var beypazarı kurum. Oradan ateşi tavana vuran sobaya da bi uğramalı. Kuzinesine patates atmadan şurdan şuraya gitmem. Ama iş kenarına kıvrılıp uyumaya gelince orada iki dakika duracaksın? Ne kadar ısıtırsa ısıtsın sobayı sana tercih edecek değilim. Ayıp ederim. Tam burada edebiyattan bir parça alıp üstüne "yanma korkumdan değil ha" yı ekledikten sonra "sobada yanmak senin ateşinde yanmanın yanında nedir ki?" deyip zirvede bırakmak vardı ama... Konuşmuyor soba benimle ayva kokulum. Çay içmiyor bir yudum "çayda çay olmuş ha tavşan kanı mübarek" diye diye. Mırıldandığı şarkıya lafım yok. Gümbür gümbür öttürüyor şerefsiz. Ama teneke işte. Hem teneke hem şerefsiz. Senin savsak bir "görüşürüz" lafın etmez. Ne kadar başından savarsan sav, bana bir defa daha "görüşürüz" demeni şu homurtulu tenekenin yaptığı çaya, çıkardığı sıcak mırıltılara değişmem harikalar diyarım.

Adın üç kere geçti saçma sapan bir filmde/ yalnız olsam çok ağlardım ama annem bakıyordu/ otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime/ anne dedim, hadi çay koy da içelim

Daha daha nasılsın diye soracak olursan şayet pek sormayanım. Boş ilaç şişelerine pirinç doldurup kapı süsü yaptığımızdan beri karizması kalmadı hastalıkların. Çoluk çocuğun ilkokul projesinde boyalı küçük evler oldu prozac kutularım. Perdelerini eski, gelinin yaşından da eski bir duvak tülünden ellerimle yaptım. Onlar bu dersten 5 aldı, ben ders aldım. Şunu bir yere yaz. Birisinin acısı bir gün dönüp dolaşıp senin başarın oluyor. Hayat özetle bu. Hamsi kamyonu peşinden gelip ankara halinde mahsur kalmış göçmen martım.  

Bir gün benimle aşti'de, kumrular'da, kuğulu parkta karşılaşırsan. Olur ya. Sana içimden müslüm baba geçiyormuş gibi bakmama inanma. İyi öğrendim oynak bir taverna şarkısı olduğumu arabesk bakışlara saklamayı. Bazen de tam tersi. Kaçın kurasıyım kim bilir. Hepten inanmamazlık etme aman ha! İnan ara sırada olsa bana. Yoksa yapacak bir şey yok gider bende bir güzel  martı olurum. En kötüsü de ankara martısı olmaktır keza. Deniz olmayan yerde martı olunmamalı. Lafı gelmişken söyleyim martıları hiç sevmem. Her buğulu sözün içinde kendine yer bulan, iki lokma ekmek için kırk takla atan yılışık bir kuştur kendisi. Bu konuyu sonra tartışalım.

 Mesela inan,  ana avrat saydırsam da "görüşürüz" lafına, arada içine dalıp umuda giden bir akıntı aradığıma.
 Mesela inan, seni ankara'ya benzetmekte zerre edebiyat kaygım olmadığına. Belki gevrek simitte birazcık.
 Mesela inan, sana söz verdiğim keki iki defa pişirip ikisinin de kabarmadığına, telefonu var sende aç sor vanilyaya
Mesela inan; alfabeyle o kadar haşır neşir olmadığıma,  adını yazarken kullandığım 5 tanesi müstesna
Mesela inan; sana kızdığıma, sana çok kızdığıma, sana pek çok kızdığıma!


e peki madem öyle olsun, görüşürüz ankara keçim...aoç dondurmam.. kedim

Cuma, Eylül 30, 2011

Yolumuza bundan sonra bakıcılıkla devam edeceğiz

   "herkes beni natali portman sanıyor feriha'yım hiç kimse bilmiyor"
Tarık Mengüç

   "hayalperestliğin insana verdiği zararlar ve attan inip eşşeğe binmenin kuyruk sokumunda açacağı derin yaralar" üzerine bir araştırma yapacak olursan lütfen çok rica ediyorum bana da danış, beni de incele, aradığın tüm datalar bende. Ha yok ben zaten astronot olmak isterken kendini kars'ın kağızman ilçesinde tapu kadastro memuru olarak bulan baya bi miktar hayalleri yıkılmış genç buldum onlarla çalışacağım diyorsan, o da olur. Ha ben ha onlar. Hangimiz büyüyünce voltranı oluşturan robotlardan biri olmayı hayal ederken sistemi oluşturan robotlardan olmadık ki?  
İlkokulda en çok oynadığımız oyun neydi? Deve cüce. Öğretmen sadece "deve-cüce" komutuyla tüm ders boyunca bizi yönetir, cüce dediğinde cüce olmayanı hem öğretmen hem sınıfın 100 çift  alaycı gözü cezalandırırdı (bizim sınıf mevcudu 60 civarıydı) Bu oyunu bu kadar çok oynatmalarından mı böyle robotlaştık yoksa direktifsiz hareket etmeyen kalabalıklar olduğumuz için mi bu oyun bize layık görüldü bilmem. Hayaller genelde yıkılıp zaiyat versede çoğu insanın onun bunun devesiyle cücesiyle iş görmesinin sebebi yine hayal kurmayı bilmemesindendir. Anlamıyor öyle alengirli düşüncülerden çünkü. Denileni yapmazsa sonra ne olacak? Kendi başının çaresine nasıl  bakacak? Bağımsızlık nasıl bir şey bilmiyor. Bilse de kesinlikle kötü bir şey olarak kurgulamıştır. Hani kaç tanemiz ailemize, öğretmenimize, patronumuza ve devletimize korkusuzca "hayır artık deve cüce oynamıyoruz, bitti  karpaççio ya paso adesso e finita dostum" diyebiliyor? Yarısından sonrası ispanyolca olduğu için diyemiyor kimse tabi.

     Sanki ben nasılım? Aynı kaynın. Hayallerin anasının nikahı bendeydi. Kimse bana hayalin dozunu artırınca kurbağa gibi asfalta yapışacağımı söylemedi. Buralara çok yazdım yok biyolog olacaktım aman sosyolog olacaktım vay arkeolog olacaktım ne kadar olog varsa ologaktım. Ologomadım. Bunları olmak için önce okumak gerekiyormuş meğer. Evde otura otura olurum diye düşünüyordum. Bunu gören ablam durur mu? yapıştırdı cevabı:
-Siminya farkında mısın götün oturmaktan yıprandı? yanlardan parçalar düşüyor elektirik süpürgesiyle çekiyoruz. Hani daha fazla eskitmesen diyorum, malum ilerde lazım olacak. Neye lazım olacak tam olarak? İleri bizim evde evlenmek ile eş anlamlıdır. Ablamın ilerisi eniştem.. Eniştem napıyo ablamın ilerisine? Oha! Ne biçim bi götveren ailede yaşıyorum ben tanrım. Kahvaltıyı hazırlarken elini yıkadı mıydı bu? Geçen yıl basur ameliyatı olmasından anlamalıydım.. İşler gittikçe sarpa sarıyor. Galiba kusacağım.

          Ablam, epeydir paraya boşalan heriflerin evlerini temizliyor. Bakma gündelikçi mündelikçi ama evi var arabası var o biçim (hangi biçim o?) bakımlı. Yani mamak insanına göre bakımlı, nişantaşı ile kıyaslamak adil olmaz. Çankaya'da trilyoner bir adamın kızının evine gidiyor, son bir kaç aydır. Kızın 9 aylık bebeği varmış. Daha ilk kez bakıcıya vereceklermiş ve mümkünse moldovalı, iyi türkçe konuşan, dahi anlamındaki de leri ayırmasını bilen, osurmasını kokmasını bilen birini istiyorlarmış. Neredeyse beni tarif etmişler. Bunu duyan ablam durur mu? Gene durmadı bi, duramadı bi. Bebeğe en azından arkeolog olacağım zamana kadar bakmamı teklif etti. Yani taş çatlasa bir ay. Bir ay sonra doğru peru'ya inka medeniyeti kazılarına. Önce hık mık ettim. Beniii beniii entellektüel, aristokrat, bir natalie portman closer'lığında ki beni bebek kakalarına layık gördüğü için verdim veriştirdim. Odama kapandım. Arkamdan gelipte "iyi misin siminya, konuşmak ister misin?" diyen olmadı. Bu amerikalılar küsüp odasına gidenin arkasından koşup konuşuyorlarken bizimkiler niye siklemiyo lan? Kaç defa denedim kaç defa. Kimsenin tındığı olmuyor valla, evde deneme. Bir keresinde 3 gün kapının arkasında saklandım, üstüme sarı bacaklı pörtlek gözlü örümcekler yerleşti de gene arayıp soran olmadı. Zalımsınız aylem.

        Neticede odamdan çıktım, vücudum ablama dönük pencereden dışarı bakarken gözlerimi gurur kısmasıyla kıstım "ben en asil duyguların insanıyım" duruşu verdim bedenime.  Uçan kargalar ne kadarda onurlu uçuyorlardı. Şu kamyon ne haysiyetle homurduyordu. Ah o çöp bidonu içindeki kilolarca boka püsüre rağmen yıkılmamış dimdik ayaktaydı. Onur gurur ne varsa hepsini bir sahnede tükettim "iyi bea tamam bakarık" dedim. Annemin 40 yıl önceden günümüze gelmiş patosa benzeyen ayakkabılarını elalemin kızlarına "retro şeyleri seviyorum yane, böyle vintaj tarzındayım" diye yalanlar atarak giymekten kurtulacak, saman pazarından yeni üst baş alabilecektim. Oley...

         Ertesi gün gittik bizim ednan ziyagillerin eve. Gece boyu ve yolda giderken aklıma hep aşk-ı memnu geldi gitti. Dedim ki eğer bunların oğlu falan varsa şöyle kıvanç tatlıtuğ benzeri bişey kafalayım ben bunu. Yeri silerken yanlışlıkla bacağımı açayım. O tam merdivenlerden inerken memelerimi salıp bebeği emzirecek gibi yapayım, güya ağlamasın diye yapıyormuşum da emince susuyormuşta vah yavrucukmuşta. Elimden bir şey düşüreyim alamayım. Yüksek bir yere uzanayım uzanamayım. Oturayım kalkamayım. Bunların hepsi için evin oğlundan ayrı ayrı yardım isteyim ki iletişimi sıcak tutayım. Aynı zamanda bilgimle bilişimimle etkilemek için yanıma montaigne'in denemeler ini aldım. Tam gene o merdivenlerden inerken bebeğe yüksek sesle  "aristoteles’e göre, hiçbir iyilik sahtelikle bir arada gitmez; doğru hiçbir zaman yanlışa yer vermez, kendini olduğundan fazla göstermek de, çoğu kez gururdan değil budalalıktandır" diye sesleneyim.  Düşün bunu bebeğe okuyorum? Valla ben olsam bu çapta birine oracıkta çarpılırım. 
Hesaplarımı, aşiftelerimi tamamladım ki siteye geldik. Tek bir villanın aylık aidatının 7 milyar olduğu, bahçıvan-uşak-aşçı tutulmasının ankara'da sadece burada gözlemlenebileceği çok acayip bir yerdi. Bir kere çankaya'da böyle bir site olduğuna inanamadım. (sincan'da olsa neyse) Tamam bir dolu konsolusluk var onların oturduğu lüks sokaklar var ama  onlar konsolos bre! Konsolos dediğin konsolostur. Katar elçiliğinde çalışan akrabamızın anlattığına göre katar elçisi bile böyle lüks yüzü görmemiş. Eve girdik çok sürmeden gözlerim feri feciri yaladı yuttu. Okumak ne kelime. Sağa bakıyorum oğlan yok sola bakıyorum oğlan yok. Bunu gören ablam durur mu? Duramadı yine:
-siminya bebek burda tam önünde
-hıhı iyi iyi dur bi şimdi bişeye bakmam lazım
Aradım taradım her yere baktım evde oğlan moğlan bulamadım! Nasıl olur ya bir köşkte en az ahçı, uşak, bahcıvan kadar zengin bekar bir züppenin de olması gerekmiyor mu? Maddenin dört hali gibi bir şey bu. Toprak, hava, su..tahta! Müjde ar, gülşen bubikoğlu falan bizi kandırmış dostum. Bizi türk filmlerinin kısır senaryolarında dönderip durmuşlar senelerce. Ah aşk-ı memn-u sende yalanmışın! Hayallerim! hele siz hele siz...

  Bir haftadır ablamla birlikte normal bir işe nasıl gidilirse öyle hazırlanıp düşüyoruz yola. Kendimi; normal bir işe gittiğini farz et, hey hadi normal ki bu.. parayı düşün parayı düşün gibi telkinlerle götürüyorum. Yoksa gitmiyo. Zaten iyi bebek baktığım, çocukları sevdiğim de söylenemez. Ablam; bacağını tut, kolunu topla, başını çarpma diyor bende yapıyorum. Bir de bu şey sıçıyor. O çok canımı sıkıyor işte. Bazen içimden "depiği indir bakalım kaç metre havalanacak,  golf sopasıyla rekor kırmaya var mısın? bahçe duvarının öbür tarafına sıçması için, çıplak olarak onu oraya fırlatman kafi, evi yak, kediyi ye, duvara işe" gibi sesler geliyor. Çok gerginim. Çok hayalsizim.

Perşembe, Eylül 15, 2011

Erol Büyükburç ile gece buluşmaları


   İşte böyle erol abi. Sonra da diyorlar ki bu kıza bi haller oldu, everince kendine gelir. Ne derdimiz varsa evliliğe bağlayın zaten anasını satiim. Evladının başka bir derdi var mı yok mu hiç kurcalamayın hiç! Daya iki tane içi boş "nikahta keramet vardır, bir çocuk yaparsan düzelir" avuntusunu, yapıştır "gelinlikle çıktın kefenle dönersin artık" tehdidini sonra otur gelişmeleri izle. Var mı bu kadar kolaycılık abi sen söyle? Tut ki kabız oldum tuvalete küstüm, tüm tuvaletler bana küstü. Tut ki kuyruk sokumum düneyden beri ağrıyor ağız tadıyla bağdaş kuramıyorum bunu da mı evlilik çözecek ha bunu da mı? Eczaneden bir koşu mushil alıp gelmek varken, ne bileyim 3-5 incir temin etmek daha kolayken beni niye gerdeğe sokuyorsunuz? Neden milleti benim metabolizmam için seferber ediyorsunuz anlamıyorum? Altının fiyatı da malumken. Yapmayın gözünüzü seveyim.

Seni severim bilirsin. Çok acayip bir adamsın, en önemlisi marjinalsin. Bugün marjinal dediğin şey kolay yetişmiyor, nereden baksan on günde bir. Beklentileri karşılamayan adamları seviyorum. Hayran oluyorum ister istemez. Mesela senin iddian başarından büyük. Şarkın var mı? varsa neye benziyor? kimsenin bildiği yok ama sen kendini elvis presley sanıyorsun. Tam tamına bunu seviyorum işte. İnsanlara göre insan dediğin böyle olmamalı; başarıdan başarıya koşmalı onları mutlu etmeli ama mutsuz olup kendini hep yetersiz hissetmeli. Bunu istiyorlar; başarırken tükenmeni, kazanırken yalnız kalmanı. Bak yalnızlık deyince yalnızlığım aklıma düştü gördün mü? Ne çok seviyoruz değil mi, konu yalnızlığa gelince kendimizi ne kadar yalnız hissettiğimizi söylemeyi, entel denyonun biri isek şayet "aslında herkes yalnızdır" lafını yapıştırmayı? Biri daha aslında herkes yalnızdır derse ağzının ortasına annemin yün tokacıyla dalacağım. Dalacağım diyen bi kerede dalsaya ya? Anca laf anca blöf.

Ben bu tepeye sık sık geliyorum. Burada oturup Ankara'nın güzelliklerini...Ankara'nın ışıltılı gece yaşam...Ankara'nın karanlık izbeliklerini seyretmek hoşuma gidiyor. Aslında böyle bir tepe yok, ikimizde biliyoruz. Sadece tepelere olan açıklanamaz tutkumun bir yansıması bu. Mesela "yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar" gibi sadece kına gecelerine kaktırılan o olumsuz türkü dışında tek bir şarkısı olmayan tepelere kıyasla, hakkında binlerce şarkı yapılmış dağları o kadar sevmem. Çıkamadağım zirve benim değildir. En üstüne oturup aşağıları seyredebildiğim şey benimdir. Düzlükleri de sevmem. Tamamına hakim olamadığım hiç bir şeyi sevmiyorum galiba.

Mesela bir adam seviyorum tamam mı? Erol abi? Erol abi uyudun mu? Sana orada çok haksızlık yaptılar abi, dans star mıydı? pop satar mıydı neydi orada. Tabi ki en çok sen konuşmalıydın, yaşayan efsanesin sen kokulu mum mu?!! Dinle bak şimdi, bir adama tutuldum diyelim. İlk günler ben buna bir abanıyorum bir abanıyorum fellahı şaşıyor adamın. "Lan bu kız cidden sevdalandı bana iyi mi?!  Ömrümde bi anamdan böyle ilgi alaka gördüm bide bundan, du bakalım hayırlısı" diye düşündüren bir seviye var, hatunların çoğu bilir. Oraya kadar yükseltiyorum ısıyı. Hani hakim olmak dedik ya? Bir nevi adamımın duygularında hakimiyet kuruyorum. Veriyorum odunu veriyorum küsküyü. Küskünün erkek cinsel organı olduğunu biliyorum abi. Belime plastik zımbırtılardan takıp adam düdüklediğimi mi sanıyorsun? Duygu sikmekten bahsediyoruz şurada. Alla alla ya...
Velhasıl sevdiğimi iddia ettiğim adamı, çözemediği bir bilmecenin ortasına koyup toz oluyorum mevziden. Garibim beni kaçıracak bir hata mı yaptığını düşünüp, debelenip dursun artık. Benden ölesiye nefret etmeye kadar bekliyor, bekliyor ki belki geri dönerim de aynı şekilde severim diye. Sonra söve söve gidiyor. Sevmiyor muyum? Daha fazla hemi de. Yalnızca sürdürmeyi beceremiyorum. Başa "Yalnızca" kelimesini getirerek cümleyi hafifletmeye, hatamı örtbas etmeye çalıştım ama olmadı di mi? Neden böyle ediyorum abi?  Neden yani suçlarımı hep afilli laflarla süsleyerek kurtarıyorum paçayı? Kim öğretiyor bana bunları? Orospu çocuğu muyum acaba ben? Gavat dölü müyüm? Puşt tohumu muyum lan ben?

 Tamam sakinim tamam. Aştan meşkten bahsedince ateş basıyor beni. Duymasın bizimkiler hemen "everekte sönsün" yorumu getirirler. Ateşin sönmesi iyi bir şeymiş gibi sanki.
Ateşin var mı abi? Şu elimde sohbete hava katıyor diye tuttuğum sigarayı yakayım bari. Bugün sigaraya başlama günüm olsun şerefine. İçkiye de mi başlasam ki? Tiner fiyatları ne alemde? 10 yaşına kadar fıçı gibi içki içiyordum da sonra bırakmak zorunda kaldım. Detayları siktir et. Başlama diyorsan eğer bana şu dertlerimi unutturacak bir halt öner. Mümkünse tüten bir şeyler olsun dumanında boğulayım. Ot deme laşkına. Temini zor onun. "aslında herkes dertlidir" diyeceksen hele hiç ağzını açma. Elimi artiz kanına bulama benim kıçımın elvis preslisi. Kızma sakın. Kızıp ta gitme. İyi hissedeceksen eğer kıçım fena değildir benim. Sıkarlıt cansın'ın ki kadar olmasa da kendi çapında olayı kurtarır yani. Gitme otur işte konuşuyoruz.

Ben çabuk arkadaş kaybediyorum galiba. Ya da arkadaşlar kaybolmak için bahane arıyor. "dahi anlamında ki de" leri yazamıyorsun diye gidilir mi abi? Mention siliyorsun diye? Komik videosuna like yapmadım, ilişkisini beğenmedim diye? Hassktr konuştukça rep için admin bıçaklayan forum ergenine bağlıyorum ımığa koyum. Şu verdiğim örneklere bak hele. Üzerine afiyet biraz da kabayım. Konuşmamda aksanlı aksanlı böyle. Aksanım olduğunu bilmiyordum varsa bir aksanım taş çatlasa rus aksanıdır falan diye umut ediyordum meğer düpedüz Ankara aksanı yapıyormuşum ya la?  Şu şarlatan gazeteci tayfasından biri ile konuşma hatasında bulunmuştum geçen yıl. O demiş bunu. Ezik diye de eklemiş. Sanki ben Cihan Ünal ile Hülya Koçyiğit'in kızıyım diye iddia ediyor, yazılarımda "epic! şaşırtıcı derecede maskülen, hımm oldukça avangard" gibi kelimeler kullanıyorum da konuşmamı duyunca dumura uğruyor dürrük!
 "Herhalde" yerine "ellaam" diyen bir anneyle çorbayı tenceresiyle tepesine diken, çişini yağ tenekesine yapan bir babadan anca bu çıktı totoşum napcan. Osura osura izlediği behzat ç. lan lun yapınca şahane senaryo, ben diyince ezik aksan. Pezevenk.
 Ben niye bu gece böyle atarlıyım abi? Erol abi? Hişş! Bu sefer sahiden uyudu adam. Peki uyanınca devam ederiz o zaman.

Cumartesi, Eylül 03, 2011

Bana merhaba diyeceksin, yoksaaa!!!



            Güneş doğarken ardından tepelerin, yine sınav vakti gelmişti bir cumartesinin. Sınava gireceğim okul mamak'ın çıkmaz sokaklarıyla anılan, en harabe, en ucube mahallelerinden birindeydi. Ankara'nın harlemi de sen. Melih gökçek'in bile giremediği, girip şelale kaktıramadığı bir mahalle. O bölgede bir okul olması fikri evde derin bir sessizliğe sebep oldu, insan yaşadığına inanmakta zorlandık. Hala belli kişiler arasında inançsızlık hüküm sürmekte. Ama insanlar var, ben gördüm!

     Abim 3 kişi binince motoru yanan yaşayan son anadol'uyla sabah beni bırakacağını söyleyip, gelirken nasıl döneceğimi, neye bineceğimi, nerde ineceğimi, kaç adım atacağımı tarif edip tarifin bokunu çıkardı. Saat 7 gibi kalkıp hazırlandım. Okuyamamış insanlarda bir tür okuma görgüsüzlüğü vardır. (bknz: okuyom ben ya) Okula gidememiş olmanın intikamını canlı cansız tüm varlıklardan alırız. 80 yaşına da gelsek sandıkta sindyli, teletabili beslenme çantamız bulunacaktır. Bahanesi de "içine ıvır zıvır koyyom ben yaa" olacaktır. Ben bu insanlardan biriyim. Herhangi bir okulun avlusunda, bir sınav zamanı 32 dişle sırıtan, mutlu bir kız görürseniz ona siminya diye seslenin. O benim. Süslenebileceğim kadar süslendim, reina'ya, keops'a gideceğim gün giyeceklerim diye ayırdıklarımı  giydim. Ayşe arman'la röportaj yapacağımda söyleyeceklerim bile ayarlıdır benim. Hepsi ayarlı bunların. Sonsuz rüküştüm. Topuklu ayakkabı, kalın bilezikler, diz üstü elbise, sallantılı küpeler. Abimin burnunun sol deliği beni görünce titredi, deliklerinden duman fışkırdı. Neyse ki insan yaşamayan bir yere götürüyordu.
 Sınava girdim. Çıkınca abimin tarif ettiği güzergahın tam tersinden gitmeye karar verdim. Serde katır inadı var. Daha kimseden akıl almış değil. Yolumu uzatıp eve daha geç döner böylece koca bir gün kafa dinlerdim. Ev kopa kopa dönülecek bir ev olsa anlayacağım da. Değil.

      Tarih öncesi çağları, hatta henüz ilk çağını yaşayan bir sokakla başladım işe. İnsanlar kazanlarda bir şeyler kaynatıyor (hımm ateş bulunmuş) anlamadığım bir dilde konuşuyorlardı. Duvarlarında hiyeroglif harflerle "buraya işeyen piçtir" yazan bir mağaranın önünden geçtim. İçerde bir adam homurdayıp "ne bişirdieen" diye bağırdı. Sokak aralarından kirli sular akıyordu. Altları çıplak, üstleri milekli sümüklü veletler bu suyu birbirlerine atıyorlardı. Mutlulardı. Az daha gidince fabrikalarla dolu bir sokağa girdim. Sağım solum matbaa, tekstil tesisleriyle doluydu. Buraya da patiska çağı adını verdim. Kendi kendime bir oyun oynuyordum. Bir şarkı söylemeye başladım. Ben böyle sokakta yürürken rihanna'dan "ambırella ela ela yeah yeah" gibi popüler şeyler değilde, "biz heybelide her geceee mehtaba çıkardık ınınınım mehtaba çıkardık hey hey!" falan söylerim. 3 tane sanat müziğini ezbere bilir, çevire çevire söylerim işte. Kaldırımda ki bir arabanın şöför koltuğunda gazete okuyan biri görünüyordu. Pencere açıktı. Yanında geçerken ınınınım mehtaba çıkardık kısmındaydım. Birden arkamdan seslendiğini duydum.
-Merhabaa...Merhaba dedim!
Kızlarla kendi aramızda laf atılmanın, tacizin sözü geçtiğinde, ben pek cengaver takılırım "Yaşlanınca bırak tanımadığın insanı tanıdığın insanlar bile iki çift laf etmeyecek, bunlar hep değerlenecek atsınlar dokunmayın, atılsın ellemeyin" derim. Ama biraz da etrafı tekin bulmadığımdan merhaba diyen adamdan tırstım. Arkama bakmadan yürümeye devam ettim. O sırada bay merhaba arabayı çalıştırdı. Ben kaldırımda o yolda ilerlemeye başladık. Camdan kafasını çıkardı.
-Bi merhaba desen ağzına mı yapışır yavrum?! dedi.
     Ulan bu ne? Hoppala yavrum yaz geldi çarşıya kiraz geldi. Ne merhaba derim ne de dönüp yüzüne bakarım. Aslanlar gibi yoluma yürürüm heheyy diye güçlü duruşumdan zerre ödün vermiyorum ama götün yusuf seslerini bastıramıyorum. Daha hızlı yürüyüp karşı kaldırıma geçtim. Etrafa baktım hala heryer sıkı sıkı kapalı tesislerle dolu, sağda solda fare deliği kadar sığınacak yer yok. Sayın merhabanın arkamdan geldiğini hissediyorum. Düşünüyorum....
"Acaba tanıdık birimi lan? Belki eski sevgilimdir yaklaşsın da yüzüne bakayım, eğer mutlu olursak yeniden barışalım. Yok yok ona bu fırsatı vermeyim, şimdi barışacan, eski konuları masaya yatıracan, orda sen hatalıydın burda yanlış konuştun falan filan fihuuu şimdiden yoruldum. Ya ya sapıksa? yavaşladığım anda boynumdan yakalayıp arabaya tıkacak sonra allah ne verdiyse!!! hızlanmalıyım hızlanmalıyım!! Lan acep abim mi? sesi ortamın kapalı akustiğinden değişik gelmiştir belki, belki abim beni eve götürmeye gelmiştir? Salak! abin sana niye merhaba desin? abin hayatın boyunca sana kaç kez merhaba dedi? hiç! merhaba bizim evde kullanılıyor mu lan? ııh valla kullanılmıyor. belki selamün aleyküm belki nörüyon ama asla merhaba değil" 
Düşünceye kaptırmış giderken arabayı karşıma getirip durdurdu ve içinden indi. 28-29 Yaşlarında, beyaz gömlekli, krem rengi pantolonlu, burnu az sağa kavisli, boynu yara izli, bel bölgesi hafiften yağlanmaya başlamış  (detayları incelemeye bak pehey) esmer bir erkek. Gülerek karşımda kollarını yana doğru "napayım ben böyleyim" der gibi açtı ve;
-Bana merhaba demedikçe peşini bırakmayacağım. dedi!
Serdeki katır inadı tek abiye mi çalışır? Iıh! Demiycem işte demiyceem diye bağırıp bastım gaza. Ondan sonrasını hatırlıyorum. Koşuyorum, allafekbere taktım koşuyorum. Yanda bir yol gördüm üstelik ters yoldu. Oraya saptım. Kulağımda "merhaba diyeceksinnnn!!!" yokuş aşağı ayağımda topuklu ayakkabıyla cıstak cıstak bi kaçışım var. Arada simitçi, kahveci ve gazozcusuna çarptım. Bir kuaförün havlu astığı askılığı devirip "ay çok özür  dilerim canın yandı mı?" bile dedim.
Deterjan satan yaşlı bir amca "noluyo op op op ooopp" demeseydi duramıyordum. Frene basıp amcaya sığındım. 
-arkamdan bi araba geliyor beni kaçıracaaak :(
-kızım bura ters yol ordan araba giremez
-terste olsa girer o, taktı kafayı merhaba dedirtecek :(
-polisi arayım mı?
-yok abimi arayın abim gelsin yok abim gelmesin abim gelmesin
-araba ne renk?
-gümüş...allahım bütün arabalar gümüş
-evet
Amca bir su verdi, bana su verdi. Sakinleşene kadar beni açık ozomatik torbasıyla, vernella yumuşatıcı arasında sakladı. Polisi aramadık. Başıma gelenleri yayarsam genelde başıma daha büyük şeyler geliyor. Taksi çağırdı eve öyle gittim. Yolda gelirken bu çağa  gümüş çağı adını verdim.
 İki ay geçti üstünden, o gün bugün gördüğüm bütün gümüş rengi otomobillere merhaba demeyi ihmal etmiyorum. Ne olur ne olmaz. Merhaba. Al bi daha merhaba al bi tane daha merhaba.

Pazartesi, Ağustos 29, 2011

Demem o ki güzelim



 Uzun zamandır yazm....KÜÜÜTTT!! Sanki kitlelerde nöbetleşe yazıp yazmadığını kontrol ediyor, bir kıpraşma olduğu an birbirlerine telsizle anons geçiyorlar "evet şu an header dolaylarından yazı gibi bir şey belirdi tamam, okuyamamaktan kurumuş herkes blog mahalline tamam" Yazmazsan yazma anten.Yazıyorsan da kendine yazmıyorsan da. Ne kadar inandırıcı gelir bilmem ama yazmak tıpkı giyinmeye benzer insan önce kendisi için giyinir. Yazmanın okunmakla değil kafandakileri boşaltmakla bir nevi orgazmla alakası vardır.
 Yazdığını yayınlamak ise kendine ait şeyleri (peçeteye bulaşana bakma) bir nesne üzerinde görme fetişidir. Kitap olur, web sayfası olur. Olur da olur. Bence böyle seni bilmem.

 Seneler evvel  böyle meşhur, amanda şöyle kodaman bir blogcu ablamızın blogunda bir cümle okumuştum "anneee lütfen bilgisayarımın başından kalkar mısın? ben bir blogırım ve okurlarım var! insanlar benden yazı bekliyo ya!" demiş annesine. Ba ba ba ba canına yandığım blogırımda ki özgüvene ve iddiaya bak sen. Hele ağzını açmış yazı bekleyen insanlar adlı kitleye ne demeli?  Bu kitle genelde "sosyal atılganların" çok seslendiği bir kitledir "insanlar burda ekmek sırasında ilgililer neredeee!! insanlar şurda ölüyor siz orda oturuyosunazz, insanlar orda otobüse biniyor ben burda jipe :((" diye giden bir argümanla yaşam sürerler. Dünya ikiye ayrılır, insanlar ve kendisi. Kendisi kendinden çok insanları düşünür, insanlar için neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verir, insanlara yapmaları gerekeni söylemek neden hep onun görevidir? Nalet olsun çok sorumluluğu var! O var ya o olmasaydı şimdi hepimiz embesildik hehey yavrum sen nerden bilecen bunları. Dur ya abarttım galiba, öldü kadın ayol. Yani bu muhabbeti geçelim diyorum.

*Sağlığım aldığım ilaçların bünyemde kabarıp 6 kiloya ulaşmasıyla iyiye doğru gidiyor. (valla kilo değil, ilaçlar kabardı) 54 kilodan 60 kiloya çıktım ama değdi nur topu gibi memelerim oldu. Kalçada üzerine afiyet aşörtumenleri gerdiriyor. Annem "soykanın dişlerimi var kele tüm donlarının ağı delik!" demeyi bıraktı artık kalçalarımda bir timsah büyüttüğümü düşünüyor. Önümüzdeki hafta, evet bildin pazartesi diyete başlayıp 6 ile başlayan rakamlardan hızla uzaklaşmam gerek, yoksa 6 dan sonra 7 geliyor (matematiğim iyidir) ve bu rakam benim "esmer, uzun boylu, uzun saçlı, ovvv çok seksi ama beş para etmez" adlı işe yaramazlık pozisyonumu iyice pekiştirebilir. (alt metne geeel yıhyıh)

*Ablam boşanıp evi istila ettiğinden beri hayatım alt üst. Bir kere bütün eski sevgilileri o yokken bana musallat oluyorlardı, bir nebze taciz ihtiyacım karşılanıyordu o gelince vekalet sürem bitti.... Ne buluyorlar bu kızda anlamış değilim!!!11 Üstelik kahvaltı sofrasında 3 dakika görünüp akşama kadar kayboluyor. Nereye gidiyor? kimlerle görüşüyor? Hep alavere dalavere. Yolu yol değil bu kızın ben söyleyim ( şu an ilk defa blogumu abim okusun istedim, tam şurayı şu kızın evden kaybolup orda burda sürttüğü kısımları okusa kafi idi ) Kahretsin o kadar iyi bir insanım, o kadar şahane bir kardeşim ki hatunun arkasını da çaktırmadan topluyorum. Bir de sen kalk ankara üniversitesi sosyoloji bölümünü kazan! Ne ara çalıştı? Ne zaman sınava girdi? Bu işin arkasında kimler var? Hepsini teek teek tek masamda istiyorum! Ne şanslı karı ya. Ben de gittim  Kayaş Maden Ve Menba Suları Dolum-Boşaltım-Kapaklayım A.Ş K.O.P. şirketinde kapak kenarlarını kırtıklama işini buldum. İleri derecede sinir sahibi prezantabl kişiler arıyorlarmış, tam aradıkları kişiymişim. Saolsunlar gülüm saolsunlar.

*İnsanlar orda doğuruyor siz burda!!!! Evet yengem 4. çocuğunu doğurdu. Evde bir bayram havası (!) Abim akp sempatizanı desem değil, akp li olanları ülkü ocaklarına kapatıp 15 gün et ve su ile besliyor, yüzlerindeki ampül sönüp kurt gibi uluyacak hale geldiklerinde salıyor. Yakışıklı bir adam da neslini çoğaltması lazım tabii tabii desem değil, eczanesine gelen hastaların onu görünce iyileşmesi bir mucize olarak görülse de aslında kendilerinden daha perişan tipli insan görünce hastalıklarını unutmalarıyla alakalı. Bir ara nötürdamın kamburu filmini izleyen herkes suyu kapıp bize geliyordu. En son bu evde görülmüş diye. O kadar yakışıklı yani. Veledin adını türkeş koymaya yeltendi ama yengem kendini pencereden atmaya çalışınca alparslan da karar kıldı. Küçük boklu alparslan'ın bütün bakımı şu an benim elimde. Bekle türkiyem sana yeni bir ülkücü yetiştiriyorum ehehehe.

*Bloglara eskiden mim diye bir attack olurdu. Bir sabah uyanır bloglara bakardın ki (hey gidi, bir sabah bakmak? bloglara bakmak? uyanmak?) hepsi rumeysaningonulpenceresinden.blogspot.com olmuş, ama hepsi. Hayır bir yanlışlık olmalı nasıl ya kim bu rumeysa? Neden bütün bloglar rumeysa'nın? Hayır hayır galiba bu bir kabus diye kendini çimtiklerdin ki anlardın işin aslını, meğer hepsine mim bulaşmış. Bilinmeyen bir noktadan patlak veren "kız ilahi gebermiyesice çantanda ne var?" sorusunun cevabı tüm bloglarda hızla yazılıyor ve bütün bloglar aynı hızda rumeysalaşıyordu. Sonra onlar geldi, onlar ki bizim kurtarıcılarımız. Mimi derin kuyulara, kalın zincirlerle bağladılar. Orada sonsuza dek biri onu hapsolduğu dehlizlerden uyandırana değin... Ve mim uyandı... Blog bağlarına bir girdim ki yine her yer rumeysa. Leah  Bi Dost  Findu  Çok teşekürler kızlar. Laf kalabalığımı siktir edin, aşım ekmeğim geyik benim işte hoş görün yada yada hor görün hatta varın lor görün lan! Şu peynir olan lor. Yeni bir görme biçimi olsun ülkemde artık. Yeter.

*Herkesin; perde takma, vitrin içi düdüklü ve kristal bardak tozu alma, klozet fırçasıyla halvet olup cif kremle bütünleşme, şeker toplayan çocuklara kıl olma, eli tükrük kokan yaşlılara pis pis bakma, it gibi yorulma bayramı kutlu olsun. öperim.

Perşembe, Temmuz 14, 2011

Nefes alsın yeter



Teyzem bir hayat kadınıydı. Bir suması ölüme benzeyen bu çileye neden hayat denmişse artık. Belki de "işte hayat tamda böyle ciğerimize ciğerimize koyuyor" söz gelimine örnek düşünülmüştür. "İhtiyaç duyulan deliği taşıyan nesne" olarak görüldüğün bir ticaret alanının; olabilecek en ışıltılı isimlerle süslenmesini, fahişeliğin sinema filmlerinde şatafatlı bir yaşammış gibi temsil edilmesini, bu kadınların varlığının bir organın ereksiyonuna satıldığını görmezden gelip şartlarının düzeltilmesi için yürüyüşler yapan kadın hakkıcıları, her hangi bir yerde konusu geçtiğinde "dünyanın en eski mesleki" kalıbını garip bir onore etme yaklaşımıyla havaya savuranları enteresan buluyorum.Tuhaf. Her gün dilim dilim ölüyorsun hangi meslek? hangi hayat? Kolaysa yap o zaman.

Anneannem 35 yaşında öldüğünde teyzem 7 aylıkmış. 11 yaşında kayserili bir zengine eş diye verilirken arka planda uçkur yağlayan sayısız köhne herifin bekleştiğini gören olmamış. Kocası (!) teyzemi yıllar boyunca memleketin dört bir yanına pazarlamış. Annesi olmayan bir kız çocuğunun işi bitiktir zaten. Diri diri gömerler seni, her gelen bir avuç daha toprak atar üstüne. Bu masum vitrin: evlilik, içeride olan biten ticareti layıkıyla ört bas etmiş. Kendi satılışı neyse de birde müşterilerinden "hata" ile peydahladığı çocukları satılmış. Katmer kere katmer satış.

Bu çarktan kaçıp bize sığındığı günler oğlu Onur'un Antalyalı bir aileye satıldığı günlere denk gelir. Daha eve girdiği an içer ki odadan "nomossoz" diye bir homurtu yükseldi. Bu elbette ki babamdan geliyordu. Bir orospuya verecek ekmeğimiz yoktu. Değdiği her şeye orospu kokusu sinecek, evin beti bereketi gidecek, gitti mi gelmek bilmeyecekti. Taharetlenmeyi bile bilmezdi bunlar. Yaptıkları yenmezdi o sebepten. Kaç boy abdesti temizlerdi ki bu cenabeti? Hocaya sormak lazımdı. O'nu bunu bırak elalem bu işe ne diyecekti? Ah o elalem nelere ne demezdi ki. Annemin cılız yalvarmaları teyzemi bir müddet evde tutmaya yetebilirdi ama ya sonrası? Öncesi neyse o, ne iyilik ne de güzellik.

Teyzem bizde kaldığı kısa sürede bizi hiç sevmedi. Annemden başka kimseyle konuşmadı. Yalan olmasın bizimle de konuştu ama sadece küfretmek amacıyla. Oğlunun fotografına bakıp ağlarken görürdük. Hemen hemen her akşam üstü. Bilmem belki her saat başı. İşte o an ona karşı acımasız olurduk. Çocukları bilirsin.Yarasını bir güzel kanatırdık. Talihsiz kadın o can acısıyla eline ne geçerse kafamıza fırlatırdı. Bir defasında kafama dolma taşı ile sıkı bir iz bıraktı. Bak onu iyi yaptı. Balkona oturur, meyvelerini hemen oracıkta yiyelim diye balkona fırlatan dut ağacının yapraklarından koparır tıpkı kelebek olmak isteyen tırtıllar gibi minik minik parçalar bölerek önünde bir yığın oluştururdu. Deliydi bu kadın.
Bir gün babam ona seracılık yapan bir adamdan bahsetti. Evlende başımdan siktir olup git dedi aslında. Ben çarpıtıyorum. Çarpığı aslından daha şık duruyor. Adam serasını Antalya'da kurmamış olsaydı evlenmezdi teyzem. Belki Onur'unu kuzusunu ararda bulurdu. Kayseri'de ki pezevenk izini buldu bulacaktı, bu evlilik kaçmak için iyi fırsat olurdu. Bildiğimden, aklımın erdiğinden değil konuşurlarken duydum kapı aralığından. Gitti teyzem. Mutlu oldu mu olmadı mı pek anlatmadı. 3 kız yaptı.

Geçen haftalarda teyzem öldü. Kendini öldürene öldü deniyor mu? Nedense sanki başka bir adı olmalıymış gibi gelir intiharın. Asil bir ölümdür çünkü. "Öldü" kelimesi o asaleti karşılamıyor. İntihar neden asil? Çünkü bir yerlerde geri sayan o kronometreye karşı bir duruşu var. İsyanın varabileceği en uç nokta. Özünde büyük bir haksızlık barındıran yaşama karşı çekilen bir rest. Canım ne zaman isterse o zaman kapatırım vanamı. Doğma kararını ben almadım bu durumda ölmekle ilgili kararı vermek benim hakkım. Fifti fifti yani.

 Annemle birlikte gittik. Keşke gitmeyeydim. Kendini kamelyaya asmış öksüz bir kadın ve onun öksüz kalmış kızlarının hikayeleri beni paçalarımdan yakaladı. 16-17 yaş aralığında geçirdiğim, aylarca yatalak kalıp 14 kilo verdiğim, doktorların astım-zatürre peşinde kırk bin tahlil tükettiği ama bir bok çıkaramadığı, annemin hacılara hocalara, yatırlara katırlara trilyonlar yedirdiği o tuhaf rahatsızlığım küllerinden doğdu.
Ankara'ya gelip yatağa düştüm. Hani derin bir nefes alırız ya? Hani gelir gelir gelir ve ağzımızdan hoaaahhohoha diye ortalara püskürür? İşte o nefesim nefes borumdan yukarı çıkamıyor. Çıkarmak için ısrar ettiğimde akciğerlerimde kasılmalar, boğazımda morarmalar başlıyor. Panikliyor pencerelere ve balkona saldırıyorum, sonuç illaki oksijen tüpüne varıyor. İşin garibi hala ne hacı hoca, ne doktor ne mühendis bu "nefesin geri geri gitmesi" hastalığının ne olduğunu biliyor değil. "Bunca yıl ne bok yedinizde bi nefese çare bulamadınız lan siteteskopunu bir taraflarına montelediğimin hekimleri" diye iki defa hastane koridoruna doğru bağırdım. Mavi galoşlu bir kafa eğilip baktı. Birde annem "abaaaa gudurdu gene" gibi bişeyler söyledi. O'na da üzülüyorum. Sakin kafayla kız kardeşinin yasını tutmasına engel oldum. Çok üzülüyorum. Kendimi yine çok lüzumsuz hissediyorum. Varlığımı o biçim sorguluyorum. Mesela ne katkım var insanlığa? Noktasına seksen kere geldim, gittim. Nefesimden önce beni bu "gereksiz çıkıntı" duygusundan kurtarsalar daha mı iyi olur ne?

Şimdi evdeyim. Yazmayı özledim. Kelimeler beynimi kemiriyor. Dün gece kudret narından, ata demirer'e kadar var olan tüm popülasyona dair metinler yazdım (havaya). Boşa akıyor malzeme. Hele bir iyi olayım bak sana artvin dağlarında otlayan yabani keçinin bokunun öğütülüp toros dağlarında zıplayan keçinin sütüyle karıştırılmasıyla elde edilen merhemin faydalarını anlatıcam (hastanedeki laz teyze anlattı) gideyimde nefes alamayım ben. Hadi.

Pazartesi, Mayıs 30, 2011

Mesele porno meselesi değil, esas mesele tütün meselesi tütün tütün

 




  Şimdi çok gizemli bir tarih var, biz arkadaşlarla ona kısaca 22 ağustos diye sesleniyoruz. Mühim bir tarih. Son zamanların en ürkütücü şehir efsanesi. Dediklerine göre o günden sonra internette hiç bir şey şimdiki gibi olmayacakmış. Sokaklara yığdığımız polislerin aynından sanal ortama da yığılacak, hangi siteye varsan yüzümüze kapanacak, cibilliyetimiz ellenecek, seceremize sıçılacak, sorguya suale çekilecekmişiz.
 Pratiği nasıl olacak daha netleşmiş değil. Cümbür camia heyecanla saatlerin 22'yi gösterdiği o sürprizli anı bekliyoruz. Beklerken de benim yanlış ülkemin o kadarda güzel olmayan insanları çocukluğumuzda çok tarhana çorbası içtiğimizden olacak bu konuyu da tarhana çorbasına çevirip en düşkün olduğumuz noktaya getirip bıraktık. Uçkura. Yatıyoruz porno, kalkıyoruz porno. Gören görmeyen de 50 milyon yetişkin sabah akşam veriyor birbirine küsküye sanacak. Oysa bizde sadece enkırmenler ve siyasetçiler seks yapıyor. Halk olarak öyle şeylerle alakamız yok. Konuyu pornoya getirip kısıtladığımız içinde maalesef seks yapmayan halkın desteği alınamadı. Yürüyen binlerce insan; sübyanlar, sübyancılar, porno düşkünleri ve şahin k. dan ibaret sayıldı. Nasıl oldu lan bu?

Ben porno sevmiyorum. Karşıyım demiyorum sevmiyorum diyorum. Hemen "aha buda paketçi!" şeyi yapma. Sevmeme nedenim "ayy seksen tane zenci el kadar japon kıza neler etti neler, hii kıyamammm yavrucuğuma" anaçlığı yada "kadınların erkek fantezileri için böylesine hunharcasına meta haline getirildiği sisteme şiddetcesine vıdı vıdı..." feministliği değil. Banane lan! Ne hali varsa görsün. Ben acısam anama acırım. Kadıncağız kaç yıldır "karıı sırtıma bi hotla nolur gı" diye dolaşan 15 zenci gücündeki 70'lik bir adamla kıyasıya cebelleşmekte. Üstelik bedeve. Bu sıçan sesli ablalar hiç direniyor mu? Görür görmez yeni gelinin şeye sarılması gibi yapışıp curk curk emmeye girişiyor, bi yandan sırıtıp bi taraftanda heriflerin kokmuş soykalarına övgüler yağdırıyorlar. Sevmiyorum, çünkü izlerken tahrik olmuyorum. Açıklaması bu kadar net. İlk izlediğimde bi kıpırdanmalar, bi gıdıklanmalar oluyordu ama sonra pat diye sıradanlaştı, bir zetina dikiş makinesinin piko yapması kadar mekanik geldi. Ebemin yayık yayışını izlerken daha çok heyecanlanıyordum. Sonunda ayran oluyordu, tereyağ oluyordu hem. (gerçi sekste de bir çeşit ayran üretiliyor ha) Bir insan yayık ayranından tahrik olabilir mi? Olamaz. İşte bende olmuyorum. Yastığıma "mahmut" adını verip sabahlara kadar yatağan içinde devir daim yaptığımızda bile daha fazla zevk alıyorum. Yastık deyip geçme.Bazen ondan beklenmeyecek performanslar sergiliyor. Geçen geceki 45 dakika sürdü mesela. 

Ama napıyorum bunca sevmemezliğime hatta seksi güldürükçülü bişey bulmama rağmen bende "pornoma dokunma" diye ortalarda dolaşıyorum. "Pornolar götürsün sizi, ne anlıyonuz lan o organ cümbüşünden? Kavun yemişte ağzına gözüne sıvamış gibi dolaşan patlak suratlı karılardan? göt kafalar" da diyebilirdim. Hatta hızımı alamayıp "Hayır misyoner neyinize yetmiyo anlamıyorum ki? Sonra ordan izleyip izleyip karılarınıza, sevgililerinize cebelleş oluyorsunuz. Yok sırtıma hotla, ağzıma işe, bacağımın birini boynundan dolandırayım, sen sol kolunu bana ver ben kafamı sağ bacağının arasından geçireyim" gibi enteresan enteresan pozisyonlar istiyorsunuz! Bak benden uyarması bel fıtığı olur, disk kayması yaşar numune hastanesinde sekiz ay tepe üstü yatarsınız da bırak kamasutrayı tuvalete bile çömemezsiniz ha...diyor muyum? demiyorum. Neden demiyorum bi sor..sor bi! Sorsan geberirsin de mi?! iyi sorma zaten ben her halükarda söyleyeceğim. (halükar ne demekmiş bakayım) 

Çünkü sıradışı her zevk, inanç ve düşünce, kalan tüm olağan düşüncelerin garantisidir de ondan. Tek porno değil. Radikal dinler (evet din bile) satanizm, ateizm, militarizm, anarşizm, sanat, dövme, küfür, ıdı, vıdı yani sıradışı ve öyle yaşamayanı rahatsız eden her şey ortalama özgürlüğümüzün var olabilmesi, güvende kalabilmesi için şart. İçinde ol yada olma. Tahammül et veya etme. Özgürlük çıtasını genişleten bütün uç yaşamların varlığını kabullenmek, senin uç olmayan yaşamını devam ettirebilmen için lüzumlu. Eğer bütün bu sıradışılık katmanlarını bir bir yok edersek elimizde kala kala bizim alelade yaşamlarımız kalacak. Bir bakmışın mutfakta menemen yaparken adamın biri "menemen kusmuğu andırdığı için toplum ruh sağlığını kötü etkiliyor, son kalan 56 maddenin biricik fıkrasına göre onu da yasakladık" diye kapına dayanıvermiş. Olmaz deme olur o, ben deyince oluyor. 
Yasaklar elektirik zammı gibidir. Bir başladı mı ulaşmadığı kalem kalmaz. Yasaklanan herhangi bir şeyin faturası dönüp dolaşıp senin cebine de girer. Özgürlük ise zaferdir, özgür kalması için savaştığın herhangi bir şeyin ganimetinden sana da pay düşer. Meseleyi bu nedenle porno savunucuları ve porno karşıtları arasında geçen sürtüşme gibi algılamayıp, eylemleri hiç olmazsa kendi menfaatimiz, kendi çıkarımız, kendi menemen yapma özgürlüğümüz için savunmalıyız. Yoksa sen o 15 yaşındaki çocukların gerçekten pornoya bayıldığını mı düşünüyorsun? 

Perşembe, Mayıs 12, 2011

Şu bayan şu şekil yaşar bu bayan bu şekil

Kim sildi bu yazıyı lan?!! Geri atıyorum bir daha silmez misiniz lütfen? teşekkürleeeer





Her gün sektirmeksizin berkay adlı veletin merdiven boşluğundan gelen "giymiycem işte giymiycem işte" sesleriyle uyanıyorum. Annesi hergün aynı enerjiyle ona ne yapması gerektiğini dayatıp ilgili ve fedakar anne egosunu ferahlatıyor ve bütün apartman sakinlerinin bu düşünceli anne çırpınışlarına şahit olmasını istiyor "giyeceksin berkay giymezsen üşürsün berkay giy dedim berkay bak beni bağırttırma berkay" O sırada açılan daire kapılarından diğer berkaylar ve düşünceli anneler çıkıyor. Hepsinin yüzünde çocuklarına zorla içirttikleri inek sütü memnuniyeti olmalı. O sırada yatağımda olduğum için yüzlerindeki inek sütlü rafadan yumurtanın gururunu göremiyorum. Ama tüm kulaklarımla hissediyorum. Asansör hiç durmuyor iniyorlar çıkıyorlar iniyorlar çıkıyorlar. Bu kadar koşturmacası olan insanın arasında işsiz, güçsüz ve yatakta olmanın utancıyla bembeyaz oluyor, yeniden uykuya saklanmak için yatağa gömülüyorum. Babam erkenden okeyin taş gibi kollarına kendini atmamış olsaydı beni yatarken her gördüğünde istisnasız söylediği kakışı haykıracaktı "it ölüsü gibi yatıyo şuğa bak şuğa"

Annem durmaksızın bir yerlere su döküyor. Lavaboya, tuvalete, balkona, çaydanlığa, sardunyaya sonra yeniden lavaboya, tuvalete..Gece 3'de bir uyanıyorum annem ve su yine büyük bir aşkla şapırdıyorlar. Senelerdir böyle. "siminya kalk gayri yavrum, çay kayna kayna acıdı" diye sesleniyor. Bu cümle bazen oluyor ohh iyiki annem var bazende off yine mi aynı sabaha uyandım duygusu veriyor. Kıvır kıvır olan saçlarım gece boyunca birbirine deli gibi sarmalanmış, zeka küpü gibi çözülmeyi bekliyor. Bazı sabahlar saçlarımı beni boğazlarken yakaladığım oluyor. Toplayarak yatıp gece uyanırsam uyku sersemi halimle başımda siyah bir lağam faresi oturduğunu sanıp paniğe kapılıyorum sonra "haa saçım bu lan" diyip vurup kafayı yatıyorum. Yüzümü yıkarken asla aynaya bakmıyorum. Sanki orada göreceğim kişi dün yatarken bıraktığım kişi olmayacak sandığımdan. Bazen kaçamak bakışlar atıyorum eğer hala kendimsem cesaretim geliyor ve tamamıma bakabiliyorum. Bu ender oluyor ama. Yani cesaret. Yer sofrası hazırlıyor annem. Komşular aldı diye masa aldırmıştı ablam. O gün bu gündür üzerinde çirkin bir vazo, içinde tozlanmış yapma çiçeklerle büyük yer işgal ediyor. Sadece yabancılara gösterdiğimiz  maskelerimizden biri olarak, o yabancıların geleceği günü bekliyor.
Sofrada garip bir kahvaltı düzeni. Asla birbirinin aynı olmayan ecüş bücüş kaplarda içine ekmek kırıntıları dökülmüş, sıvıları kenarlara bulaşmış zeytin, şeker ve reçeller. Koparılarak bölünmüş ekmekler. Tüm tüm konmuş sebzeler. Eksik olan çok şeyler. Bir ara televizyon dizilerindeki gibi olalım deyip kahvaltı seti almıştık üç gün sürdüremedik, çok yorulduk. Ablam evlendiği yıl ayrı kaplarda yemek yemeyi öğrenip bize öğretmeye çalışmıştı. Hepimize ayrı ayrı kaselere çorba bölmüştü. Biz sülalenin atalarından beri tüm yemekleri tek kaplara dolduruyor hepsini birden ortaya koyup çala kaşık yiyorduk. Hayır elimizle yemedik! Yedik mi lan yoksa? Banak (ekmeği kaşık gibi kullanıp yemek) diye bir gerçek var ama. Babam bu ayrı kase olayına üç beş kaşık sonunda tahammül edemedi ve "eğ iyisi depeye dikmek" deyip kasesini aldığı gibi tepesine dikti. Bıyığından damlayan tel şehriye çorbasını elinin tersiyle silip, hepimize dövecek gibi baktı. Korkup bir daha böyle alengirli adetleri sofraya getirmedik. Şimdi ayrı tabaklarda yemeye alıştıysak bile annem hala yıkadığı maydonozu makarna süzgeciyle sofraya taşımayı daha samimi buluyor. Bulgur pilavını kuru yufka ekmeği üstüne döküp yeme seromonimizi hiç anlatmayım artık. Bırak şuraya anlatmayı aynı sokakta oturduğumuz insanlardan bile sakladığımız bir yemek fetişimiz o. Ayıbımız.

Dışarı çıkıyorum, bazen bir iş bulurum umuduyla oluyor bu, bazende aylaklık. Hayatta hiç bir amacı olmayan insanların kendini ölüme daha hazır hissettiğini söylemişti bir bilen adam. Yaşamaya hazır hissetmediğime göre ölüme hazırımdır diye yokluyorum kendimi. Ama yok, ölmek falan istemiyorum. Belki bir amaç bulurum diye bütün çabam. Buna başka dilde umut deniyor. Kirli kirli kediler görüyorum, mutlaka onlara taş atan çocuklar ve tiksinerek bakan birileri. Kirli olunca sevenin pek olmuyor.
Devamlı muhabbet ettiğim bir adam var. Daha önce okul müdürüydü şimdi ise eski kitaplar satıyor. Benim liseyi dışardan bitirmeme vesile olan adam o. Okuldan alındığım yıllarda mahallenin tek gazete aboneliği olan insan oydu. Annesiyle birlikte yaşadığı evin kömürlüğüne gizlice girip, üstüne farelerin sıçıp kömür karalarının yağdığı gazeteleri kucaklar ve tüyerdim. Yani çalardım işte anla sen. Aylar önce almanya hayvanat bahcesinde doğmuş panda yavrusunun haberini yeniymiş gibi bahcedeki mısır dallarının arasında okurdum. Mısırlar uzun olduğundan saklanmak isteyenler için idealdir. Saatlerce orda otursan kimse farkına varmaz. Hatta sevgilini götürüp bebek bile peydahlayabilirsin. Hayır peydahlamadım! Peydah ne garip kelime. Üst üste peydah peydah peydah peydah peydah peydah deyince anlamsızlaşıyor. Black eyed peas şarkısı gibi oluyor.

Yaşlı adam beni görünce karate kid'in ustası miyagi'ye dönüşüyor. Verdiği nasihatleri, entellektüel boyutundan dolayı pek anlamıyorum "cilal parlat cilala parlat cilala parlat" diyor işte kısaca. Miyagi ustanın evini boyamakla şampiyon olan karate kid'den bu yana, dağılmış kitapları düzleye düzleye profösör olacağıma dair bir umut taşıyorum. Bazen bana bir kitap veriyor. En son verdiği kitap muhtarların bilmesi gereken ikametgah, ilmuhaber gibi şeylere açıklık getiren bir kitaptı. Hiç işe yarar bir kitap verdiğini görmedim, pinti. Zaten tek bir gün giyilecek kıyafete o kadar para verilir mi yahu, diye düşündüğü için hiç evlenmemiş.
Yolda eskiden beni görsün, bana baksın diye dükkanının önünden defalarca geçtiğim çocukluk aşkımı görüyorum. Çok sık görüyorum hemde. Ablamdan hoşlandığını öğrendiğim dakka gözüme ornitorenk hayvanı gibi göründü, daha ornitorenk diye bir hayvan var mı onu bile bilmiyordum. Düşün. Birini severken onun hangi hayvana benzediğini anlamıyorsun. Sevgi biter bitmez doğada bolcana bulunan hayvanlardan biriyle seviştiğini fark ediyorsun. Kim seviştiye gitmişin. Aşkın gözü kördür demek isterdim ama kendime karşı o kadar nazik değilim. Gönül düşmüş boka oda mis gibi koka bile kendime edebileceğim en iyi hakaret değil. Zaman zaman bir şey diyecek gibi bakıyor, o öyle ağzında birikmiş binlerce baklayla patlayacakmış gibi bakarken aklımdan geçen hareketler oluyor, hiç birini yapmadan önünden geçip gidiyorum. Durup dururken adamın birine başparmaklı, dilli, kollu birşeyler gösterip nanik yapana deli derler.

Bazen böyle yapayalnız "aa bak burada fön daha ucuzmuş, oha şurdaki bina nereye gitmiş! kız şeyinde çıban çıkmış gibi yürüyor de mi?" diye yanımda biri varmış gibi konuştuğum halime bakıp kendim için ağlamam geliyor. Dudaklarımı yavaştan titretmeye başlamışken halimi fark edip indiriyorum şakağına sümsüğü. Salak salak işlere gerek yok. Domates mi alıyon biber mi ne alıyon ne alıyosan alda eve git, menemen mi yapıyon ne yapıyon yap bişeyler otur götünün üstüne, durup durup halleniyon gebeş! Tamam işler yolunda gitmiyor, tamam meydanlara heykelin dikilmeyecek, evet biliyorum peru'ya asla gidemeyeceksin ama bu sadece sana özel bir kader değil. Senin gibi en az 4 milyar insan daha peru'ya gidemeyecek. Adamların memleketini talan ederler allah etmeye. Hem bu kadar insanın heykelinin meydanlara dikildiği nerde görülmüş? Adım atacak yer kalmaz salak!...Yürü eve yürü

Çarşamba, Nisan 27, 2011

Aşk bulamıyorsan platonik sev



Gerçek şehir çocukları için hayatın rutini olan şeyler bize sayıyla geldi hep. Doğum günü partileri, gece gezmeleri, sevgiliyle geçirilen bir gün ve belki sevgilinin kendisi. Bizde eksik kalan yerleri hayal edip tamamladık. Misal aşkın eksikliğini platoniyle. Platonik aşk güvenli aşktır. Gerçek aşkın huzursuz edici, riskli detaylarından korkanlar için. Bu işte ustalaşınca aradaki farkı anlamıyorsun bile. Sezdirmeden sevip uğruna ağladığım, gıyabında seviştiğim platonik sevdalarımın sahiciliği önünde gerçek aşklarım secde etsin.

    
        Arkadaşımın evine gittiğimde erkekli kızlı bir ortamla karşılaştım. Çay koydum gelde içelim diye kandırmıştı beni. Epeydir bir turizm şirketinde çalışıyordu ve artık otobüs bileti alırken bayan yanı seçmiyordu. Onun için "arkadaşlarla takılıyoruz" denebilecek bu görüntü, benim arkamda kalanlar için fuhuş yuvasıydı. Eğer burada doğalgaz sızsa, oldu ya işte hep beraber ölsek "arkamda görmüş olduğunuz evde, uygunsuz şekilde ölmüş bir grup genç cesedi bulundu" gibi muhabir yorumlarına sebep olurdu. Korktum. Hep korktuğum gibi. Bir köşeye sinip kendimi dışladım. Müzik setinde ace of base çalıyordu. Evimizdeki vitrinde düdüklü tencerenin arkasında duran, etiketinin yönü değişse babamın hır çıkardığı viskiden içiyorlardı. Şu kızla oğlan öpüşüyor mu yoksa? Aklıma gelen başıma gelecekti işte. Büyük bir iştahla basılmayı bekledim. Kapının dürbününe bakıyorum, pencereden aşağıya, saatime, telefona, yeniden kapının dürbününe. Kendimi güvende hissetmediğimde para taşıdığını aşırı belli ettiği için soyulmaktan kurtulamayan kemal sunal'a benziyorum. O kadar değerli ne taşıyorsam artık. Kirayı ödemeyi geciktirmiş, dış kapıya doğru dönüp ev sahibini bekleyen işsiz insanı oyna deseler aynen şu halimi tekrar etsem yönetmen bayılır.

Güzel güzel ecel terlerimi dökerken başıma biri dikildi. Kafamı kaldırdım. Deminden beri arkadaşına müzik dünyasının kötüye gittiğinden bahseden uzun saçlı, satanist çocuk.
-İçer misin? diye bir şişe bira uzattı. İçki içmiyorum ben..hem ben zaten kalkacağım dedim. Yanıma oturup -Bende sıkılıyorum belki bende kalkarım dedi. Aynı yöne bakmaya başladık, yani hiç kimsenin manzarayı bozmadığı o güzel boşluğa. Geldin geleli burada oturuyorsun arkadaşında pek ilgilenmedi ne ayaksın sen? dedi. Çay içeceğiz sanmıştım böyle birden sizi görünce şey oldum, dedim. Kahkaha attı. Ne güzel gülüyordu piç. Kollarına takıldı gözüm. İlk defa dövme görüyordum. Uzun bir yılanın, tren raylarının, geometrik sembollerin, dikenli tellerin, kurdun, kuşun hınca hınç doldurulduğu, kol demeye ihtiyar heyeti isteyen bir kola sahipti. Parmağıyla, orada yılanın kuyruğuyla çedene (kenevir) yaprağı arasında görünen siyah adamı işaret etti. Bu bob marley dedi. Ne marley? dedim. Bildiğim tek marley vardı oda evlerin zeminine döşenen marley kaplama. Yine harika güldü. Neyseki ona kaplamadan bahsetmedim.

Eve döndüğümde sanki mutluydum. İçimdeki bu güzelliğe isim koyamadım. Gece boyunca onunla konuştuğum herşeyin üzerinden defalarca geçtim. Tüm cümlelerinin sağlamasını yaptım. Bambaşkaydı. İyiki arkadaşım beni kandırdı. Bütün çayların canı cehenneme! Bir kaç gün sonra arkadaşım yine aradı. Öyle beklediğim bir aramaydı ki "koş gel beytülşebap'a gidiyoruz" dese "o senden çok hoşlanmış" anlamına geleceğini biliyordum. Kavaklıdere'de bir bara gideceğimizi söyledi. Haydaa! Ev partisinde erkek görünce bile kemal sunal'a bağlayan birinden bahsediyoruz burda. Ben hiç bara gitmemiştim.Taburesine ocakta yemeği olan ev hanımları gibi iğreti oturduğum tek bar hikayem, istanbul istiklal caddesinde eniştemin tıktığı o bardan ibaret. Pavyona düşsem kendimi bu kadar sıkmazdım.
-Gelemem, yine sizin evde buluşalım olmadı bakkala ekmek almaya gidiyorum diye evden çıkabileceğim bir mesafede olsun dedim. Evinden 500 metre uzaklaşsa alarmlar çalan prangalı mahkumiyet amerikalıların buluşu değil. Uzun saçlı, çaka çaka dövme taşıyan bir herifin bu kafa yapısını anlamayacağını biliyordum. Bu devirde böyle hayatlar olduğuna asla inanmayacak ve bahane yarattığımı düşünecekti. Bülent ersoy'un urfa'nın en lüks otelinin camından şehri seyredip, gazetecilere "gözlerimle gördüm urfa'daki kızlar hep okuyor" demesi gibi birşey. Anlatamıyor ve inandıramıyorsun. Ama arkadaşımın evinde ikinci buluşmamızda hiç düşündüğüm gibi çıkmadı. Beni anladı. Onun hayatının benimkinden daha iyi olmadığını da ben anladım. İzmirli'ydi. Metal müzik yapan bir grupta çalıyordu. Kısa süreliğine ankara'da çalışmaya gelmişti. Beni anathema, my dying bride, bob marley ve oruc aruoba ile tanıştırdı. İflahsız bir eroinman olduğunu, böbreklerinden birini bu nedenle kaybettiğini o gün için sakladı. Gözlerinden biri de görmüyordu. Babasını hiç görmemiş olmayı görmeyen gözünden daha çok önemsiyordu.
Gene ailemin gördüğü yerde döner bıçağıyla dilik dilik edeceği bir adamı sevmiştim. Güvenli, kokusuz, TSE damgalı platonik aşktan patlama tehlikesi yüksek, kaçak aşka düşmüştüm. Ana rahminden beri nakış nakış işlendiğim, gergef gergef teğellendiğim bütün öğretilerin tersine olan adamları seviyordum. Neye kara dedilerse koştum sevdim. Bu bir inatlaşma değil. Başka birşey. "Uzun saçlı satanist herif tipine bakmadam camiye gelmiş verdik zopayı" diye gururla anlatılan hikayeler dinlemeseydim bugün gördüğüm uzun saçlı erkeklerin peşine düşüp trafiği birbirine katmayacaktım. Çocuklarına devrim ve evrim adını verdiği için ateist olduğuna inanılan, ev verilmeyen, karısıyla konuşulmayan memurun sakıncalı isimli çocukları ile oynadığımız için dayak yiyorduk. Yemeseydik belki ben bu ateist adama af diler gibi aşık olmayacaktım.

 Onunla beklediğim gibi çok tehlikeli, çok acayip bir aşk yaşadım. Eroin komasından kokain çekerek çıkıyordu. Ekmek bulamayınca esrar yiyordu. Bir gün gerçekten o muhabirin dediği olacak arkada görülen evde kucağımda ölü bir gençle basılacaktım. Daha düne kadar evden ayrılamayan ben. Bilmediğim bir sokakta tanımadığım bir adamdan eroin dilenirken buluyordum kendimi. Aşk mıydı ızdırap mıydı neydi bu. Yanından eve her dönüşte yaptıklarımdan pişman oluyor, bir daha asla görüşmeyeceğim diyordum. Ama seviyordum, çok seviyordum. Nalet gitsin. Bir insan daha kaç kez aşkta kaybedebilir ki? Erken konuşmuşum. Birgün telefon etti ve şöyle dedi "Siminya ben izmir'deyim sana yaşattıklarım için özür dilerim, hoşçakal" Çatalca cinayetini benim işlediğim ortaya çıkmış gibi sustum. Susus o susuş.
Dediğim gibi; Platonik aşk güvenli aşktır. Boşver

 (platonik olduğum kadar paranoyağımda. aşağıdaki entry tanışma şekli açısından bu anımla bağdaşmıyor ama bende mantık nanay -lan omu ki yoksa? oha buldu beni buldu! bi dakka bu o değil, yoksa kim? gibi panikler yapmama neden oldu. beni gogıllayarak bulmayın lan bak valla çeker vurrum)


Salı, Nisan 19, 2011

Dersimiz ahlak, derdimiz ikiyüzlü ahlak

 Son gelen verilerin bana verdiği izlenime dayanarak söylüyorum sanırım ahlaklı biri değilim. Bunu böbürlenerek söylediğim yok. Sisteme baş kaldırı gibi de görülmesin (görülse kaç yazar) Tamamen matematiksel. Ahlaklı olmadığıma göre otomatikman ahlaksız sayılmalıyım. Ama ahlaksızlığım tam olarak yaptığım hangi harekete isabet ediyor kestiremiyorum. Matematiğim o kadar iyi sayılmaz.
 Hiç abartmıyorum hayatımın büyük kısmını ne uykuyla, ne kitap okuyarak ne de şarkı söyleyerek geçirdim. Ömrümün en aslan parçasını; neyin orospuluk, neyin ahlaksızlık, neyin namus, neyin saygı olduğunu ayırt etmeye çalışmakla harcadım. Bir takım ülkelerin, bir takım çocukları, bir takım bilimsel araştırmalar yaparken ben; yaşamımı, vücudumu, düşüncelerimi kimin takdirine bırakmam gerektiğini öğrenmeye çalışıyordum. Maalesef başka yönde gelişmeye vaktim olmadı. Yaptığım tüm araştırmalara rağmen ahlak ve ahlaksızlığın ne olduğu hakkında net bir bilgi edinemedim. Ahlak kurallarını bilenlerin ve uygulayanların bunları hangi kaynakların hangi kıstaslarına bakarak ortaya koyduklarını hiç bir zaman öğrenemedim. Yazılı olmayan kurallar olduğunun farkındayım ve bu kuralların cinsiyete ve güce göre keyfe keder değiştirildiğinin de. Belkide acilen bir ahlak haritasına veya ahlak navigasyon cihazına ihtiyacımız var. Aksi durumda daha bin sittin sene ikiyüzlü ahlakın şarlatanlığını bizden daha iyi yapan çıkmayacak.


Namus Nedir? from Enis on Vimeo.
Konuyla atardamardan bağlantılı videoyu @zafer yolladı. ilginç bir video, izlenmeli.

Nasıl ikiyüzlü bir ahlaka sahip oluruz? bir kaç öneri: 

Sevmek yakışıksız, bakışmak usturupsuz, konuşmak lüzumsuz ah şimdiki nesil pek arsız! Gençler birbirini sevmiş demeyelim de "annesi görmüş beğenmiş" diyelim böylece "sevmek" kelimesinin kuşkulandırıcı varlığından bir süre daha saklanabiliriz. Aşkı leyla ile mecnun destanına, meşki televizyon dizilerinde yengesini düdükleyen adamlara teslim edelim. Aramızda ilişki yokmuş gibi davranalım, yapmıyormuş gibi dolaşalım, kimseye aynı yatağa girdiğimizi söylemeyelim. Biz ekmeğimizin derdindeyiz keza. Kızları evlenecek-eğlenecek diye katmer katmer küme küme sınıflayalım, sınıflayalım ki lazım olunca elimizi attığımızda temiz olanı gelsin. Öte yandan geneleve gidip "milli" (kelimenin ince ayarına dikkat) olmayan adamın erkekliğinden şüphe edelim. Yoksa ibne mi bu? Belkide kaldıramıyor deyip hep beraber gülelim. Penis ucu kesme ve yeme düğünümüzden beri çük üstüne ne eğlenmeler ne gülüşmeler. Yoksa dünya'nın merkezi sikimizin başı mı?

Facebook'a üye olalım, olur olmaz da Allah yazan ağaç kütüğüne şaşıran bir milyon kişiden biri olalım. Ayda bir durumumuzu "yaratılanı severim yaratandan ötürü" diye güncelleyelim. Duvarında batan güneş fotografları altında tasavvuf öğretileri olan internet sayfaları beğenelim, beğenelim ki dost düşman ne kadar maneviyatlı, o denli mütedeyyin, katiyyen zararsız olduğumuzu profilimizden bellesin. Yeter mi? Yetmez. Varalım çocuk fotografları altına bol sevmeli bol uzatmalı  "amcası gurban olsun buna, gııııız nası büyümüşsün aboooo" yazalım. Maskemizi hallettiysek asıl niyetimize dönebiliriz. O gurban olduğumuz çocukları ucuz şekerlerle kandırıp boklu ellerimizi öptürelim. Kötü devlerin masallara ait olmadığını öğretelim onlara, avuç içi kadar bedenlerine üçer beşer yirmialtışar yirmialtışar tecavüz edelim. Öldürüp öldürüp gömelim. Kokuşmuş uçkurumuz kurban istiyor, taze kan istiyor.

Karımızın saçının teli görünse gözle, mimikle, öksüre, tıksıra ayar verelim. Edepsiz edepsiz otursa, gülse, bizi ele güne rezil etse eve gidince haddini bildirelim. Kırıtmasın, sırıtmasın, saçma saçma konuşmasın. Namusumuzu kirletmesin. Anneliğini bilsin. Haddini bilsin. Kendini bilsin. Kadına ait her şeyi kutsayalım, kutsayalım ki üzerinde taşıdığı kutsallığın ağırlığından hareket edemeyecek hale gelsin. Analar kutsaldır diyelim mesela. Cenneti tam ayağının altına yerleştirelim orası pek münasip. Böylece ayağının üstüne basmaktan ölesiye korkacak, bizi bekleyen yetmiş hurili cennetimize sahip çıkacaktır. Onları zayıflıklarıyla korkutalım. Kadınlar çiçektir, aklı kısadır, eli hamurdur, toplasan 250 gramdır dersek özgüven diye bir şeyleri kalmaz. Sonra bir bakmışın izdivaç izdivaç "bana sahip çıkacak erkek istiyorum" diye dolaşmaya başlamışlar. Kelepçeli kadınımız sırtında namus, ayağında cennet, karnında sıpa ile otururken biz sokaklara akalım. Namusu taşıyamamış mini etekli kadını kızın yollarını keselim, gece gece sokaktaysa yollu ki bunlar, mini giyiyorsa da motordurlar, müstehaklar! Bizim olmazlarsa taciz edelim. Alışık bunlar! Rus'a gidelim. Keraneye gidelim. Bize her yer cennet. Sonuçta biz erkeğiz. Bir takım ihtiyaçlarımız var.

Eşimi aldattım diye söze başlayan kadına tüm tirübün "aaaaaaaaaaaa" tepkisi verelim. Hemen sesini yayından alalım alalım ki gençlerin ahlakı, türk örf ve adetleri bozulmasın. Velev ki kocası aynısını söyledi.. düşünelim. Hımmm karısı kendine bakmıyor olmalı! Çocuk doğurunca saldı kendini tabii. Alan almış satan başından savmış durumu. Adam haklı, sonuçta erkek bu. Hemen şu bakımsız kadını stüdyomuza getirip ona ne kadar çirkin, şişman ve pis olduğunu söyleyelim. Böyle yaparsan tabiki kocan başka kadına gider, kocanı elinde tutmasını bileceksin ayol diyerek tribüne bakalım, tribün hep bir ağızdan "yaaaaaaaaaa" desin, alkış kıyamet. Kocası onu bir daha aldatmasın diye şu hımbıl kadını güzelleştirelim. Sık sık çirkin kadın yoktur bakımsız kadın vardır deyip bu şahane özdeyişin haklılığını alkışlarla kutsayalım. İki boya, iki manikür birde pala pırtı giydirip evine salalım. Bu işi de böylece hallettik.

Meme uçları göğüs yamaçlarında boy verince "işi gücü bırakıp bunun ardına düşen piçleri mi savuşturacağız? amanin de namus" diye okuldan alalım. (kişi kendinden bilir işi) Verelim eline yabayı, tırmığı veya en küçük kardeşini çalışsın olmadı ateşi şalvarına düşmeden satarız. Okula gidecekte okuyacak mı sanki? Aha duydun lise tuvaletlerine tapır tapır çocuk düşürüyorlarmış. Üniversiteyi hiç hesap etmiyorum. Daha bunun örgütçüsü, şerefsizi, hapçısı, hırlısı ohooo. Otursun edebiyle başımızı derde sokmasın! Okunacak bir şey varsa onu da biz okuruz. Ara sıra gidelim okul civarında turlayıp kızların etek altı görüntülerini alalım. Ah şu liseli kız üniforması! Kıçımızda ağarmış kıllar, dilimizde liselim şarkısı. Modifiye şahinimizin, lüküs mersedesimizin aynasından kaş göz edelim. Belki bir piliçte bize düşer ha?

 KISA KISA BAŞKA ÖRNEK ALACAKLARIMIZ

 Hocanın söylediklerini yapma yaptıklarını da yapma:Yıllarca yazdıkları kadın fıkıh kitapları, islam şartları, ahlak kuralları arasına sorgusuz kadınları, teslimiyetçi erkekleri yerleştirip presleyen kutsal adnanları, çılgın ahmetleri de örnek alabiliriz. Kalıplaşmış öğretiler bitince kedi canlı hatunlarla sabahlara kadar maşallahlaşabilir, helal olan herşeyin üstüne binebiliriz.
Testili ihtiyar: Çıtır ve genç kadınları köşeden tavlama yöntemiyle kendine partner eyleyen, gazetede köşesi olmasaymış parklarda piknik yapanlara çalı arkasından şeyini sallayan andropozlardan olacağına kesin gözüyle baktığım hınçlı ulunun ahlakını örnek alabiliriz.
Ben verecek 1000 dinar daha sen bana aldıracak duj: Kadınlarını burkayla paketleyen, peçeyle çerçeveleyen zina ettiklerini düşününce taşlayarak öldüren, paralarını ithal eskortlara ve kumarhanelere yatıran petrol prenslerini örnek almakta mümkün ama masraflı gelebilir. (suudi arabistan ahlak güzeli)
Seks seks seks aaa unutmadan kahrolsun israil!: bu son örnek geçen yıl başıma geldi. Yazdığım kinayeli bir yorumdan benim orospu olduğuma kanaat getiren (ki bu hiç şaşırdığım birşey olmamasına rağmen paylaşayım) bir herifin profili. capsli  (sitenin yazı rengi soluktu, ilk capsin üzerinde oynamış değilim )



yukarıda bahsedilen olaylar gerçektir ve birebir gözlenmiş, yaşanmış olaylardan derlenmiştir. gerçek olduğunu en az 50 milyon kişi daha sessizce bilmektedir.


 "Herkes için geçerli bir ahlak gülünç bir fikirdir"

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...